Sayıları 5 milyonu bulan kamu emekçileri ile emeklilerini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri 3 Ağustos’ta başladı. Daha ilk oturumdan itibaren toplu sözleşme görüşmeleri “ücret” maddesine sıkıştırılırken, hükümet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik başkanlığındaki Kamu İşveren Heyeti tarafından üç oturum boyunca ücret önerisi getirilmedi. Hükümet zam teklifini ancak 14 Ağustos’ta gerçekleştirilen dördüncü oturumda açıkladı. Bu oturumda hükümetin, %4+4 ve %3+3 zam önerisiyle gelmesi üzerine, Memur Sen temsilcileri Çelik’in konuşmasının ardından ayağa kalkarak, işveren heyetinin teklifini yeniden gözden geçirmesi temennisiyle diğer konfederasyonlara konuşma hakkı verilmeden “Cumanın feyzi ve bereketini almak” -yani Cuma namazına katılma- bahanesiyle toplantıdan ayrılmak istediklerini dile getirdiler. Bunun üzerine Bakan Çelik toplantıyı bitirmek istediklerini belirterek KESK ve Kamu Sen temsilcilerini dinlemeden toplantıdan Memur Sen heyetiyle birlikte ayrıldı.
Memur Sen, Cuma namazı bahanesiyle toplantıdan ayrılmasını “teklifin kabul edilemez olması karşısında alınan tutum” olarak yutturmaya kalkmış, üstelik diğer iki konfederasyonu “masada kalmakla” suçlamış ve böylece pişkinlikte ne kadar ileri gidebileceğini ortaya koymuştur. Çalışma bakanını, fıtratları gereği, el pençe divan karşılayan Memur Sen temsilcilerinin böyle bir tutum sergilemesi, elbette danışıklı dövüşün ve önceden hazırlanan senaryonun bir parçasıydı. Memur Sen, yapmacıklığı, bayağılığı ve samimiyetsizliği ayan beyan ortada olan bu tutumu ile milyonlarca kamu emekçisinin zekâsını hiçe saymıştır.
Hükümetin 17 Ağustos’ta gerçekleştirilen beşinci oturumda 2016 yılı için yüzde 5+4 ve 2017 yılı için yüzde 3+3 öneri getirmesi üzerine, kasanın açıldığını(!) ve dolaysıyla da masanın açıldığını öne süren mücadeleci konfederasyon(!) Memur Sen yetkilileri, müzakerelere devam edileceğini belirtmiştir. Hükümetin önceki önerisine göre ilk 6 ay için yalnızca yüzde 1’lik bir artış sağlayan bu yeni teklife Memur Sen’in alelacele böyle bir açıklamayla sahip çıkması, bu konfederasyonun fıtratında var olan işbirlikçiliği ortaya koymaktadır. Bundan sonraki görüşmelerde hükümet zam oranlarını birkaç derece daha arttırıp bunun Memur Sen’e mal edilmesini sağlayacak ve böylece Memur Sen’in mücadeleciliği(!) tescillenecektir.
İşbirlikçi yandaş Memur Sen, bu toplu sözleşme görüşmelerinde en ucuzundan bir ortaoyunu sergilemiştir. Bu ucuzluk, AKP’nin en üst kadrolarından tabana doğru bir salgın gibi yayılmış olan ve taşıyıcısı yandaş medya olan bir politikaya dayanmaktadır. Her türden manipülasyon ve yalanla kitlelerin gözünü boyamak, bu politikaların esasını oluşturmaktadır. Memur Sen’in sitesinde yer alan “Memur Sen bastırdı, teklif yenilendi” başlığıyla yayınlanan haber bizlere; Sabah, Akşam, Yeni Akit vb. yandaş gazetelerin yayınladığı (Sümeyye Erdoğan’a suikast yalanı, Kabataş yalanı vb.) binlerce manipülatif haberi çağrıştırmaktadır. Yine Memur Sen genel başkanının, toplu sözleşme görüşmeleri sırasında KESK Yürütme Kurulu Üyesi Gülistan Atasoy’a kalkıp yer veren Lami Özgen’e “Sizin niyetiniz gerçekten kadınların haklarını savunmak olsaydı, devlet eliyle kadına uygulanan baskılara karşı çıkardınız” şeklinde çıkışması, bu konfederasyonun, manipülasyonda, yalanda ve arsızlıkta ne kadar ileri gidebileceğini göstermektedir. Şüphesiz Memur Sen, gelecek tepkilere karşı “mücadele ettik”, “kabul etmedik”, “direndik” vb. cevaplar üretmek için, toplu sözleşme süreci boyunca bu tutumunu sürdürecektir.
