Birleşik Metal-İş nereye?

Son dönemde Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu (yetkili demek daha doğru olur) bir dizi fabrikada sendika bürokratlarının çizgisini eleştiren ve imzalanan satış sözleşmelerine karşı çıkan işçiler ve işçi temsilcilerinin karşılaştıkları akıbet “Birleşik Metal-İş nereye?” sorusunu sordurtuyor.

  • Haber
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 31 Temmuz 2017
  • 15:47

Fiili-meşru mücadele hattıyla kurulan ve bu süreçte taban inisiyatifinin belirleyici olduğu DİSK’in içinde yaşanan dejenerasyon, DİSK’e bağlı sendikalarda da farklı oranlarda yansımasını buluyor.

Son dönemde Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu (yetkili demek daha doğru olur) bir dizi fabrikada sendika bürokratlarının çizgisini eleştiren ve imzalanan satış sözleşmelerine karşı çıkan işçiler ve işçi temsilcilerinin karşılaştıkları akıbet “Birleşik Metal-İş nereye?” sorusunu sordurtuyor.

Son olarak TİS sürecinde sendikanın geri tutumlarını eleştiren ve daha iyi bir sözleşmeye imza atılması için çaba harcayan iki temsilci, Bekaert işçilerinin itirazlarına rağmen sendika bürokratları tarafından temsilcilik görevinden alındı. Ardından 11 Nisan 2017’de işten atıldı. Sözleşmenin ardından patronun işçilere yönelik baskıları artarken, Birleşik Metal-İş yönetiminin saldırılar karşısındaki suskun tavrı bu saldırılara onay verdiğine işaret ediyordu. Çok geçmeden ise, 5 işçinin daha işten atılacağı ortaya çıktı. Ancak Birleşik Metal-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı Hami Baltacı’dan ‘özür dileyen’ bir işçi listeden çıkartılırken, bu onursuzluğu kabul etmeyen diğer 4 işçi işten çıkarıldı. İşçiler işten atılacaklar listesinin bizzat Hami Baltacı tarafından Bekaert yönetimine verildiğini belirttiler.

Türk Metal tarafından sıkça başvurulan bu yöntemin bizzat taban iradesini esas aldığını ileri süren ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş tarafından uygulanması, sendika içindeki bürokratik yozlaşmanın geldiği boyutu ortaya koyuyor. Aslında bu durum yeni yaşanmıyor. Sendikanın yetkili olduğu veya örgütlenme çalışması yaptığı fabrikalarda geçmişte yaşanan bir dizi örneğe göz atacak olursak gelinen nokta hiç şaşırtmıyor.

***

Yıllarca MESS Grup TİS süreçlerinde Türk Metal’in ihanet sözleşmelerinin aynısına imza attığı için işçilerin ve sınıf devrimcilerinin eleştirilerine hedef olan Birleşik Metal-İş yönetimi “Gücümüz yok, onlar imzaladığı zaman biz de imzalamak zorunda kalıyoruz” diyerek kendisini savunuyordu.

Sendikanın yeni örgütlendiği fabrikalarda, bizzat örgütlenme çalışmasını başarıya ulaştıran öncü-ilerici işçilerin kıyımını ise sendika bürokratları “örgütlenmenin bedeli” olarak lanse ediyor ve atılan işçilere düzen yargısını adres göstererek fabrika önünde direnişe başlamalarını engelliyordu. Bu tutum, icazetçi-uzlaşmacı anlayışın “sendikal yetkiyi almak için taviz verdiği” şeklinde yorumlanabilir fakat, gerçek aslında bundan daha farklıdır. Zira atılan işçilerin örgütlenme çalışmasını başarıya ulaştıran, inisiyatifli, mevcut sendikal anlayışı eleştirebilecek ve geri yanlarını mahkum edebilecek olması bürokratların asıl kaygısını oluşturmaktadır. Bu nedenle öncü işçilerin kıyımı karşısında kıllarını bile kıpırdatmamaktadırlar.

Somut örnekler gerçekliği ortaya seriyor

Kimi örneklere şöyle bir dönüp baktığımızda, Birleşik-Metal İş Sendikası’nda yaşanan bürokratik çürümenin geldiği noktayı kendi evrimi içinde daha iyi görebiliriz.

