Filistin Direnişi’nin ve İntifada’nın yürekli şairi: Mahmud Derviş - C. El Hayek

Kimdi Mahmud Derviş? On binler sorunun cevabıydı; çocukları öldürülen analar, eşi-sevdiği şehit düşmüş gençler, okul sıralarına tebessümleri takılı kalan “küçük generaller”, Filistin’in fedakâr işçileri ve Filistin halkının asla susturulamayacak sesi.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 27 Ağustos 2017
  • 05:53

“ölümlerden geliyorum şarkı söyleyerekten,
geliyorum yaşamak için.
bırak, ışıldayan bir yara
bağışlasın bana sesini,
bırak da kinler büyüsün,
kafeslerin içimde ektiği,
bırak, uzlaşmazlık çıksın ortaya,
yıkımların doğurduğu.
yaramın üstünde yürümeyi öğretti
bana celladın bıçağı.
yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi.
direnmeyi öğretti.
direnmeyi.”

Filistin… İşgalin, zulmün, acının ve elbette ki direnişin eksik olmadığı coğrafya.... Filistin halkı 1936’dan bu yana ırkçı-Siyonizm’e ve emperyalizme karşı kan ve can pahasına kahramanca bir direniş vermektedir. Zira siyonist işgalciler klasik bir sömürgeciliğin ötesinde belki tarihte eşine az rastlanır bir katliamcı kimliğe sahiptir. Filistin’i işgal ediyor ve Filistin halkına nefes alma hakkı dahi tanımayıp topraklarına yerleşiyorlar. Fakat yine de tarihte eşine az rastlanır bir direnişle karşılaşıyorlar. 80 yılı aşkındır Filistin halkı işgalciye boyun eğmiyor. Filistin direnişi işgale karşı kendine özgü askeri-politik yöntemler geliştirirken (gerilla savaşı ve intifada gibi) aynı zamanda direniş kendi kültürel-edebi dilini de yaratmıştır.

Kuşkusuz Filistin direnişinin en önemli edebi temsilcisi şair Mahmud Derviş’tir. Derviş yazar-şair kimliğinin yanı sıra politik-eylemci kimliğiyle de Filistin direnişinin içindedir, direnişin içinden doğmuştur. Onun ve şiirlerinin hikayesi bütün bir Filistin halkının hikayesidir.

“Kendi Toprağında Sürgün”

Derviş’in 1941 yılında doğduğu Celil bölgesindeki El-Berva köyü 1948’de, Nakba (Büyük felaket: İsrail’in kuruluşu) senesinde siyonistler tarafından yerle bir edilir. Derviş altı yaşındadır ve sürgün hayatı başlar. O dönemi, “Çocukluğum, tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. 1948 yazının o gecesinde, dingin bir köyde atılan mermiler ayırım gözetmedi. Altı yaşındaydım, zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi, bazen yalınayak, bazen yere kapaklanarak. Korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra, Lübnan denen ülkede bulduk kendimizi” diye anlatmaktadır. Sonraları çok sevdiği beyaz badem çiçeği ve zaâter (Filistin kekiği) kokusunu arkasında bırakmış ailesiyle Lübnan dağlarını aşarak Beyrut’a gelir. Derviş’in hayatına ve şiirlerine damgasını vuracak olan sürgün hayatı başlamıştır. Tıpkı 1.5 milyon Filistinli gibi...

