Türkiye’de inşaat sektöründeki düşük ücretler nedeniyle yurtdışına çalışmaya çıktık. İnşaat işçilerinin kanıyla beslenen çok sayıda aracı var: taşeron, ekip başı, dayıbaşı vb… Bunlar biraz işçi toplayıp, büyük şirketlerin alt taşeronlarında çalıştırmak için yurtdışına götürüyorlar. Ben de Eskişehir merkezli ESKON inşaat şirketinin taşeronluğunu yapanların alt ekiplerinde, bilmem kaçıncı taşeron altında çalışmaya gittim.
Sömürü nedir bilirdim ama tepemizdekilerin bu kadar bilinçli, örgütlü, planlı davrandıklarını yurtdışındaki çalışma sonrası çok daha net gördüm.
Türkiye’nin birçok şehrinden kalıpçı, demirci, inşaat işçileri olarak Sırbistan’a götürüldük. 1.600 avro maaş üzerinden anlaşmamız vardı. Biz şantiyeye ulaştığımızda, maaşların 1.300’e düşmesini kabul etmeyen ekip gönderildi. Bu temizleme operasyonundan sonra yeni gelen ekip olarak bizler 1.300 avro maaşla çalışmaya başladık. Tabii bununla kalmadı. Ardından maaştan saat ücretine geçildi ve o da 5 avro olarak belirlendi. İtiraz olsa da her ekip kendi bünyesinde bireysel şikayetlerle yetinildi.
İlk gittiğimizde 2 ayı aşkın bir süre maaş alamadık, paramızı içeride beklettiler. Daha sonra paramız verildiğinde ise hesaplarda yanlışlıklar olduğunu, mesai ücretlerimizin yatmadığını gördük. Fakat ücretlerimiz farklı zaman dilimlerinde ve birer haftalık zaman farkıyla yatırıldı. Böylece, toplu bir şikayetin önüne geçilmiş oldu. İtirazlar yine ücret elimize geçtiğinde bireysel şekilde oldu.
Mesai ücretlerindeki eksiklikler taşeron tarafından kabul edilmedi. Biraz zorlayıp kabul ettirilen işçiler ise diğer ayki maaşa verilir diye diye oyalandılar.
Öte yandan her günü iş kazalarıyla geçirdik. Yattığımız yerde, keza yemek yediğimiz yerde fareler cirit atıyordu. İnsanlık dışı koşullarda çalıştırıldık ve bunun karşılığında ücretimizi dahi doğru dürüst alamadık. Bu kadar insana bunu nasıl kabul ettirebildiler derseniz, tabii ki ayrımcılığı körükleyerek, bölerek, yalnızlaştırarak yaptılar.
İşçiler olarak birlikte hareket etmememiz için şirketler tarafından her türlü ayrım kullanıldı. Ben Kürt ve Alevi olduğum için dışlandım. Aynı mezhep ve kimlikten arkadaşlar arasında da kutuplaştırma yaratabildiler. İşçiler köyleri üzerinden dahi bölünebildi. Bir keresinde bir ekip iş bıraktı, ben de desteğe gittim. Ustabaşı beni çağırıp, “Sen Muşlusun, senin bu Karadenizliler içerisinde ne işin var?” diye çıkıştı. İş bırakan ekipteki işçilerin Muşlular hakkındaki olumsuz düşüncülerini sayarak, beni dolduruşa getirmeye ve doğru tutumumdan caydırmaya çalıştı.
Alevi-Kürt kimliğim üzerinden diğer arkadaşlarımı da bana karşı düşmanlaştırdılar. Terörist ilan edildim. Ayrımlar üzerinden oluşturulan önyargılar nedeniyle bir süre birlikte çalıştığım arkadaşlarla sohbet dahi edemedik.
İnşaat işçisi olarak iş kazasından ücret gaspına, aşağılamadan hakaretlere her türlü pisliği yaşayıp da itiraz edememenin nedenini bu ayrımların istismar edilmesinde görüyorum. Bu ayrımlar bilinçli olarak ustabaşılar, amirler, yöneticiler tarafından kullanılıyor. Yoksa işçilerin karşısında bir üst, şef ya da patron tek başına duramaz.
Artık işçiler olarak sömürüldüğümüzün farkına varmamız lazım. Sömürü için bizleri nasıl bölüp, parçalayıp, un ufak ettiklerinin bilincine varalım!
İşçilerin sınıf olma, kendilerini sömüren sınıfın karşısına sınıf olarak dikilme vaktidir!
Tuzla’dan bir inşaat işçisi