3. havalimanında çalışan ve Eylül ayındaki eylemlere katılan bir işçiyle çalışma koşulları ve eylemlerin etkileri üzerine konuştuk...
- 3. havalimanı şantiyesinde kölelik koşulları ne durumda? Eylül ayındaki eylemler sonrası ne değişti? Patronların sömürü ve baskı uygulamalarına dair örnekler verebilir misiniz?
- Eylül ayındaki eylemlerden sonra pek de değişiklik olmadı. Göz boyamalar oldu. Servislerin bekleme noktalarında basit değişikliklere gidildi. Yağmur için üst taraf kapatıldı, ama rüzgarda işe yaramıyor. İki gün önce bekleme esnasında 200’e yakın işçi toplandı, servisler yetişemiyor diye. İşçiler yeniden eylem havasına girdiler. Islıklar ve itirazlar başladı. Kamp alanı askeri kışlaya döndüğü için anında müdahale durumuna geçtiler. Hemen askerler ve zırhlı araçlar geldi. Herkes ister istemez sessizlik havasına geri döndü.
Servisle ulaşım eylemlere kadar çok sıkıntılıydı. 50 servis olması gerekirken 10 servis geliyordu. Servislere fazla sayıda işçi bindiriliyor, şoförlerin dikkati dağılıyor. Yollar zaten kötü ve yüksek hız yapılıyor. Sağlıksız koşullarda ulaşım sağlanıyor. Yeni servis koymaya başladılar ama yetmiyor. Yine kuyruklar oluşuyor. Dünyanın en büyük havalimanı yapılıyor, ama işçilerin koşulları asgari standartlarda bile değil.
Söylentiye göre, batmak üzere olan ve şehirlerarası taşımacılık yapan “Yeni Diyarbakır” diye bir firma ihaleyi alıyor. Eski şehirlerarası otobüsler şu an havalimanında ulaşımı üstlenmiş durumda. AKP yandaşı olmayıp da orada iş yapacak firma bir yana işçi bile bulmak zor.
Eylemler trafik kazasından sonra başladı. Hiç de planlanarak yapılmadı. Kazadan bir gün sonra onlarca işçi yağmur altında servis bekliyordu. İşçiler şantiyeye gidiyorlar, sırılsıklam. Kendisini mi kurutsun, işe mi başlasın, soğuk havada sağlığını mı düşünsün. İşçiler bunun için itiraz ettiler. Zaten iyice dolmuşlardı. Bir gün önce kazada arkadaşlarımız öldüğü için öfkemiz iyice birikmişti. Yağmurda bekleyen işçiler patladı.
Okuduğumuz kimi haberlere göre, birileri provoke etti, eylem önceden hazırlandı deniliyor. Böyle bir şey olmadı. İşçiler zaten öfkeyi biriktirmişti, bir anda patladı.
Bizleri “vatan haini”, “terör örgütü mensubu olmak”la suçladılar. Ama biz insani bir hakkımız için eylem yaptık. Ayrıca bu yapılan ilk eylem de değildi. Daha önce de eylemler yapıldı. Bunun farkı, diğerlerine göre daha fazla ses çıkarması idi. Daha önceki eylemlerde her taşeron ayrı ayrı şikâyet ediyordu. Bu eylemde işçilerin hepsi aynı sıkıntılara tepki gösterdi. Yemek ve yol herkesin problemiydi. Herkes itiraz etti ve daha çok ses çıkardı. Açılış olacak, ona müdahale edelim, diye bir düşünce yoktu. Önceden planlanan bir eylem değildi.
Dört işçi arkadaşımızı kaybettiğimiz kaza, on uçağın aynı anda iniş-kalkış yapabileceği bir alanda oldu. Kocaman alanda iki servis çarpıştı. Servis hep sorundu. Bu servisleri düzenleyen ana firmayı suçlamak lazım. Servisin eksikse servis ekle. Ya da işe başlama saatlerini değiştir. Ama 30 bin işçi aynı anda işe başlıyor, servis aracı yetmiyor. Hız yapıyorlar, bir an önce işçileri alayım, diğer işlerime koşayım diye düşünüyorlar. Bu da kazalara neden oluyor. Bugüne kadar ölümle sonuçlanmayan pek çok kaza oldu.
Yaptığımız iş çok büyük. 30-40 bin işçi çalışıyor. Kaldığımız yer, prefabrik teneke bir şehir. İş başlama saatleri ve yemek arasında çok kalabalık oluyor, adım atacak yer kalmıyor.