Yüreğinden damıtarak sözcükleri, halkını anlatacaktı Derviş. İşgalden bir sene sonra Celil bölgesine kaçak yollarla dönen Derviş ailesi kendi topraklarında sürgündü artık. Yeni kurulan İsrail “devleti”ne göre “kaybolan, beliren yabancılar” sınıflandırmasına dahildi. Derviş’e göre “ikinci kez sürgünü yaşadık fakat bu kez kendi toprağımızda. Bu yarayı hayatım boyunca unutmayacağım.” Filistinli aydın Edward Said, “Erken bir dönemde Filistinlilerin varlığına işaret etti Derviş, sürgünden sonraki kimlik”i diyordu Derviş’i anlatırken. Zira Derviş daha sekiz yaşındayken şiir yazmaya başlamıştı. Siyonist yerleşimciler tarafından ilk tehditlerini de yine o dönemde almıştır. Derviş lise dönemlerinde işgale karşı aktif bir şekilde politik mücadeleye katılmış, ilk şiirleri de o dönemde El-Ard (Toprak) ve El-Cedid (Yeni) dergilerinde yayımlanmıştır. Aynı dönemlerde çoğunluğunu Yahudi ilericilerin oluşturduğu İsrail Komünist Partisi’ne üye olmuş, sonraki yıllarda partinin yayın organı Rakah adlı gazetede editörlük yapmaya başlamıştır.

Filistin halkı şiirini kanıyla yazıyor:“Seccel Ena Arabi (Kaydet Arabım Ben)”

1967’de 6 gün süren Arap-İsrail savaşında Arap orduları yenilir. İsrail Suriye’de Golan tepelerini, Mısır’da Sina yarımadasını ve Doğu Kudüs’ü işgal eder. ‘50’li ve ‘60’lı yıllar boyunca Ortadoğu’da büyük heyecan uyandıran Nasırcı Arap Ulusal Hareketi (AUH) bu yenilgiyle beraber çöküşe geçer. Filistin için ise bu, yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelir. Zira o zamana kadar “Filistin’in kurtuluşu Arapların Birliği’nden geçer” anlayışı tersine dönecek ve Filistin halkı, davasını kendi ellerine alacaktır. Bu dönem El-Fetih sonrasında marksist eğilimli Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC) örgütleri kurulur. Bu örgütler Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içerisinde askeri bir ittifak sağlayarak gerilla savaşı yöntemiyle İsrail’e karşı eylemlilikler düzenlerler. İsrail direniş örgütlerini tasfiye etmek için Ürdün’deki gerilla kamplarına saldırır. Fakat gerillalar saldırıyı geri püskürtür. Bu İsrail’in ilk geri adım atışıydı ve çöken AUH ile demoralize olan Arap halkı, gerillaların direnişiyle yeniden umutlanır. Artık İsrail saldırılarından yıkılan evlerinin ve ölen çocuklarının önünde ağlayarak semaya avuç açıp dua eden Arap profili yerine, haki yeşili kıyafetleri, başlarında Filistin atkısı sargılı, omuzlarında silahlarıyla direnen gerillalar profili vardı. Ve gerillalar Ortadoğu’nun kadim topraklarına yeniden umut tohumlarını ekerken heybelerinde ekmek, su ve Derviş’in şiir kitaplarını taşıyacaklardı.

Filistin’de ise kitlesel eylemler dönemidir. İsrail işgal ettiği Filistin topraklarında, askeri kontrol noktalarıyla halka adeta zindan hayatı yaşatmaktadır. Mahmut Derviş’in “Kimlik Kartı” şiiri eylemlerin ortak sloganıdır. Ve askeri kontrol noktalarından siyonist işgalcilerin suratına tokat gibi çarparak halkın Siyonizm’e meydan okuyuşunun kolektif sesi haline dönüşür:

“Kaydet!
Arabım ben
Kartımın numarası elli bin
Çocuklarımın sayısı sekiz
Dokuzuncusu da yolda
yaz sonunda burada!
Kızıyor musun?
Kaydet!
Arabım ben
Taş ocağında çalışıyorum emekçi yoldaşlarımla
Çocuklarımın sayısı sekiz
Ekmeklerini
taştan çıkarıyorum
giysilerini ve defterlerini!
Sadaka dilenecek değilim kapında
Konağının girişi önünde
küçük düşürecek değilim kendimi!
Kızıyor musun?

