Sakarya’da bulunan Tank Palet fabrikasının özelleştirilmek istenmesine karşı tepkiler sürüyor. Son olarak 19 Ocak’ta bir miting yapıldı.
Bu fabrika 2018’in sonunda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle özelleştirme kapsamına alınmıştı. İşletme hakkının Ethem Sancak ile Katarlı bir firmanın ortaklığı olan BMC firmasına “ücretsiz” verileceği belirtiliyor. Her ne kadar Erdoğan “milli irade” söylemiyle peşine taktığı kitlelerin tepkisini çekmemek için özelleştirme değil dese de, yapılanın ne olduğu açık. Türk-İş bürokratları da “bu özelleştirmedir” deme “cüreti” göstererek meydanlara çıkmak zorunda kaldılar. Zira geçmiş özelleştirme deneyimlerinin işçiler için tüm olumsuz sonuçlarının farkında olan Harb-İş üyesi işçilerin tepkilerini kendi hallerine bırakamazlardı. Öte yandan, grevler “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanırken şimdiye kadar susanların, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı bir fabrikanın özelleştirilmesi karşısındaki suskunlarını işçilere anlatmaları kolay değildi.
Türk Harb-İş Sendikası ve Türk-İş’in bu mitingi de daha önceki özelleştirme karşıtı eylemlerdeki gibi milliyetçilik ekseninde gerçekleştirildi. Mitingde konuşan Türk-İş ve Harb-İş bürokratları bu peşkeşe karşı tepkilerini “milli” söylemlere sarılarak gösterdiler. Türk-İş Başkanı Ergun Atalay “Milli savunmada yerliliği yüzde 100’e çıkarırsak dünyanın en güçlü ülkesi oluruz” diyerek, emperyalist güçlerden aldıkları silahlarla donatılmış TSK gerçekliğini atlayarak, özelleştirmeden vazgeçme çağrısı yaptı. Harb-İş Genel Başkanı Bayram Bozal ise, TSK için obüslerin dışarıdan 10 milyon dolara alınırken, bu fabrikada 4,2 milyon dolara mal edildiğini vurguladı, “burada anlaşılıyor ki birilerine burada pasta armağan edilmek isteniyor” diyerek peşkeşin maddi boyutuna değindi.
Yani satan da bu satışa karşı çıkan da “milli” söyleminin arkasına saklanıyor. Oysa TSK’daki silahların menşei büyük oranda “yabancı”, “made in USA” damgalıdır. Emperyalizme bağımlılığın en önemli göstergelerinden biri de budur.
Türkiye’de milliyetçilik zehriyle emekçilerin zihinlerini bulandırmak için başvurulan “milli” söylemi her zaman karşılık bulabilmektedir. Ancak bu son özelleştirme adımı, işlerine geldiğinde “milli”likten dem vuranların iş peşkeşe gelince hiç de oralı olmadıklarını açıkça göstermektedir. Bu durum işçilerin tepkilerini arttıracağı için, sendikal bürokrasinin başını tutanlar, böylesi açık bir satışın karşısında göstermelik de olsa tepki vermek zorunda kaldılar. Özelleştirme saldırısına tepkileri “vatan-millet meselesi” olarak sunarak saldırının sınıfsal niteliğinin üstünü örtenler, bir kez daha aynısını yaptılar. “Tank Palet vatandır, Tank Palet namustur, Tank Palet millidir, özelleştirilemez” söylemine başvurdular. Sınıfsal bir saldırı olduğunu işçilerin kendiliğinden de olsa hissettikleri özelleştirmeye karşı tepkinin yönünü değiştirerek, çarpıtma yoluna gittiler.
Milliyetçilik ve dinsel gericilik, sınıf farklılıklarının üzerini örtmek için egemenlerin kullandığı en işlevsel araçlardan biridir. Bu zehir ile sınıf kardeşi olması gerekenler birbirlerine düşman edilebilmekte, sermaye ile emek arasındaki uzlaşmaz karşıtlık millilik kisvesiyle unutturulabilmektedir. Bugüne kadarki özelleştirme süreçlerinde bu söylemlerle bilinçleri dumura uğratılmış işçiler bir kez daha bu gerici saldırıyla yüz yüzedir.
İşsizlik, güvencesizlik gibi tüm olumsuz sonuçları ile birlikte, özelleştirilen Telekom, SEKA, Tekel, Tüpraş, şeker fabrikaları gibi örnekler işçilerin hafızalarındadır. Özelleştirmeler her dönemde sınıfın tepkilerine konu olmuştur. İşçi hareketinin yakın tarihinin büyük bölümü özelleştirme karşıtı mücadelelerdir. Ancak sendikal bürokrasinin özel yönlendirmeleriyle saldırının sınıfsal özü karartılarak işçilerin bilinçleri çarpıtılmıştır. Çok yönlü bir gerici kuşatma altındaki işçiler bağımsız sınıf çıkarlarına dayalı bir bilinçten uzak olduğu için, bu gerici propaganda karşılık bulabilmektedir. Özelleştirmelere karşı çıkılırken, söz konusu yerlerin yabancılara satılacak olması öne çıkarılmaktadır.
Oysa özelleştirme saldırısı sınıfsal bir saldırı olan emperyalist neo-liberal politikaların bir sonucu olarak yaşanmaktadır. Asıl öne çıkarılması gereken bu gerçektir. Peşkeş çekilen yerlerin emperyalist sermaye tekellerine mi yoksa onların işbirlikçisi olan yerli tekellere mi satıldığı konusu, sadece gerçeği gizlemeye yaramaktadır.
Dolayısıyla, özelleştirme saldırılarının sınıfsal mahiyetini anlatmak ve işçilerde oluşan tepkileri sınıf temelli bir mücadeleye yöneltmek gerekmektedir.