Yatakhaneler hâlâ sorun. Yeri geliyor su olmuyor, yeri geliyor kalorifer yanmıyor. Başımıza gelen bir olayı anlatayım. Yaklaşık 300 işçinin kaldığı bir koğuşu, işçilerin sadece üzerlerindeki kıyafetler bırakılarak başka bölgeye taşıdılar. Üç gün boyunca orada ilaçlama yapıldı. Döndüklerinde yine tahtakurusu sorunu çözülmedi. Sadece bir koğuşta bu ilaçlama yapılmıştı, medyaya ilaçlandı diye sunulmak üzere. Aslında tüm bölgeye yapılması, başka sonuç alıcı yöntemlerin kullanılması gerekiyordu.
Ulaşım zaten sorun. Yatakhaneden otobüs durağına gidene kadar sırılsıklam oluyoruz. Bekleme yerlerinde de durum düzelmedi. Yemekler berbat. İşçiler bunları yiyebilir mi, denetleyen yok. İşçilerin çoğu aldığı yemekleri olduğu gibi atıyor, kokusuna dayanılmıyor.
Banyo ve su konusunda sorunlar var. Geçenlerde dört gün boyunca su gelmedi. Kamp alanına su sağlayan göletin suyunun boşaldığını söylediler. Binlerce işçinin kaldığı yerin su sorununu düşünmemişler. Öğlen yemek için gidiyorsun, elini yüzünü yıkayacak su olmuyor. Yemek saatinden önce su tedarik edilmesi gerekiyor, depolar bomboş. Kirli ellerle yemek yiyoruz.
29 Ekim’den önce yemekhaneler çalışma alanına yakındı, açılıştan sonra havaalanı dışına çıkarıldı. 15 dakika gidiş, 15 dakika geliş. Servise binmek zaten bir sıkıntı. Yemekhaneye gidiyorsun 30 dakika geçmiş oluyor. Yemekhanede de sıra var, 10-15 dakika da orada geçiyor. Yemek alıyorsun, bakıyorsun 10 dakikan kalmış. Geri dönüşte en az 30 dakika geç kalıyorsun. Bu sefer ustalardan azar işitiyorsun.
29 Ekim’de açılış yapıldı. Ama havaalanı buna hazır değildi. Biz PR bölgesi diyoruz, uçakların yanaşıp yolcu aldığı yerler. Yolcuların gelip-gideceği alanlar yarım yamalak işlerle göstermelik açıldı. Kaba işleri bitmiş, tesisatlar vs. tamamlanmamış. Geri kalan alanlarda hiçbir iş yapılmamış, sıva, kapı vb. yok. Yüzde 30’u bitmiş, geri kalanı sadece kaba inşaat.
31 Aralık’ta Atatürk Havaalanı taşınacak deniyor. Oradan gelecek personelin yemekhane ya da başka ihtiyaçlarını karşılayacak alanlar yok. İlk açılan bölümdeki çalışan arkadaşlar evden getirdikleri ekmek araları ile sorunu çözmeye çalışıyorlar.
Bizleri 29 Ekim’e yetiştirmek için zorunlu mesailerle çalıştırdılar. 36 saat çalıştığımızı biliyorum. Çalışmak istemiyorsan kapının dışında buluyorsun kendini. Mecburi çalışıyorsun.
Ücret konusunda ben bir sorun yaşamadım. Ama başka arkadaşlar yaşıyor. Asgari ücret bankaya yatıyor, geri kalan elden veriliyor. Sigorta ona göre yatırılıyor. Ama bir durum daha oldu. Taşeron firmalarda yolsuzluklar oluyor. İş tecrübesi olmayan işçileri usta gibi gösterip, yüksek maaş yatırıyorlar. Daha sonra bu işçilerden fazla parayı geri alıyor. Fazla mesai yapıyor, bunun üzerinden de komisyon alıyorlar.
- Havalimanı inşaatı iş cinayetleriyle gündem oldu. AKP iktidarı bu konuda en son 52 rakamını verdi. İş kazası ve cinayetinin örtbas edilmesi çabalarına tanıklığınız oldu mu?