Görüşmeler boyunca bir yanına işbirlikçi Memur Sen’i alan hükümet diğer yanına da yeni Takrir-i Sükûn yasalarını almıştı. TİS görüşmelerinin ilk gününde KESK’in çağrısı ile Ankara’da gerçekleştirilmek istenen eylemde, toplanmanın başladığı AŞTİ’de, daha arabalardan iner inmez başlayan polis saldırıları Çalışma Bakanlığı’nın önüne kadar sürdü. Hükümet çıkardığı baskı yasalarını devreye sokarak, görüşmeleri kamu emekçilerinden arındırmayı ve böylece de kölelik koşullarını rahatça kabul ettirmeyi amaçlamıştır.
Toplu sözleşme görüşmelerinde ilgi tümüyle zam oranlarında yoğunlaştı. Medya bu ilginin dağılmaması için özel bir çaba gösterdi. Bununla birlikte iki yıllık kayıpların giderilmesi, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, eşit ücret vb. diğer talepler hasıraltı edilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca kamu emekçilerinin çok ciddi hak kayıpları söz konusudur; kadrolaşma, müdürlerin sürgün edilmesi, rotasyon, stajyer öğretmenlere mülakat yapılması, ücret adaletsizliği, kadrosuz sözleşmeli-taşeron çalışma, mobbing vb. özlük haklarıyla ilgili sorunların hiçbiri gündeme getirilmemiştir. Hükümet ve yandaş Memur Sen, emekçilerin ilgisinin zam oranları üzerinde yoğunlaşmasını sağlayarak ekonomik ve özlük haklarla ilgili diğer talepleri gözden kaçırmaya çalışmaktadır. İlginin zam oranları üzerinde yoğunlaşması bu alanda bir mücadele verildiği anlamına gelmez. Sonuçta hükümetle Memur Sen ya bir ortaoyunu eşliğinde sefalet zamları üzerinde anlaşacaklar ya da bu oyunu biraz daha gerçekçi göstermek için Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvuracaklar.
İşbirlikçi Memur Sen’in bu kadar rahat davranmasında, KESK’in sürece yeterli ve doğru müdahalede bulunamaması önemli bir etkendir. Burada görüşmelerin tatil döneminde gerçekleştirilmesi tamamen tali bir durumdur ve görüşmelerdeki zayıflığı açıklamamaktadır. Her şeyden önce KESK, kamu emekçilerinin ekonomik kayıplarının yanısıra, özelleştirme, kadrolaşma, güvencesizleştirme, esnek çalışma uygulamaları ve performansa dayalı ücretlendirme gibi uygulamalarla kıskaca alındığı, tüm haklarını kaybetmekle karşı karşıya olduğu bir dönemde gerçekleşen toplu sözleşme görüşmelerinin önemi noktasında bir netliğe sahip değildir. Bir kere görüşmeler öncesi -ki bu iki yıllık bir süreçtir- hiçbir çalışma yürütülmemiş; kamu emekçileri kayıpları noktasında yeterince bilgilendirilmemiş, Memur Sen’in ihanet sözleşmesinin etkili bir teşhiri yapılmamıştır. Toplu sözleşme görüşmelerini programsız, günübirlik ve rastlantısal politikalarla karşılayan KESK, mevcut zayıflığı bir takım çıkışlarla absorbe etmeye çalışmıştır. Toplu sözleşme görüşmelerinin yapılacağı gün Ankara’da oldukça zayıf bir katılımla gerçekleştirilen yürüyüş ve KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen’in görüşmelerin yapıldığı toplantı salonunda yaptığı bir takım çıkışlar bu çabayı ortaya koymaktadır. Her geçen gün tabandan biraz daha uzaklaşan ve günübirlik politikalarla hareket eden, işin özü, gelişmelerin arkasından kontrolsüzce sürüklenen KESK, tabandan koptuğu oranda politik-öncü kadroların yorgun ve zorlama eylem ve çıkışlarıyla baş başa kalmaktadır.
Lami Özgen Çalışma Bakanlığı’nın önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasında, metal işçilerini örnek göstermiş, mevcut hükümetin geçici olması nedeniyle bu sözleşmenin imzalanamayacağını belirtmiş ve görüşmelerin ertelenmesini talep etmiştir. Burada örnek gösterilen metal işçileri her türden bürokratik aygıtı saf dışı bırakarak fiili bir durum yaratmış ve grev yasağı karşısında boyun eğen sendika bürokrasisine nasıl mücadele verileceği noktasında iyi bir ders vermiştir. Metal eylemleri gücünü kitleselliğinden ve yarattığı fiili-meşru durumdan almaktadır ve her şeyden öte doğrudan taban iradesine dayanmaktadır. Metal işçisine yön veren irade ise sınıf politikalarını esas almaktadır. KESK ise uzun süre önce, fiili meşru mücadele çizgisini ve taban iradesini terk etmiştir. Lami Özgen’in üzerinde durduğu, ‘hükümetin geçici olmasının’ fazlaca bir önemi yoktur; sonuçta dönüp dolaşıp şu soruya gelinir: “Sen bu sürece ne kadar hazırlandın?” Eğer bir program dâhilinde taban dinamizmini harekete geçirmek üzere uzun soluklu ve sistemli bir çalışma yürütmemişseniz, hükümet ister geçici olsun isterse de kalıcı, hiçbir kazanım elde edemezsiniz.
