Devrimci sinema sanatçısı Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden 32 yıl geçti. Kendisi sanat, siyaset, edebiyat, mücadelenin çeşitli alanlarında birçok üretimde bulunduğu gibi O’nun üzerine de çokça yazılar yazıldı. Yazılarda Güney’in ürünlerinde mücadelenin birçok yönü öne çıkmakla beraber daha çok gerçekçi-toplumcu yönü göze çarpmaktadır. Her bir eserinde toplumun şu ya da bu yönünü mercek altına alarak, gerçeği olduğu gibi ortaya koymuş, yerine göre bu gerçeği karşıtı ile beraber işleyebilmiş, eleştirebilmiştir.
Peki, Güney’de böylesi gerçekçi-toplumcu yön nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Bunun için Güney’in yaşamını incelememiz gerekir. Bir kişinin devrimci bir kimlik olabilmesi için asgaride olması gereken şeyler sınıf kimliği, ideolojik kimlik, politik yaşam ve örgütlü bilinçtir.
Güney, sınıfsal olarak baktığımızda yoksul bir aile yapısından gelmekte ve yaşamsal anlamda son derece zorluklar çekmektedir. Kürdistanlı ve yoksul bir ailenin çocuğu olmak bile bize sınıfsal anlamda veriler sunmaktadır. Güney, yaşamında tavrını devrimci mücadeleden, işçi ve emekçilerin kurtuluşu mücadelesinden yana koymaktadır. İşte bu tercihteki en önemli etkenlerden biri de bu sınıfsal gerçekliktir. Düzene ve sömürüye karşı olmasında tam da o sömürünün bir muhatabı olması yatmaktadır. Yani onun için düzen karşıtlığı zoraki değil fakat doğal bir süreçtir.
Ayrıca Güney, bu ezilmişliği, sistemin ötelenmiş bir sınıfına ait olup sisteme karşı duyulan öfkeyi yaşamının ilerleyen evrelerinde ideolojik bilinç ile birleştirebilmeyi başarabilmiştir. Böylelikle herkesin bildiği gibi sermaye düzeni nezdinde haylice tehlikeli bir kimlik haline gelmiştir. Kürt sorunu, düzen/devrim ilişkisi, yozlaşma vb. gibi devrimci mücadelenin kapsam alanındaki birçok konuya kafa yormuştur. Bu alanda her daim üretmiş ve sanatını da bunun bir aracı yapma, kitleleri aydınlatma, bilinçlendirme ve işçi-emekçileri kendi gerçekleri ile yüz yüze getirme mücadelesi vermiştir. Tam anlamı ile bilinçlenmeye başlaması ile yaşamını buna adamıştır.
Yılmaz Güney devrimci bilinç ile sinemayı başarılı bir şekilde birleştirebilmiştir. Bu başarıyı sürekli kılmış ve üretiminde hiçbir şekilde aksama olmamıştır. Öyle ki Fransa’da birçok eseri yakılmış, yok edilmiştir. Hapiste, sürgünde ve en zor koşullarda dahi -sadece sinema anlamında değil- sürekli üretmiştir. “Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır” sözü Güney’de vücut bulmuştur. Hiçbir zor koşul Güney’i mücadeleden alıkoyamamıştır. Güney politik yaşamını (Kürt sorunu, kadın sorunu vb. gibi) birçok alanda sürdürmüş ve sorunlar karşısında net tutum almıştır.
***
Bugün en önemli ihtiyaç bu kimliği işçi sınıfı ve emekçilere ulaştırabilme yollarını bulabilmektir. Güney sineması “sol kitlelere” sıkışmayacak kadar değerli ve gereklidir. Güney yeni bir şey icat etmemiş fakat dönemindeki toplumu son derece başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Günümüzde gerek filmlerde gerekse de dizilerde sadece –zenginliğinin nereden geldiği belli olmayan- burjuvaların, “hali-vakti yerinde” tiplerin yaşamları anlatılmakta ve işçi ve emekçiler bu vitrinlere özendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çelişik durum ise kısa yoldan zengin olma fikrini emekçilerin aklına sokmakta ve bunun sonucu olarak da yozlaşma kaçınılmaz bir hal almaktadır.
Fakat Güney sineması, işçi ve emekçilere gerisin geri onların yaşamını çarpıcı bir şekilde anlatarak, toplumu kendi yaşam gerçeği ile yüz yüze getirmektedir. Aslında Güney, ürünleri ile emekçileri tokatlayarak ayıltmaktadır. Dolayısıyla devrimci sınıf çalışması açısından da Güney sineması işçi sınıfı ve emekçiler ile olabildiğince her vesileyle bir araya getirilmelidir.
Yılmaz Güney işçi sınıfının, onun yarattığı mücadele değerlerinin ve gelecek sınıfsız toplumun bir parçasıdır. Bu yanı ile Güney’i her türlü saldırı karşısında sahiplenmekten de öteye geçmeli, onu mücadele alanlarında sineması ile devrimci kimliği ve politik tutumu ile yaşatmalıyız. Bu, herkesten önce biz sınıf devrimcilerinin görevidir. İşçi sınıfına, işçi sınıfını anlatan ve onun mücadelesini aşılayan sanatçılar gereklidir. Yılmaz Güney tam olarak böylesi bir değerdir. Onun şu çağrısını işçi sınıfı ve emekçi kitlelere ulaştırmak, bu değeri yaşatmanın en devrimci yoludur:
“Bir tek kurtuluş vardır: Devrim!”
F. Deniz