Asgari ücreti işbaşındaki hükümetle kapitalistlerin örgütlerinin temsilcileri belirliyor. Türk-İş konfederasyonunun ağaları ise, adet yerini bulsun diye o masaya “konu mankeni” sıfatıyla oturtuluyor. Bu görüntü ile hükümet, patron örgütleri ve işçi sendikalarının asgari ücreti birlikte belirdiği yanılsaması yaratılmak isteniyor. Ancak bu palavrayı yutabilecek kimse kalmadı. Zira Türk-İş ağalarının saraya dalkavukluk yapmak dışında bir meziyetlerinin olmadığını artık tüm işçiler biliyor.
Asgari ücreti belirleyen, esas olarak işbaşındaki hükümettir. Kapitalistlerin örgütlerinin taleplerine göre kararı hükümet veriyor. Seçim gündemde olduğunda asgari ücret bir nebze arttırılır. Diğer yıllarda ise hükümet kapitalistlerin uygun gördüğü ücreti esas alır. Yani asgari ücreti 19 yıldan beri AKP belirliyor. 2015’ten bu yana ise, AKP-MHP koalisyonu belirliyor. Bu sürede reel asgari ücrette görülen erime, din simsarı AKP ile şovenizm zehri yayan MHP’nin emekçi düşmanlığında tüm emsallerini fersah fersah geride bıraktıklarını ispatlıyor.
AKP’nin sermaye ve emperyalistler tarafından işbaşına getirildiği 2002’den bu yana Türkiye ekonomisi çok büyüdü. Birçok şirket servetini kat kat arttırdı. AKP’nin ideolojik çizgisine angaje olan yeni bir kapitalist sınıf oluşturuldu. Büyük ihale alan “beşli çete” ile diğer yandaş şirketler TÜSİAD kodamanlarıyla yarışır hale geldiler. Yani bu 19 yılda dev bir servet birikimi yaratıldı. AKP şefleriyle kapitalistler bu devasa servete el koyarken, bu serveti yaratan işçi sınıfıyla emekçilerin “milli gelir”den aldıkları pay sürekli düşürüldü. İktidar tarafından “genel ücret” haline getirilen asgari ücret reel açıdan sürekli eritildi. Yani saray saltanatı kuran AKP şeflerinin, yandaş sermaye ve diğer kapitalist şirketlerin serveti katlanırken, bu serveti üreten milyonlarca emekçi derin bir sefaletin içine itildi.
DİSK-AR tarafından hazırlanan “asgari ücret raporu” işçiler için yaratılan sefalet uçurumunu gözler önüne seriyor. Bu arada büyük bir işçi kitlesinin asgari ücret bile alamadığı, çok daha düşük bir ücrete çalıştırıldığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerek. Bir yıllık asgari ücretin toplam satın alma gücünün çeyrek altın üzerinden karşılaştırıldığı çalışmada, çarpıcı sonuçlar çıkıyor. DİSK-AR Raporu’ndaki karşılaştırma sonuçları şöyle:
“Merkez Bankası’nın yıllık ortalama Cumhuriyet altını fiyatlarına göre 2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarı ile 25 altın alınabilirken 2021’de yıllık net asgari ücretle sadece 10,4 ve güncel fiyatlara göre ise 7 Cumhuriyet altını alınabilmektedir.”
“Yerli/milli” zırvalarıyla emekçileri aldatmaya çalışan AKP-MHP rejimi, aileleriyle birlikte on milyonlarca kişiyi bulan asgari ücretlileri bu kadar yoksullaştırmıştır. Mafyatik talan rejimini ayakta tutmak için uyguladıkları politikalarla asgari ücret erimeye devam ediyor. TL’nin hızla değer kaybetmesiyle fiili bir devalüasyona giden saray rejimi, görülmemiş bir hızla ülkeyi içine ittiği sefalet çukurunu günbegün derinleştiriyor.
Asgari ücret, sadece bu ücretle çalışanları değil, Türkiye işçi sınıfını ilgilendiriyor. AKP-MHP rejiminde asgari ücret hem en alt sınıra çekildi hem “olağan ücret” haline getirildi. İşçilerin büyük çoğunluğu asgari ücretle, bir kısmı daha düşük bir ücretle, daha az bir kısmı ise, nispeten daha yüksek bir ücretle çalıştırılıyor. Yani halen açlık sınırının altında olan asgari ücret, Türkiye’de “ortalama/olağan ücret” haline getirilmiş durumda.
AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de ekonomik büyüme ile övünürken, uluslararası sermayeye “bize gelin, burada işçilik maliyetleri Çin’den daha düşük” diye döne döne çağrı yapması, hatta yalvarması boşuna değil. Aileleriyle birlikte işçileri nasıl bir sefaletin içine ittiğini o da çok iyi biliyor. Avenesiyle birlikte ülkeyi yağmalayıp saraylarda yaşayan bu asalak azınlık, sermayenin çıkarları için milyonları sefalet çukuruna itecek kadar pervasız olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Bu koşullarda vergiden muaf, insanca yaşamaya yeten asgari ücret talebini kazanıma dönüştürmek, siyasal bir mücadele sorundur. Zira karar verici olan bizzat AKP-MHP rejimidir. İşçi sınıfının kendisine dayatılan bu onur kırıcı korkunç sefalet zincirlerini kırabilmesi için, doğrudan saray rejimine karşı direnişi geliştirmesi gerekiyor. Din taciri şoven rejimin dayattığı sefalet zincirlerini kırmak, ancak bu mücadeleyle mümkün olabilir.