130 bin işçiyi kapsayan TİS sürecinde uyuşmazlık zaptının tutulması ve arabuluculuk sürecinin sona ermesinin ardından -metal işçisinin basıncıyla- grev kararı alınmıştı. Yaşam şartlarının her geçen gün daha da zorlaşması, çalışma koşullarının ağırlığı ve tabi 2015 Metal Fırtına’dan miras özgüven ve hak arama isteği ile metal işçisi daha sürecin başında öfkesini göstermişti. Tabandan gelen bu basınç Çelik-İş’e dahi -göstermelik de olsa- eylemler yaptırmış, Türk Metal’i sarsmış, Birleşik Metal-İş’i fiili grev kararı almak zorunda bırakmıştı.
Ancak 26 Ocak günü 130 bin metal işçisinin grevi “milli güvenliği tehdit ettiği” gerekçesiyle, OHAL’in verdiği keyfiyete dayanan AKP tarafından yasaklandı. Hükümet oluşundan bugüne sermayeye hizmette kusur etmeyen AKP bir kez daha düzenin ona biçtiği misyonu oynadı. Referandum süreci boyunca burjuvaziye, başkanlık sisteminin oluşturacağı istikrarın en çok onların işine yarayacağını anlatmaya çalışan, sermaye temsilcilerinin huzurunda OHAL’in sürekli uzatılmasıyla ilgili yaptığı bir konuşmada “biz OHAL’i grevleri yasaklamak için kullanıyoruz” diyecek kadar pervasızlaşan AKP’nin bu hamlesi elbette şaşırtmadı. İç ve dış politikada iyice sıkışan, içerideki en ufak bir muhalefete dahi tahammülü kalmayan, adeta bir histeri krizine tutulmuş bir iktidar, 130 bin işçinin grevini sindirecek durumda değildi.
Yaşadığı krizlerin faturasını her fırsatta işçi ve emekçilere çıkarmaya çalışan bu iktidarın, tek işçi düşmanı icraatı grev yasakları değil; sadece 2017 yılında patronlara getirilen teşvikler şöyle sıralanabilir:
- İşsizliğe karşı güya “İstihdam seferberliği” başlatan iktidar, bu süreçte çalışmaya başlayan tüm işçilerin ücretlerinin bir kısmını yine işçilerin ücretlerindeki kesintiyle oluşturulan İşsizlik Fonu’ndan ödüyor. Yani “istihdam seferberliği” projesinden yine patrona teşvik çıktı.
- Yine 2017’de çıkarılan bir torba kanun maddesiyle kaçak işçi çalıştıran işletmelere verilen 1 yıl teşviklerden yararlanmama cezası 1 aya düşürüldü. Yani kaçak işçi çalıştıran patron adeta ödüllendirildi. Bu torbadan işçinin payına güvencesiz çalışma, buna bağlı olarak iş kazaları-iş cinayetleri çıktı.
- Sermayedarlardan alınan vergiler olan “doğrudan vergi”ler düşürülürken, açlık sınırının altındaki asgari ücretli işçiden alınan “dolaylı vergi”ler (KDV, ÖTV vb.) arttırıldı.
- Yaz aylarında bir KHK ile “Varlık Fonu” kurularak birçok kamu malı ve kamu kurumu bu fona aktarıldı. Böylece özelleştirmelerin önü açıldı. AKP bu durumu kendi resmi web sitesinde “1986-2002 döneminde toplam 8 milyar dolar özelleştirme geliri elde edilirken, 2003-2015 döneminde bu tutar 61,8 milyar dolara erişmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca elde edilen özelleştirme gelirlerinin yüzde 90’ı AKP döneminde elde edilmiştir” sözleriyle utanmadan ifade etmiştir.
- Özellikle AKP’li yıllarda bir balon gibi büyüyen inşaat sektöründe yaşanan sıkışmayı rahatlatmak için hem bu sektörün patronlarına vergi indirimleri yapılıyor hem de konut satışını arttırmak için Türkiye’de en az 1 milyon dolarlık gayrimenkul satın alan yabancılara KDV indirimleri yapılıyor.
- Ayrıca 2017 yılında açıklanan yeni Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) ile esnek ve güvencesiz çalıştırma; kiralık işçilik, kullan-at işçilik gibi uygulamalar resmen sermaye devletinin istihdam stratejisi haline getirilmiştir.
Buraya sınırlı bir şekilde aktarabildiğimiz bu uygulamalar dahi AKP iktidarının işçi düşmanı yüzünü göstermektedir. Sermayenin demir yumruğu ve organik bir parçası olan Erdoğan, kendi sınıfının çıkarlarının gerektirdiğini yapıyor. Bu noktada işçi ve emekçilere de düzen siyasetinin her türlü aktöründen uzaklaşmak, kendi bağımsız sınıf çıkarları etrafında kenetlenmek düşmektedir.