Suavi: “Gerçek sanatçı halktan ve emekten yana tavır almak durumundadır”

Uluslararası Sanat, Kültür ve Edebiyat Merkezi’nin (KuKuLi) 3. İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Festivali’nde Suavi’yle yaptığı söyleşi...

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 05 Temmuz 2018
  • 19:07

- Sevgili Suavi, sanat nedir ve kim için sanat?

Sanat, olmayan bir şeyi vücuda getiren, insanların daha keyifli, yaşamdan daha zevk alarak, daha estetik dolu bir dünyayı nefesleyebilmesi, soluyabilmesi, gözlemleyebilmesi için yarattığımız, -Picasso’nun söylediği gibi- tamamlanmamış taslak olan bu dünyanın üzerine ilave ettiğimiz şeylerdir, değerlerdir. Tek başına müzikten ibaret değildir kuşkusuz. Müzik tabii ki kaçınılmaz dallarından bir tanesidir. Yontudan tutunuz resme kadar, şiirden tutunuz edebiyata kadar, hatta mimariden sinemaya kadar tipik bir anneliktir. Örneğin, olmayan bir şeyden pırıl pırıl bir evlat doğurmaktır. Hayata katkı sunan, hayata asalak olmayan, mutlaka yaşamı estetize eden bir değerdir sanat. Zaten sanatın içinden estetik kavramını çıkartırsanız, geriye gerçekten çok fazla bir şey kalmaz.

Kuşkusuz, tabii ki sanat insan içindir, halk içindir. Ve kendini halk için ve insan için bir şeyler üretmeye adayanlar; bunca olumsuzluk yaşanırken, insanların yüzüne bir parça tebessüm çalabilmenin, onlara umut enjekte edebilmenin, onların direncini, motivasyonunu artırabilmenin, daha güzel bir dünya görmelerine hizmet etmenin karşılığında sanatı gerçekten halk için yapan insanlar, öncellikle de mağdur olandan, halktan ve emekten yana tavır almak durumundadırlar. Bu yanıyla kuşkusuz sanat sanat içindir diyenlerden değilim. Sanat benim için bir halk çalışmasıdır, insana bir yatırımdır. Ve bu anlamda sanatçı da halkından, insanından, geldiği topraklardan ve kendi öz değerlerinden yana, bu işi evrenselliğe doğru taşımak zorundadır.

- Uzun süredir alabildiğine sanatta, halk kültüründe ciddi bir yozlaşmayla yüz yüzeyiz. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Sizce alternatif sanat ne yapmalı?

Emperyalizm ve onun tüm katmanları dünyayı yozlaştırmak üzerine, istismar etmek üzerine, insanların bütün değer yargılarını allak bullak etmek üzerine kurulmuş bir yapı aynı zamanda. Dolayısıyla sanat da insanlara direkt ulaşan, gerçekten insanları yüreğinin en derininden kavrayan bir alan olduğu için, emperyalist ülkeler özellikle sanat alanını büyük bir sektöre dönüştürmüşlerdir. Endüstriyel bir hale getirmişlerdir. Kuşkusuz ben sanatın yararlanacağı teknik gelişmelere karşı değilim, ancak sanatın içerisine endüstriyel faktörler girdiğinde, sanatı endüstriyelleştirdiğiniz andan itibaren, sanatçının, yani gerçek doğuranın oyunun dışına itildiği bir şeye tanıklık edersiniz. O zaman, portatif ve gerçekten fabrikasyon bir üretime doğru giderler ve tamamen tüketim merkezli bir yaşam inşa edilir bunun üzerine.

Oysa sanat, üretim merkezli bir hayatın ta kendisidir. Sanat, üretir. Kendisini eleştirir ve yeniden üretir. Ama sermaye üretmez. Sermaye aynı zamanda tüketimin de ta kendisi olduğu için, bu bilincin içerisinde olduğu için, tükettiremezse üretemez. Tabii ki insanlara en kolay ulaşım yerlerinden birisi olan sanat kurumunu bir anlamda işgal etmişlerdir, hayatınızın her yerini işgal ettikleri gibi. Ve hem temsilcisi sanatçılar üzerinden, hem de ürettikleri -tırnak içinden söylüyorum- eserler üzerinden hayatı yozlaştırmışlardır.

İşte pop-kültür bu anlamda böyle bir kültürdür. Bunu pazarlarlar. Ertesi günü de bayatlamış mısır gibi ve hiç kimsenin yüzüne bakmadığı bir yere doğru çevirirler, yeni bir koku üretmeye çalışırlar. Biz buna sanat demiyoruz. Çünkü sanat, -tekrar söylüyorum- kalıcı olan sanat aynı zamanda hayatımıza değer katan, estetik katan, derdimizi bölüştüğümüz, derdimizi yüklediğimiz ya da neşelendiğimiz bir üretimdir. Okumak, bakmak vs. gibi eylemlerimizde bizim beş duyumuza da hitap eden, bize çok şey katan değerlerdir. Evet, yozlaşmış bir hayat var, yozlaştırılmaya çalıştırılan bir yaşam var. Bu noktada emperyalizmi iyi incelemek ve gerçekten anti-emperyalist, anti-militarist bir sanat kolunun üzerinden halka doğru, emeğe doğru ve sınıf bilinciyle dünyaya bir şeyi monte etmek gerektiğini düşünüyorum.