GU-BKS fabrikasında işçiler kendileri örgütlenme çalışması başlatarak sendikanın yetkiyi almasını sağladılar. Ancak örgütlenmede başı çeken işçiler işten atma saldırısıyla karşılaşırken işçilerin direnme isteği sendika yönetimi tarafından hukuki mücadele adres gösterilerek gerçekleştirilmedi. Sendika yöneticileri işten atma saldırısının “örgütlenmenin bedeli” olduğunu söyleyerek atılan işçilere durumu kabullenmeleri telkininde bulundu. Öncü işçiler kıyıldıktan sonra işlerini fason şirketlere veren patron daha sonra fabrikayı kapatarak 300 civarında işçiyi işten attı.

Sinter Metal’de 380 işçi çalışıyordu. Yaklaşık 280 işçi sendikaya üye oldu. İşçiler örgütlendiği anda patron bütün işçileri işten çıkarttı. İşçiler bir buçuk gün süren işgal gerçekleştirdi. Sendika aynı gün işçileri üretim bölümünden yemekhaneye taşıdı. Sonrasında ise işçilerin “geri olduğu”nu bahane ederek işgali sonlandırdı. Kapı önünde direnişe geçildi. Fakat aynı süreçte fabrika içerisinde üretim başka işçilerle devam ederken ses çıkarılmadı. Direniş pasif bir kapı önü bekleyişine çevrildi. Bir noktadan sonra geriye kalan 5-10 işçiyle direniş devam etti. Sonrasında ise sadece hukuksal süreç işletilirken 100’den fazla işçi sendikadan istifa etti.

Gürsaş’ta çalışan 46 işçinin 25’i sendikaya üye olduktan hemen sonra sendikayı tanımayan patron işten atma saldırısını devreye soktu. Atılan işçiler fabrika önünde direnişe başladı. Ancak sendika yönetimi “burada beklemeyin evinize gidin” diyerek başından itibaren direnişi sahiplenmedi. İşçiler sendika önlüklerini dahi zorlayarak alabilirken 100 metre uzaklıkta devam eden Sinter direnişiyle mücadeleyi ortaklaştırma çabalarına da engel oldular. Gürsaş patronunun fabrikayı başka yere taşıyarak örgütlenmeyi engellemesi karşısında, sendika hukuki süreç dışında adım dahi atmadı.

Samka’da çalışan 120 işçiden 65’i sendikalı oldu. Yetki tespitinin gelmesinin hemen ardından atılan 21 işçiden 11’i direnişe geçti. Bir süre sonra sendika yönetimi atılan işçilerle içerdeki işçilerin arasındaki bağı kesti. Patron fabrika içinde baskıyı arttırırken, sendikadan istifa etmeleri için işçilere rüşvet teklif etti. Sendika yönetiminin sessiz kaldığı bu süreci sendikadan istifalar izledi. Direniş ise hukuksal sürece bırakılarak sonlandırıldı.

Yakacık Valf’te sendikayı tasfiye etmek isteyen patron önce temsilcileri işten attı. Fabrikada artan baskılarla birlikte işçiler sendikadan istifa etti ve sendika tasfiye edildi. Sendika yönetimi ise bu saldırıları izlemekle yetindi.

Casper’da sendika yönetimi; atılan işçiler karşılığında patronla uzlaşarak sendikanın fabrikaya girmesini tercih etti.

Isuzu’da yaklaşık 180 işçinin atılması karşısında ise sendika yönetimi pazarlıkla patronla uzlaşarak süreci geçiştirdi.

White Cup-Amcor patronu “iş değişikliği” gerekçesiyle fabrikada çalışan yaklaşık 60 işçiyi parça parça işten atarak fabrikayı kapattı. Sendika yönetimi yine izleyici konumunda kaldı.

