“Han’da yaşayan Koçgirili Kürt çocukları, ırmağın karşı yakasına 'ütay' derler. Ütay düştür. Ütopyadır. Irmağın karşı yakasına geçmek, dağların arkasına sarkmak, yeni bir coğrafyayı keşfetmek... Tutkudur. Ütay türküdür. Türkü, tek tek ütopyaların keşfidir.”
Hasret Gültekin 1972’nin 1 Mayıs'ında Ütay’da Alevi/ Zaza kökenli bir ailede doğar. Ütay, Kızılırmak Nehri’nin yanında Sivas/İmranlı’nın (Koçgiri) Han Köyü’dür. Hasret, Koçgiri İsyanı’nın lideri Alişan’ın torunudur. Madımak Oteli’nde katledilişine kadar 23 yıllık yaşamında geride pek çok eser ve Ütay’ı bırakmıştır.
Hasret çok küçükken ailesi İstanbul’a göç eder. Bir gün annesiyle evin bodrumuna iner, orada kırık bir bağlama bulur, alır eve getirir. O kırık bağlamadan başlar Hasret’in hikayesi. O günden sonra elinden düşmez Hasret’in bağlaması. Deyişlerden, türkülere tüm yöreleri çalar Hasret. Bir yandan şiirler yazar, bir yandan farklı olan müziği arar. Kadıköy Anadolu Lisesi’nde öğrenimine devam ederken okuldan sık sık kaçarak bağlama ustalarının yanına gider. Bu dönemde okul arkadaşları Hasret’i bağlamasından ayrı hatırlamıyor. Hasret bağlamayı ustalardan öğrenir, sürekli araştırır. Lisedeyken onun müziğe duyduğu sevdası derindir, 16 yaşında ilk albümünü çıkarır: “Gün Olaydı”. Hemen ardından ilk resitalini Kadıköy Moda Sineması’nda verir.
Hasret üretirken çok araştırır, çok okur. Anadolu tarihini Pir Sultan’dan Şeyh Bedrettin’e, Koçgiri İsyanı'na ince ince araştırır. Anadolu’da dilden dile gelmiş türküleri, ağıtları arar, dengbejleri (halk ozanları) ziyaret eder. Yanından hiç eksik etmediği boş kasetler ve teyp ile dengbejleri, ağıt yakan Anadolu kadınlarını, doğadaki kuş sesinden su sesine her şeyi kaydeder. Bu kayıtlar Hasret’in müziğe bakışıdır. Onun için halk müziği bu doğa kadar çok çeşitli, berrak ve açıktır. Pir Sultan deyişlerinden, Ege bölgesinin türkülerine, zeybeklerine, Rumeli ezgilerine, Zazaca ve Kürtçe türkülere değin çok yöreden ve çok dilden beslenir. “Türkülerimiz enternasyonalist. Enternasyonalist olmayan insanın ütopyası da olamaz; olsa bile siyah-beyazdır. Bizimkisi ise mavidir” der. Onun için müzik enternasyonalisttir. Bunu yaptığı müzikte kendine has yarattığı özgün tarzla da ifade eder. Değişik müzik türlerini, halkların etnik müziklerini araştırır. Birçok enstrümanı (kısa-uzun saplı bağlama, cura, kaval, kabak kemane) ve bağlamada da “şelpe” denilen tekniği kullanarak özgün bir tarz yaratır müziklerinde. O halk müzikleriyle halkın senfonisini yapar “çok sesli, çok dilli, çok ezgili.”