Kaydet!
Arabım ben
Sen yağmaladın bağlarını atalarımın
Benim ve tüm çocuklarımın
sürdüğü toprağı sen yağmaladın
Bana ve torunlarıma
hiçbir şey bırakmadın
şu kayalıklardan başka!
Söylendiğine göre hükümetiniz
bunları da alacakmış, öyle mi?

Madem öyle!
Kaydet!
Kaydet ilk sayfanın ta en başına
Nefret etmem insanlardan
Hiç kimseye saldırmam!
Ama aç kalınca
toprağımı gaspedeni çiğ çiğ yerim!
Kolla kendini, kork benim açlığımdan
Kork benim öfkemden!
Kolla kendini!

Arabım ben!”

Batı emperyalizminin kültürel olarak dahi aşağıladığı Arap halkı, siyonist işgalciler için ise insan olarak bile görülmeyen, sadece rakamlarla ifade edilen Filistin halkı, Derviş için bir onur ve meydan okuma anlamı taşır. Fakat şiirin eyleme geçmiş emekçi kitleler tarafından bu denli sahiplenilmesinin arka planında topraksız bırakılmış, siyonistlerce köleleştirilmiş emekçi bir halkın sesi olması yatmaktadır. Derviş için sınıflar üstü bir Arap kavramı yoktur şiirinde. Zira Filistin direnişinin bütün yükünü en başından beri ve halen Filistinli yoksul köylüler, işçiler ve emekçiler omuzlarında taşımaktadır. Derviş ise gerici Arap rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde yasaklıdır.

Elbette ki Derviş’in sesini düşman da duyacaktır. 1961 ve ‘64 yıllarından sonra Derviş ‘67’de üçüncü defa Siyonizm’in zindanlarında siyonist işkencecilerle karşı karşıyadır. Siyonist işgalciler tarafından uygulanan tutuklama, işkence, katliam, rutin bir durum haline gelmişti. Fakat ne Filistin direnişi tasfiye oldu ne de Derviş susturulabildi. Zindandan çıktıktan sonra İsrail tarafından üniversite okuması yasaklanan Derviş SSCB’ye siyasal-iktisat okumak amacıyla gitti. Bilmiyordu Derviş 26 bahar zaâter kokusundan ayrı kalacağını. Dönemin revizyonist Rusya’sı Derviş’in hayalini kurduğu sosyalizm değildir ve Derviş “Genç bir komünist olarak Moskova bir tapınak gibi görünüyordu, yalnız ben cennetin orada olmadığını anladım” diyerek Mısır’a yerleşir ve El-Ahram gaztesinde çalışmaya başlar. ‘73’te de FKÖ’ye katılır. Bu kararının ardından İsrail tarafından ülkeye girişi yasaklanır. Derviş ise Beyrut’a geçerek FKÖ’nün buradaki araştırma merkezini yönetir.