Akkardan’da ise kriz bahanesiyle patronun dayattığı “kısa çalışma ödeneği” ve ücretli izin saldırıları sendikanın “işimizi kaybetmeyelim” telkiniyle işçilere kabul ettirildi. Ancak ücretli izinler başlar başlamaz 26 Ocak 2010 tarihinde 109 işçi evlerine gönderilen tebligatlarla işten atıldılar. İşten atma saldırısına karşı komite kurarak direnişe geçen işçilerin yaptığı açıklama ise sendika bürokratlarının tutumunu ortaya koyuyor:

“Biz direnişçi işçiler için asıl acı olan, sendikalarımızın bu saldırılar karşısında korkakça davranmasıdır. Sendikalarımız ne işçilerin mücadelesine önderlik ediyorlar ne de kendilerinin dışında gelişen direnişleri yeterince sahipleniyorlar. Sendikaların başında bulunanlar, sendikalarımızı sınıfımızın mücadele örgütü olmaktan çıkartmış bulunuyorlar. Sendikalarımızı uzlaşmacı, işbirlikçi örgütler haline getiriyorlar. Patronlar işçileri işten atıyor, sendikacılar ise patronların bu saldırısına gerekçe üretiyorlar. İşten atmalara karşı mücadele örgütlemedikleri gibi, taban örgütlerini kurarak mücadeleye başlayan işçilere de köstek oluyorlar.” 

TİS ve grev süreçleri

TİS ve grev süreçlerinde ise sürekli olarak “işçilerin geri yanlarını” öne süren Birleşik Metal-İş bürokratları grev ve direnişlerden kaçındılar. Grev iradesini ortaya koyan öncü-ilerici işçileri ise “grevi karşılayacak bütçemiz yok” vb. söylemlerle ikna etmeye, o da olmadı baskılamaya çalıştılar. Kurdukları merkezi TİS komisyonlarının 4 ay boyunca toplanmaması ise bunun temsili bir iş olmaktan öte bir anlam taşımadığına işaret etmektedir. Hep işçilerin geri yanlarından dem vuran, sendikanın 70. kuruluş yılı etkinliğinde bir kez daha “Elimizdeki malzeme bu. Bu işçilerle bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” diyen Adnan Serdaroğlu ve diğer bürokratlar, işçiler grev ve direniş iradesi ortaya koyduklarında ise önlerini kesmek için ellerinden geleni yaptılar.

29 Ocak 2015’te başlayan grev öncesinde, Gebze’de yapılan mitingde Adnan Serdaroğlu’nun konuşması sırasında “Başkan bir kere grev desene!” diyen işçiler, sendika bürokratlarını grev kararı almaya zorladılar. Grev başladığı ilk gün yasaklanırken Ejot Tezmak ve Paksan işçileri fabrika işgaliyle yasağa karşı çıktılar. Birçok fabrikada ise işçilerin tepkilerine rağmen sendika yöneticileri işçilere işbaşı yaptırdı.

Ejot Tezmak’ta da bizzat sendika genel merkez bürokratları işçileri zorla iş başı yaptırarak iradelerini hiçe saydı. Bu durum karşısında iş yeri baştemsilciliğinden istifa eden İlker Tetik Kızıl Bayrak’a verdiği röportajda şunları söylemişti: “Kavel’lerden gelen, 15-16 Haziran’ları yaratmış Maden-İş’in işçilerine bugünkü jenerasyonla bu fırsat gelmişti. İşçiler hazırlıklıydılar da. Ancak birileri cesaret edemedi dersek çok doğru olur. Üzgünüz, yalnız kaldık. Bizimle aynı fikirde olan işyerleri direndiler, güçleri oranında birşeyler yaptılar ama maalesef ki sendikal bürokrasi direnişi sona erdirdi.

Metal işçisinin arkasında çok güçlü bir rüzgar vardı. Maalesef birileri bu rüzgarın koparacağı fırtınanın ileride başlarına bela olacağını düşündüğü için fırtınayı dindirdiler.”

Son olarak EMİS kapsamında gündeme gelen grevin yasaklandığını işçilerden gizleyerek, grev sabahı yaptıkları açıklamanın ardından işçileri evlerine gönderen sendika bürokratları tabandan gelen basınçla bir günlük fiili grev kararı almak zorunda kaldılar.

2017 MESS Grup TİS süreci yaklaşırken öncü-ilerici metal işçilerinin, sermaye ve devletinin yanı sıra sendikalarına çöreklenmiş olan bu bürokratik anlayışlarla da mücadele etmek zorunda kalacaklarını hatırlatmakta fayda var.