- Bu bağlamda genç sanatçı dostlarımıza neler söylemek istersiniz?

Dayatılan sanat, tabii büyük kuşatma şu an. Onların içerisinden özellikle kirletilmiş bir internet işgali yaşıyoruz. Burada da muazzam bir bilgi kirliliği var. Ve sanat adeta sadece müzikten ibaretmiş gibi alınır bir noktaya geldi. Dolayısıyla, önce sanat dediğimiz o kocaman aileyi bütün parametreleriyle çok iyi tanımalarını öneririm. Bu çok önemli. Sanat nedir? Yani, edebiyatı bilmeden, yazmayı bilmeden, şiiri tanımadan, heykeli tanımadan, plastik sanatların içine komple girmeden, resmi görmeden, müziği ve enstrümanı tanımadan, bu anlamda kendi kültürüyle ilişkilendirmeden, kendi kültüründeki sanat anlayışını evrenselleştirmeden yol almak mümkün değil. Kısaca, sanat yerelden ulusala -ulusalı siyasi anlamdan söylemiyorum-, ulusaldan ve evrensele yürüyen bir geniş yelpazedir. Evrenselleşemediği oranda sadece yerel kaldığında yapılanamaz. Genç arkadaşlara tek önerim şudur; yerelden bağımsız asla olmaz, ama yerelle yetinmek asla olmaz. Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele yürüyen bir çizgi oluşturmak lazım.

- Son bir sorum olacak. Bugün “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” şiarıyla düzenlenmiş olan festivale katıldınız. Memleketlerinden binlerce kilometre uzakta olan sevenlerinizle buluştunuz. Festivalde nasıl bir duyguyla ayrılıyorsunuz?

Doğrusu, biz bu işleri yaparken birbirimizi kollayan bir yerden yola çıkamıyoruz. Örneğin, ben ciddi deneyimler yaşamış bir arkadaşınız olarak yüzlerce festivale katıldım. Ama hep gördüm ki müthiş kesişmeler var, çakışmalar var. Adeta art niyet kokuyor gibi zaman zaman yansıyabiliyor. Oysa sizlerin bugünkü koşullarda buralarda bir hizmet üretmeniz, bu anlamda halkı yan yana getirmeniz, bu tür festivalleri sürdürebilmeniz, dayanışmadan ve kabulden geçmektedir. Ama maalesef dayanışma yerine adeta birbirlerinin önünü kesercesine farklı eylemliliklere bölününce, çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

Ben bugün burada yaşadığım dostluklardan, kurulmuş teknik altyapıdan, kullandığımız mekandan, katılımcı insanlardan yana kuşkusuz en ufak bir rahatsızlık duymuyorum. Hatta, herkese teşekkür borçluyum. Ancak, katılımın yeterli olup olmadığını sorguladığımda, bu emeğin karşılığı da bu değil, Suavi’nin karşılığı da bu değil anlamında yetersiz bulduğumu ifade etmek isterim. Bunun nedeni, söylediğim gibi, birbirimizin eylemliliklerine saygılı davranmıyoruz, adeta biri diğerini yok sayarak yol alıyor.

Oysa biz aynı düşünce ailesinin çocuklarıyız. A veya B yerden geliyor olabiliriz. Ama bizim en azından işçi sınıfının yanında olma konusunda ya da emperyalizme karşı, savaşa karşı, militarizme karşı çok net bir tavrımız var. Dolayısıyla, küçük farklılıklarımızı ya da yaşamı iyi sorguladığımız yerde karşı karşıya kaldığımız çelişkilerimizi bir yana bırakalım. Bunları tartışırız, bunlar eleştiri-özeleştiri temelinde ele alınabilir. Ama birbirimizin bunca emeğini adeta boşa düşüren bir ön almaya doğru yapılanırsa bu ilişki yumağı, birbirimize rekabetçi bir noktaya doğru gelirse, hoş olmaz. İşte bugünkü tabloda nerdeyse iki bin, üç bin insanı umduğumuz bir yerde bin insanla geceyi tamamladık. Bunun kendi adıma hüznünü taşıyorum. Benim emeğim de bunu hak etmiyor, buradaki arkadaşların emeği de bunu hak etmiyor. Dilerim bundan sonraki süreçlerde herkes birbirini kollayarak, hatta birbirine yaslanarak hareket eder. Çünkü, çağ dayanışma çağı. Eğer dayanışamazsak, yoldaşlaşamazsak, arkadaşlaşamazsak bugünkü bu anlamdaki hüsranı yeniden yaşamamız kaçınılmaz olur. Dilerim bundan hızla uzaklaşırız. Onun için herkesin emeğine teşekkür ediyorum. Ben kendi adıma elimden geleni yaptım. Arkadaşların da elinden geleni yaptığını görüyorum.