Adı işçi-memur sendikası ama tek görevi sermaye sınıfına rahat nefes aldırmak olanlar, ekonomik kriz ve siyasal gerginlik ortamında gerçek yüzlerini göstermeyi sürdürüyorlar. Hak-İş ile Memur-Sen, patronların örgütüyle kol kola girip cumhurbaşkanı ve bakanlarla toplantı yapmaya gittiler. İçinde bu sendikaların da olduğu grup, basına “TOBB Heyeti” olarak açıklanırken, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasında, “Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Türkiye Kanadı” olarak lanse edildi. Ne yapıyordu sendikaların genel başkanları, devlet erkanının huzurunda, patron örgütünün yanı başında? Hangi misyonu üstlenmişlerdi? İşçilerin taleplerini taşımadıkları kesin!
Bunun ardı sıra, adı sendika olan başka bir yerden daha patronları rahatlatacak bir ses yükseldi. En çok üyeye sahip olan Türk-İş’in genel başkanı “Aynı gemideyiz” söylemlerine alkış tutuyor. Bu yaklaşımla işçi sendikaları konfederasyonunun başındaki zat, sorunu yaratan patronlara ve düzenine tek bir laf söylemezken, işçilere fedakarlık çağrısı yapıyor. Bir kez daha soruyoruz, hangi misyonu üstlenmişlerdi? İşçilerin omuzlarındaki yükü hafifletmek gibi bir yaklaşımları olmadığı kesin!
Sermaye sınıfının tek derdi kâr etmek olduğundan, krizin etkilerinden kurtulmak için ücretlere sıfır zamdan işsiz bırakmaya kadar her yolu dener. Hem patronların ağzından hem de devletin ağzından kemer sıkma, elini taşın altına koyma çağrıları yükselir. İşçi-emekçi sendikalarının hareketsiz kalmaları, hatta sermaye sınıfının yanında saf tutmaları için çabalar. Kapitalistlerin kendi sınıf çıkarları için böyle davranması gayet anlaşılırdır. Asıl sorun, işçi ve emekçilerin örgütlülükleri olan sendikaların koltuklarını tutanların, sendikaları ve işçileri ne yöne savurdukları değil mi?
Patron yanlısı sarı olmakla şanı yürüyen sendika yönetimlerinin ilk örnekleri değil bunlar. İşçi sınıfı sendikalarına sahip çıkıp, bu anlayışları silip süpürmediği sürece de çokça örnekle karşılaşacağız.
Patronlar ve onların devleti eliyle kurulan sendikalar da oldu. Zaman içerisinde mücadeleci çizgisini çoktan geride bırakarak, birer mirasyedi gibi davranan uzlaşmacı bir anlayışın hakim olduğu sendikalar da oluştu. Fiili-meşru anlayıştan uzak her sendikal anlayış şu veya bu oranda sermaye sınıfının değirmenine su taşımaktadır. Bunların içerisinde direkt patronların Truva atları olanlar da var: İşçilerin örgütlendiği diyemesek de üye oldukları, işçi sınıfının haklarını koruyacağını düşündüğü ama aslında sözleşme dönemlerini patronun ihtiyaçlarına göre şekillendiren, sosyal hak gasplarının yolunu düzleyen, işçi sınıfını etkileyecek her türlü gündemi atlatmaya özen gösteren, bilinç bulandırma görevi ile hareket eden…
Bu tür ihanet şebekeleri, kriz döneminde, emperyalistlerle ilişkilerin gerginliğinde patronlar en az yara ile nasıl kurtulabilir derdi ile yaklaşıyorlar soruna. Tıpkı sermaye adına ülkeyi yönetenlerin yaptığı gibi… Gördük ki şirketlerin ve holding sahibi zenginlerin borçları tamamen veya %90 oranlarında silinmiş. İşçi ve emekçiler, üst üste gelen zamlarla erimiş ücretlerle yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Kitlesel işten atmalar başladı ve devam edeceği açık. Grev yasakları OHAL’li OHAL’siz mutlaka devletin hamlesi olarak karşımıza çıkıyor. Toplantılarda boy gösteren sendika bürokratları için bu sorunlar bir şey ifade etmiyor tabi ki. Zihniyetleri patronlaşmış bu kişilerin anlayışı hakimiyetini sürdürdükçe başka türlü bir yönetim beklenmesi hayalciliktir.
Krizin sonuçlarını, yıkımını, bedelini yaratanlar ödesin. Patronlara ve emperyalist-kapitalist düzenlerine karşı haklarımızı gasp ettirmemek için örgütlenmek, mücadele etmek zorunluluktur. Ve bu mücadelenin en temel ayaklarından biri de sarı sendikal anlayışa, uzlaşmacı çizgiye, sendika bürokratlarına karşı verilmelidir.