Kriz, zamlar, enflasyon rakamları, imzalanan sözleşmeler...
Bir tarafta tüm temel ihtiyaçlarımıza yapılan zamlar, diğer tarafta elimize geçen üç kuruşluk maaşlar... Bir tarafta krizin faturasını bize ödetmeye çalışan kapitalist patronlar, onların hizmetindeki AKP iktidarı ve işbirlikçi sendikalar, diğer tarafta bu tabloyu değiştirme gücüne sahip olsa da, bugün için örgütsüz olan işçi sınıfı...
Resmi rakamlara göre, Tüketici Fiyatları Enflasyonu (TÜFE) %25’i geçti. Üretici Fiyatları Enflasyonu (ÜFE) ise %45’lerde. Resmi rakamların pazardaki gerçek enflasyonu yansıtmadığı açık. ÜFE %45 iken patronların ürünlere sadece %25 zam yaparak zararı kabul ettiklerini düşünmek saflık olacaktır. Tabii ki TÜFE ve ÜFE’nin bileşenleri farklı. Ancak ÜFE’yi belirleyenin %86 oranında imalat sanayisi olduğu düşünüldüğünde, bu %45’lik enflasyon henüz kimi ürünlere tam olarak yansımamış olsa da eninde sonunda yansıyacaktır. Sonuçta işçi sınıfını bol zamlı bir dönem ile yoksulluk beklemektedir.
Birleşik Kamu-İş’in yaptığı bir araştırma, mutfak enflasyonunun %49.31 olduğunu gösteriyor. Son bir yılda fiyatı iki katına çıkan onlarca ürünü göstermek mümkün. Başta gıda olmak üzere, elektrik, doğalgaz, su faturalarına zamlar emekçilerin belini bükmeye devam ediyor.
Buna rağmen, sendikalı işyerleri dışında, Ocak 2018’de asgari ücrete yapılan zam ile yılda bir kez yapılan zamlar dışında ücretler artırılmıyor. Tek tük örnekler ancak parmakla gösterilebiliyor.
Değişik araştırmalara göre, açlık sınırı 1.900, yoksulluk sınırı ise 6.000 liraya çoktan ulaşmış durumda. Demek oluyor ki, işçi sınıfının çoğunluğu açlık sınırının, geriye kalanı da yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bu koşullar altında sendikaların imzaladığı TİS’ler ise yaralara merhem olmaktan çok uzak. Hatta kimi sendikalar, krizin faturasını biz öderiz anlamına gelen sözleşmelere imza atıyorlar.
Son birkaç yıl içinde imzalanan sözleşmelere bakıldığında, resmi enflasyon rakamlarının altında bir artışa imza atıldığı ya da enflasyon oranında zammın kabul edildiği görülüyor. Demek oluyor ki, sendika üyesi işçiler resmi rakamlara göre bile enflasyonun altında eziliyor. Gerçek enflasyonun açıklananın çok çok üstünde olduğu düşünüldüğünde, işçi sınıfının tablosu daha net bir şekilde ortaya çıkıyor: Açlık, yoksulluk, sefalet...
Birleşik Metal-İş EMİS ile yaptığı iki yıllık sözleşmede, ilk 6 ay için %24, diğer 6 aylar için enflasyon oranında veya 2 puan üzerinde bir zamma imza attı. Bu oran gerçek enflasyon oranıyla kıyaslandığında ve son bir yıl içindeki kayıplar da düşünüldüğünde, sonuç ortada.
Birleşik Metal-İş Bekaert’te de iki yıllık sözleşme imzaladı. İlk 6 ay için saat ücretlerine 3 liralık zam alındı. Saat ücretlerinin 15 liranın üzerinde olduğu düşünüldüğünde, 3 liralık zam en fazla %20’ye tekabül ediyor. Sosyal haklara yapılan %30’luk zam ve ikramiyelerin eklenmesiyle ancak 1.000 liralık zamma ulaşılıyor.
Birleşik Metal-İş’in Delphi’de imzaladığı iki yıllık sözleşmeyle ilk 6 ay için 830 TL, Mahle Motor’da da 900 TL zam alındı. Bu zamlar da %25-30 arasında bir artışa tekabül ediyor.
İBB’de 12 bin 850 işçiyi kapsayan toplu sözleşmeyle (Hizmet-İş ve Öz Gıda-İş) %14 zam yapıldı. Ek ödeneklerle artış %16’yı buluyor. Daha düşük gelirli birimlerde artışlar yüzde 20’ye çıkıyor. Tümü de enflasyonun altında.
Kocaeli Belde AŞ’de Hizmet-İş, 1200 işçiyi ilgilendiren iki yıllık TİS ile, birinci yıl ücret ve sosyal haklara %15.30, ikinci yıl enflasyon oranında zamma imza attı. Buna rağmen %31 zam diye yayınladılar. Yıllık bir maaş ikramiyeyi müjdeli haber olarak vermeyi ihmal etmediler.
THY Teknik’te Özçelik-İş, üç yıllık sözleşmeyle enflasyon oranında artışa imza attı. Düşük ücretli iş gruplarına 100-150 TL’lik seyyanen artış sağlandı. Sendika üyesi çalışanlara bir defaya mahsus 5 bin lira ek ödeme yapılacak. 5 bin lira 3 yıla böldüğünde, aylık 139 liraya tekabül ediyor.
Birkaç örnek üzerinden ortaya konulan bu tabloda Birleşik Metal-İş kötünün iyisi olarak duruyor. Ancak metal fabrikalarında imzalanan sözleşmelerde de enflasyon oranı civarında imzalar atıldığı ortada. Enflasyon oranında zam, zam demek değildir, “aman kayıp az olsun” demektir. Krizin faturasının işçi sınıfına ödettirilmesidir.
Bu gidişe dur demediğimiz koşullarda bu tablo daha da ağırlaşacaktır, zira kriz önümüzdeki yıl daha da derinleşecek. Her birimiz bunu daha şimdiden yaşayarak görüyoruz. Susup kasabın boğazımıza bıçağı vurmasını beklemek yerine birleşip örgütlenmeli, hakkımız olanı almalıyız.
L. Körfez