Toplu sözleşme görüşmelerinin sendika bürokratlarıyla hükümet arasında gerçekleşen bir pazarlığa indirgenmesi ve emekçilerin görüşmeler boyunca, bu “yetkili kişilerin” arasında süren pazarlıkları edilgen bir şekilde izlemeye koyulmaları, sendikalara yerleşen bürokratik anlayışın doğrudan bir sonucudur. KESK tüm uyarılara ve tepkilere rağmen, bürokratik anlayışın tabanda ve sendika organlarında kurumsallaşıp yaygınlaşmasını engellemek için hiçbir şey yapmamış, tam tersine hâkim anlayışlar, bürokratik işleyişi ve yarattığı sonuçları kullanarak sendika yönetim organlarını ele geçirmenin yoluna bakmışlardır. Pragmatik ve kısa vadeli çıkarlara dayanan bu politikalar, bir yandan bu bürokratik anlayışın konfederasyon bünyesinde ve emekçilerin bilincinde yerleşmesine neden olmuş, diğer yandan ise bu bürokratik anlayış yerleştiği oranda gerisin geri dönüp sendikanın mücadele olanaklarının zayıflamasına yol açmıştır. Lami Özgen’in görüşmeler sırasında diğer konfederasyonları “ortak eyleme” çağırması da bu bürokratik anlayışı açığa vurmaktadır. Sonuçta Lami Özgen, işyeri işyeri, bölge bölge, komiteler, meclisler ve birimler halinde örgütlenilmesinin, tüm olanakların seferber edilmesinin ve KESK’in bütün kamu emekçilerini kucaklayacak ve tabanın iradesini esas alacak şekilde harekete geçmesinin çağrısını da yapabilirdi. Şüphesiz bu tercih, tıpkı on yıllardır yapılagelen tercihler gibi bir tesadüften ya da hatadan değil bir politik-ideolojik zemin ve tutumdan kaynaklanmaktadır. Bugün hükümetle Memur Sen arasında oynanan ortaoyununa karşı etkili bir müdahalede bulunulamamasının gerisinde bu bürokratik anlayışın yarattığı tahribatın önemli bir etkisi bulunmaktadır.
Gelinen yerde kamu emekçileri, çok yönlü saldırı politikalarıyla karşı karşıyadır. Şovenist Kamu-Sen bir tarafa bırakılacak olursa; KESK, mevcut saldırı politikalarına cevap üretmekten ve toplu sözleşme ortaoyununu etkili bir şekilde teşhir etmekten son derece uzaktır. Saldırılar yoğunlaşırken sendikal mücadele zayıflamakta ve örgütsüzlük teslimiyeti ve çaresizliği beraberinde getirmektedir. Mevcut sendikal anlayış, kamu emekçilerini birer seyirci pozisyonuna düşürmüş ve dolaysıyla da mücadeleden koparmıştır. Kamu emekçileri, bu güvensizlik içinde kendini bireysel olarak koruma yoluna başvurmuş ve yandaş konfederasyonun sendikalarına sığınarak bu sendikaların üye sayılarının şişmesine neden olmuştur. Bununla birlikte güvencesizlik, özelleştirme, kadrolaşma ve ekonomik kayıplar alabildiğine artmış, tabanda büyük hoşnutsuzluk birikmiştir. Çözüm, bir kez daha bürokratik sendikal çizgiyi aşan, taban örgütlenmelerini ve iradesini esas alan, tıpkı metal işçilerinin yaptığı gibi fiili-meşru mücadele çizgisinde hareket eden, komiteler meclisler ve iş yeri organları biçiminde örgütlenen ve buradan alınan kararlara dayanan bir mücadele anlayışının hayat bulmasında yatmaktadır. Zaten süreç, böylesi bir anlayışın zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Gelinen yerde, bu anlayışı temel alan ve kamu hareketine öncülük edecek olan böylesi bir iradenin açığa çıkıp çıkmayacağı en esaslı sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Sosyalist Kamu Emekçileri