Çağımızın kimliği Sabra ve faşistin hançeri

İsrail ‘67’deki zafer ve ‘71 Eylül’ünde (tarihe kara Eylül olarak geçecek olan saldırıda binlerce gerilla katledildi) Ürdün’ün kukla kralı Hüseyin’le ittifakı sonucu FKÖ kamplarını Ürdün’den Lübnan’a sürmeyi başarmıştı. İsrail bu rehavetle ABD’nin de desteğiyle Filistin direnişini kökünden ‘çözme’ yoluna girişti. Buna göre Lübnan’daki binlerce FKÖ gerillası Lübnan’dan çıkarılarak Ürdün sınırlarında bir bölgeye yerleştirilecek ve gerillalara tecrit koşulları altında teslimiyet dayatılacaktı. Plan devreye sokuldu ve İsrail’e Lübnan’ın işgali için yeşil ışık yakıldı. Bu sırada Lübnan’da Şii-sol güçler ile Hıristiyan-falanjist faşistler arasında bir iç savaş sürmekteydi. İsrail iç savaşı bitirmek bahanesiyle, faşistleri destekleyerek 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgale başladı. İsrail Filistin kamplarına ölüm yağdırıyordu. Beyrut adeta harabeye çevrilirken, bütün işbirlikçi Arap rejimleri, direnişin ezilmesini utanç verici bir biçimde izliyorlardı. Zaten istedikleri de direnişin ezilmesiydi. Zira militan Filistin direnişi, onların işbirlikçi kimliklerini Arap halkları nezdinde teşhir etmeye yetiyordu. 11 Haziran’da Suriye ile İsrail arasında ateşkes imzalandı. Arafat çaresiz teslimiyeti kabul etmek zorunda kaldı. Zira FKÖ yok olmayla yüz yüzeydi. İhanetin mimarları, Hafız Esad’lı Suriye ile CIA patentli Ürdün kralıydı. Bir tarafta hainler, diğer tarafta ise gözünü kan bürümüş falanjistler ve siyonist İsrail… 21 Ağustos’ta Arap halkının İsrail karşısındaki mücadelede büyük moral kaynağı olan El-Fedaiyun (Fedailer) Filistinli gerillalar 7 bin kişilik güçleriyle, Beyrut’u terk ediyordu. Kamplarda sadece yaşlılar, çocuklar ve kadınlar kalmıştı ve bu sivillerin ‘koruması’ işgalci katillere (ABD, İtalya, Fransa) bırakılmıştı.

14 Eylül’de faşistlerin lideri Beşir Camayel öldürüldü. Bunu bahane eden İsrail, ordusuyla tekrar Batı Beyrut’a girerek Filistin kamplarını kuşattı. 16-17 Eylül tarihlerinde 38 saat içerisinde adı tarihe Sabra ve Şatilla katliamı olarak geçecek vahşi bir katliam gerçekleştirildi. Sabra ve Şatilla kamplarında gerçekleşen bu katliamda, Filistinli kadın, çocuk ve yaşlı mülteciler (3 bin 500 insan), Arap halkının hafızasında ‘Beyrut Kasabı’ olarak kalacak olan Ariel Şaron komutasındaki siyonist ordu gözetiminde, falanjist faşistler tarafından bıçak vb. kesici aletlerle vahşice katledildi. Derviş’in şiirleri kuşatma altındaki Beyrut’ta, Filistin’de ya da mevzide son kurşununa kadar savaşan gerillanın çantasındaydı. Direniş sözcükleri beslerken, sözcükler de Derviş’in elinde Filistin direniş günlüğüne dönüşecekti. “Beyrut Kasidesi” adlı uzun şiirinde Derviş bu sefer katliamı, ihaneti ve direnişi anlatacaktı. Fakat bir gözlemci gibi değil ya da klasik hümanist bir aydın duyarlılığıyla da değil. Tekrar ayağa kalkma çağrısıyla ve ihaneti teşhir ederek “Kur her mevziden bir ülke” diyordu Derviş, ihanete karşı. Ve devam ediyordu:

“Kardeşin yok ki kardeşim
Yok ki arkadaşların, sarayların
Susuz, göksüz, kansız ve ilaçsızsın.
Yok ki arkan senin ve de önün
Kuşat kuşatmanı, çaresi yok...

“Kimlik Kartı” şiirinde emekçi Arap kimliğiyle onur duyan ve bunu
Siyonizm’e meydan okumanın sembolü haline getiren Derviş, Sabra-Şatilla katliamıyla Arap burjuva kimliği yerlere serer. Bu kimileri için çelişki gibi görünür fakat çelişki Derviş’in çelişkisi değil, esasen sınıflı bir toplumun olası çelişkileriydi. Filistin davasına da doğallığında her sınıf kendi çıkarlarından bakacaktı. Ve Arap ulusalcı burjuva iktidarların ihanetini şöyle özetleyecekti şiirinde:

“Maskeden düştü maske, maske düştü.
Araplar Roma’ya boyun eğdiler,
Araplar ruhlarını sattılar,
Araplar yittiler, maske düştü...