1989’da “Gece ile Gündüz Arasında”yı, 1991’de “Rüzgarın Kanatlarında’ albümlerini yapar. Hasret’in Kürtçe müziğe verdiği ayrı bir önem de vardır. Bunu yaparken “Ciddi ve titiz olmak gerekir. Yoksa Türk halk müziği gibi resmi ideolojinin yanlış değerlerine kalır yozlaştırılır” der. 1990 yılında müzik yönetmenliğini yaptığı “Newroz” kaseti Kürtçe müzik yasağını delen ilk albümdür. Bu dönemde Kürtçe müzik piyasalaştırılmaya da başlanmıştır. Hasret’in “Mem talan olur / Zin ziyan olur / ben yine bu ellerde/ Gül dere dere yaşarım” dizeleri belki de bunu anlatır…
Nisan 1993’e gelindiğinde Hasret, Yunan müzik grubu Prosechos ile birlikte “Ege’nin İki Yakası” ismini verdikleri dostluk resitalini Ankara, İzmir, İstanbul’da gerçekleştirir. Prosechos’un anlatımına göre kucak dolusu çiçekle Kordonboyu’na inerler bir resital sonrası, Hasret denize bakar “‘Bu çiçekleri burada denize dökülen, yaşamlarını savaşta yitiren tüm insanlar için, Ege’nin iki yakasında ve dünyanın hiçbir yerinde bir daha savaş olmaması dileğiyle denize atalım” diyerek çiçekleri denize bırakır.
Hasret Gültekin’i 23 yıllık yaşamında unutulmaz kılan şey nedir? Çok araştırması mı, çok okuması mı, yahut müzik anlamında iyi bir tekniğe sahip olması mı? Kuşkusuz bunlar önemli bir yerde duruyor. Ancak Hasret’i Hasret yapan şey onun müzikte geçmişi ve geleceği birleştiren bakışıdır, Pir Sultanlar’dan Karacaoğlanlar’a, Nesimiler’e varana dek büyük bir kültürel mirası güncelliğinde işleyebilmesidir. Her yörenin, her sesin ve ezginin geçmişini gelecek ile harmanlamıştır. Yeni ve özgün bir tarz yaratmıştır. “Her şey satılıyor. Ev, araba, ekmek, ayakkabı... Sevginin; yani bülbülün güle, Mem’in Zin’e, Ferhat’ın Şirin’e duyduğu sevgi insanlar var olduğu sürece satılmayacağına göre türkülerin güncelliği ve çağdaşlığı da tartışılmamalı” der.
Sevdanın güzelliğinde,
Canın cana hasretinde,
İnançlı yürekleriyle,
Kavganın ateşlerinde,
Yananlara selam olsun
1993 yılına geldiğinde Hollanda’da bir üniversite Hasret’ten Anadolu müziği hakkında ders vermesini ister. Hasret titizdir, “Batı müziğine hakim değilim” diyerek teklifi reddeder. Köln’de üniversiteye başvurur müzik eğitimi için. '93 Eylül’ü gibi başlayacaktır, başlayamaz.
2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal şenlikleri için Sivas’a gider. Madımak Oteli’nde 8 saatlik taş yağmurunun ardından yakılarak katledilir. Tıpkı Pir Sultan’ın 16. yüzyılda Hızır Paşa’larca katledilişi gibi. TV’lerden canlı yayınlanan Madımak Katliamı’nda 33 insan yaşamını yitirir. Çok küçük yaşlardan beri şiir yazan Hasret, kendine yazmıştır belki de bu şiiri:
“Çürür düzen zulüm biter
Kar altında gülüm biter,
Vakit ulaşır yolum biter,
Birde yasak adım kalır,
Toplatılır yazılarım,
Yakılır dizelerim,
Kurutulur gözlerim,
Geride genç ölüm kalır.”
Ve şimdi 23 yıl geçti, Hasret’in ömrü kadar zaman geçti aradan. 23 yıla daha neler sığdırırdı sorusuna cevap vermek zor. 6 yıla çok değerli, özgün eserler sığdıran bir insan. Ve bugün Kızılırmak Nehri’nin yanında Ütay’da sarı sıcak topraklarda anıt mezarda bir konserinde söyledikleri yazar:
“Ve dünya alışkanlıktan değil, sevgiyle mutluluktan dönsün diyor; hepinizi yüreğinizden öpüyorum…”
Hasret’i anmak, anlamak ve tanımak gerekir. Bugün bu toplumun yarattığı ileri bir değerdir Hasret Gültekin. Ve bizler, kavganın dilini, türküsünü tarihten beslenerek yazıyoruz; Pir Sultan’dan, Karacoğlan’dan, Hasret’e...
İ. Y. Gün
(kaynakça: hasretgultekin.com)