- Örtbas edilen iş cinayetlerinden birine bizzat şahit oldum. 50 metre ileride bir arkadaşın üzerine cam blok düştü. Cam bloğun ağırlığı 500 kilo ile bir ton arasında değişiyor. Kazanın olduğu yerde toplanırken iş güvenliği uzmanları ve güvenlik de geldi. Bu arada ambulans geldi. Bu olayın yaşanması ve hiçbir şey olmamış gibi işin devam etmesi arasından 10 dakika geçti. Bu arkadaşın akıbetini bilmiyoruz.
Açıklanan rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Bu rakamın daha fazla olduğuna adımız gibi eminiz. Bizzat görmesek de yatakhanede bunlar konuşuluyor. Bataklık bölgesi kapatılırken bile bir sürü cinayet olduğu söyleniyor.
Şantiye sahasında baretsiz çalışmamız gereken yerler var. Kemeri takıyorsun, eldiven kullanıyorsun. Ama tavanda çalışırken, baretler sürekli düşüp duruyor, dikkatiniz dağılıyor. İş kazası geçirme ihtimaliniz artıyor. Baretsiz çalışsanız iş güvenlik uzmanı müdahale ediyor. Çalışma sahasında gerekli önlem alınsa, üstü kapanması gereken yerler kapansa sorun çözülür. Biz bunu defalarca söyledik ama çözüm olmadı.
Ayakkabı, baret, iş montu ve yelek... Kişisel koruyucu donanım malzemelerini büyük firmalar zaten veriyor. Ama daha küçük taşeronlar vermiyor. Kış koşullarına dayanıklı ihtiyaçlar da karşılanmıyor.
İş cinayetleri dışında büyük ve küçük çaplı çok sayıda iş kazası yaşanıyor. Bunların sorumluluğu çoğu zaman işçiye yükleniyor. Biz sorunlu yerleri gösterdiğimizde sorunu çözmüyorlar ama iş kazası olunca hemen kapanıyor. İş güvenliği uzmanlarının gücü yelek, baret ve ayakkabıya yetiyor.
- İşçilerin eylemlerinin ardından devletin şantiyeye yönelik baskıları, kolluk güçlerini yığması basına yansıdı. İşçilere yönelik nasıl bir baskı oldu?
Aynı yatakhanede yattığım işçi arkadaşımdan çok güvenlik güçlerini görüyorum. Sağıma baksam güvenlik, soluma baksam güvenlik. Nereye baksam panzer, nereye baksam zırhlı araç. Sanki askeri kışladayım. Eylemlerden hemen sonra burası kışlaya döndü. Polis, jandarma, özel tim, özel harekât, toplamda dört bin kişinin geldiği söyleniyor.
Eylem sabahı 03.40 sıralarında odaların kapıları koçbaşları ile kırıldı. Halbuki o işçiler sabah kendi haklarını istemiş, insanca çalışma talep etmişlerdi. Yapılan açıklamalar çok garip. Yok roketatar sokmuşlar, zırh delici silahlar varmış. İnsanları kamu malına zarardan suçlayan polisler, kapıları kırarak kamu malına kendileri zarar verdiler.
- İşçilerin ve sendikacıların tutuklanması, işten çıkarmalar ve artan baskılar, çalışmaya devam eden işçiler tarafından nasıl karşılandı?
Eylemi yapanlarda yapmayanlara da “AKP karşıtı, FETÖ’cü, vatan haini” olarak gösterildiler. “Bunların derdi havalimanını açtırmamak” deniyordu. Oysa insanlar haklarını istiyorlardı.
İşçiler eylemlerden sonra, AKP karşıtı olsun ya da olmasın, haklarını talep ettiklerinde başlarına neler gelebileceğini öğrenmiş oldular. Bugüne kadar gözlerinin görmediği şeyleri görmüş oldular. Mesela yüzde 90 AKP’ye oy çıkan bir köyden iki işçi vardı. Biri işe yeni başladığı için giriş kartı yoktu, bu nedenle suçlanıp tutuklandı. Diğeri eylemi izlediği için tutuklandı. Hâlâ yargılanıyorlar. Böylece gözdağı vermiş oluyorlar.
Hâlâ sorunlar giderilmiş değil. Burası askeri kışlaya döndüğü için, ses çıkarınca tepemize biniyorlar. Ama işçiler öfkeli. Islık çalma, alkış eylemi yapılıyor. Güvenlik gelince sessizliğe bürünenler eninde sonunda patlayacaklar. Bazı konuları çözmek için iş kazalarının, cinayetlerin olmasını beklememek gerekiyor. İlla bir felakete gerek yok. Birlik olduğumuz koşullarda sorunların üstesinden gelebiliriz.