Sabra-Şatilla kampından kan kokusu yayılır Beyrut’a. Kadın, çocuk ve yaşlı cesetleri kampın sokaklarını kapatacak kadar çoktur. Derviş faşist katliamı dizelere şöyle dökecekti:

“Uyuduğu zaman Sabra,
Faşist’in hançeri uyanır
Sabra çağırır, kimi çağırır?
...
Memelerini keser faşist
İner gece, Hançerin etrafında dans eder ve yalar onu.
...
Sakince ve sekince,
Kemiğin üzerindeki eti yok eder
Parçacıkları serer masanın üzerine
Dansına devam edip güler,
Eğilimli gözlerle faşistler ve delirirler mutluluktan.”

Ve şöyle bitirir Derviş:

“Sabra iki sokağın kesişi,
Bir beden üzerine.
Ruhun bir taşa inişidir Sabra.
Sabra hiç kimse,
Sabra çağımızın kimliğidir, sonsuza dek.”

Lübnan’da katliama rağmen direniş büyüyerek devam etti. Filistin’de İntifada bu katliamla daha çok yaklaşmıştı doğacağı tarih sahnesine.

İntifada, tanklara karşı taş; “Enserifu! (Defolun!)”

İntifada (Ayaklanma); ‘67 yenilgisinin 20., Sabra-Şatilla katliamının 5. yılında yüz binlerce Filistinlinin son model gelişmiş silahlara karşı; taş, sopa, molotof ve en önemlisi bedenleri ile, iradeleriyle giriştiği destansı direniş... Siyonistlerin bitmek bilmeyen işgal ve katliamları Filistin toplumunu köleleştirme politikaları İntifadayı mayalıyordu. Zira, 1967-85 arasında Batı Şeria’daki Filistin toprağının %52’si, Gazze’dekinin %35’i işgal edilmiş, işsizlik on binlerle ifade edilirken Filistinli işçi ve emekçiler vergilerle boğuluyor, tarım alanları ise siyonist uygulamalarla Filistinli köylülere kapatılıyor, İsrail’de çalışmak zorunda kalan 100 bine yakın Filistinli işçi kölece çalışma koşullarının yanında ırkçı hakaretlere ve uygulamalara maruz kalıyordu.

8 Aralık 1987’de bir Yahudi yerleşimcinin sürdüğü kamyonun, İsrail’de çalışan Filistinli işçileri taşıyan arabaya çarpması sonucu dört Filistinli işçi öldü. İsrail’le göre bir kazaydı, fakat Filistin halkı mesajı almıştı. Zira kamyon sürücüsünün kardeşi siyonist orduda istihbarat subayıydı ve iki ay önce Gazze’de cezalandırılmıştı. Sürücü intikam “eylemi” olarak Filistinli işçileri katletmişti. Bu katliamı protesto eden kitlelere İsrail kurşunla cevap verdi. Bunun üzerine kısa sürede eylemler bütün Filistin’e yayılarak devam etti. Kuşkusuz bu olay bardağı taşıran son damlaydı. İntifada El-Fetih, FHKC, FDKC ve Komünist Parti’den oluşan Yurtsever Birleşik Önderlik (YBÖ) tarafından yönetiliyordu. İntifada’ya karşı dönemin siyonist Savunma Bakanı İsak Rabin’in “kemiklerin kırılması” talimatı, siyonist barbarlığı gözler önüne seriyordu. Yakalanan Filistinlilerin bilekleri ve parmakları taşlarla eziliyordu. İntifada’nın en temel eylem gücü ise genel grevdi. Gerek İsrail’de çalışan Filistinli işçiler, gerekse Filistin’dekilerin greve katılımları bütün işkencelere rağmen yüzde 100’dü. İntifada’nın doruk noktasında ise ana slogan yine Derviş’in “Fani Kelimeler Arasından Geçenler” şiiriydi:

“Siz o fani kelimeler arasından geçenler.
Alıp götürün adlarınızı, defolun.
Sahip olduğunuz saatlerden kurtarın zamanımızı,
Defolun buradan.
Çalın denizin maviliğinden
Hafızanın kumundan
Çalmak istediğiniz ne varsa
İstediğiniz resmi alın
Ve anlayın o hiçbir zaman anlayamayacağınızı
Toprağımızdan tek bir taşın
Nasıl da kurduğunu
Semamızın tavanını.”

Derviş şiirini şu dizelerle bitirir:

“Sizin için gitme vakti artık.
Yaşayın dilediğiniz yerde,
Ama bizim içimizde değil.
Sizin için gitme vakti artık.
Geberin dilediğiniz yerde,
Ama bizim içimizde değil.
Vatanımızda yapacak işlerimiz var zira.
Mazimiz var burada.
Hayatımızın ilk çığlığı burada.
Biziz bugün, bugün ve yarın.
Bir dünyamız var burada ve bundan sonra.
Ol sebep defolun vatanımızdan.
Vatanımızdan ve denizimizden,
Buğdayımızdan, tuzumuzdan
Ve tüm yaralarımızdan.
Her şeyden defolun
Fani kelimelerin arasından geçip giden
Hafızamızdaki hatıralardan!”

Dönemin siyonist şefi İshak Şamir, FKÖ’nün İsrail için bir tehdit oluşturduğunu kanıtlamak için mecliste yaptığı konuşmada Derviş’in bu şiirini okuyacaktı. İntifada 1993 yılında Oslo antlaşmasıyla sona erdi. Antlaşma 1967 sınırlarını ve İsrail devletini kabul ediyordu. Filistin halkı sokakta kanıyla kazandığını masada diplomasiyle kaybediyordu. Derviş bu teslimiyetçi çizgiyi protesto etmek için “Filistinliler sabah uyandıklarında kendilerini geçmişsiz buldular” diyerek FKÖ’den ayrılır.

1996’da, 26 yıl sonra Filistin’e geri döner ve Ramallah’a yerleşir. Oslo “barış” antlaşmasının “meyveleri” Filistin’de kendini yavaşça göstermeye başlar. Zira İsrail bir teslimiyet antlaşması olan Oslo antlaşmasına dahi uymayarak Gazze’de yerleşim yerleri oluşturmaya, böylelikle işgale devam ediyordu. Bu durum Filistin’de başta FKÖ içerisinde olmak üzere yeni direnişçi kesimler yaratıyordu. Ve Eylül 2000’de 2. İntifada patlak verdi. Oslo ile direnişin üzerine sadece tül bir perde çekildiği anlaşılmış oldu. Ayaklanma gündüz taş atan, barikat kuran çocuk ve gençlerle, akşam direnişçilerin silahlı eylemleriyle devam ediyordu. 2. İntifada’nın sembolü ise Filistin’in tanklar karşısında ufak bedenleri fakat koca yürekleriyle ellerinde taşlarla dikilen “Küçük Generaller” olacaktı. İntifada’nın 2. günü katledilen 12 yaşındaki Muhammed Al-Durra sembole dönüşecekti.

Muhammed ve babasının bir varilin arkasında duvar dibinde siyonist kurşunlardan korunmaya çalıştığı görüntüler canlı yayında vahşeti gösterir. 59 saniyelik görüntünün sonunda Muhammed İsrail askerlerinin kurşunuyla babasının kucağında hayatını kaybeder. Mahmud Derviş, Muhammed şahsında bir başka sembol olan Faris ve İntifada çocuklarına “Muhammed” adlı şiiri yazar:

Muhammed, babasının koynuna sığınıyor,
Cehennemî semadan ürkmüş bir kuş gibi
Baba koru beni uçup gitmekten!
Kanadım bu rüzgâr için çok zayıf
Işığımsa kapkara.
Muhammed
Eve dönmek istiyor,
Bisikleti yahut yeni bir gömleği olmadan
Hasreti okuldaki sırasına
Dilbilgisi ve fiil çekimi defterine
Evime götür beni baba evime götür ki
Derslerime hazırlanayım
Varolmaya devam edeyim
Sahilde adım adım
palmiyelerin altında yürüyeyim
Hepsi bu, hepsi bu.
Muhammed,
Elinde taş, yıldızlar misali bir şarapnel olmaksızın
Bir ordunun karşısına çıkıyor
Fark etmiyor üzerine
‘Özgürlüğüm asla ölmeyecek
Zira savunacak bir özgürlüğü olmayan insan
Asla özgür değildir’
Yazacağı duvarı.

Derviş, 2. İntifada boyunca Ramallah’ta kuşatma ve çatışma alanındaki bölgelerde kalarak, Filistin halkının sesi olmaya devam etti. 2. İntifada’nın politik bakımdan en önemli sonucu ise Oslo antlaşmasını fiilen çökertmiş olmasıydı. Zira her iki intifada göstermiştir ki Filistin’de teslimiyet ve icazetçilik halk nezdinde geçerli değildir. Derviş’in şiiri de tıpkı ülkesi gibidir: Hep direniş, her zaman intifada, teslimiyet asla.

Son yolculuk: Sürgünden ölümsüzlüğe...

Derviş, Ağustos 2008’de geçireceği riskli bir kalp ameliyatı öncesi ’71’den beri göremediği Celil bölgesine doğru yola çıkar ve Hayfa sınırında halkına bir şiir toplantısıyla veda eder:

“Bu toprağın üzerinde,
Yaşamayı hak eden bir şeyler var.
İşgalcinin anılardan korkusu
...
Zindanda güneş saati
Ölümü gülümseyerek karşılayanlar için,
Bir halkın haykırışları
Ve ezenlerin şarkılardan korkusu.
...
Toprağın sahibesi
Başlangıçların anası
Anasıdır sonların
Filistin ismini alırdı
İsmi Filistin oldu”

9 Ağustos 2008’de ölümsüzlüğe yürüdü Derviş, başlangıçların anası “Sevgili” Filistin’den. Bir yaz akşamı kurşun ve bombardımanlar eşliğinde 6 yaşındayken çıplak ayak koşarak çıktığı köyünden, 60 yıl sonra bir tabut içinde geri dönmesine dahi tahammül edemiyordu siyonistler. Ailesinin köyünde gömülme talebi İsrail tarafından kabul edilmedi. Cenazesi 14 Ağustos’ta on binlerce Filistinlinin omuzlarında Ramallah sokaklarından geçti, direnişin, İntifada’nın sokaklarından, şiirinin mermi ve taşa dönüştüğü Filistin sokaklarından...

Kimdi Mahmud Derviş? On binler sorunun cevabıydı; çocukları öldürülen analar, eşi-sevdiği şehit düşmüş gençler, okul sıralarına tebessümleri takılı kalan “küçük generaller”, Filistin’in fedakâr işçileri ve Filistin halkının asla susturulamayacak sesi. Derviş’in şiiri Fedailerin namlularında mermi, küçük generallerin elinde tanklara karşı taş olmaya devam ediyor. Ve Filistin halkı haykırmaya devam ediyor:

”Sevra Hattıl Nasr!” (Zafere Kadar Devrim!)

Kaynaklar:

- Filistin: Devrim Sürüyor (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi), Anka Kitaplığı

- Filistin Direniş Tarihi: 1. ve 2. İntifada, Mahir Tıraş

- Mahmud Derviş: Mazlum Bir Halkın Sesi, Kim Bullimore

- ABD, Ortadoğu, Türkiye; Haluk Gerger