Ezilenlerin hikayesini anlatanlar: Rıfat Ilgaz

Bugün bizi sömürenlerin ideologlarınca tasarlanmış, bize sanat ve edebiyat diye sunulan pek çok eser bize bu hikayeleri anlatmaz. Bizi kendi gerçekliğimize ve hikayemize yabancılaştırırlar. İşte buna karşı bir kez daha “Anlatılanın bizim hikayemiz” olduğu eserleri yazan Rıfat Ilgaz’ı, yaşamını yitirişinin 23. yılında bir kez daha saygıyla anıyoruz.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 07 Temmuz 2017
  • 07:11

Rıfat Ilgaz Kastamonu’nun Cide ilçesinde 1911 yılında yedi kardeşin en küçüğü olarak doğar. Yoksul bir çocukluk geçirir, üniversiteye gitmek isterken babası hayatın kaybedince Kastamonu Öğretmen Okulu’na girer. Eğitimini burada tamamlayıp öğretmen olarak çalışmaya başlar. 16 yaşından itibaren şiirler, öyküler yazar. Yaşamı boyunca tanık olduğu yoksulluk ve ezilenlerin hikayesi, döneminin diğer toplumcu gerçekçi yazarlarının da olduğu gibi her eserinin konusudur.

1940’lı yıllarda İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı ekmeksizlik, aşsızlık ve kömürsüzlükle, yaşayan Anadolu’yu anlatır Karartma Geceleri romanında. Romanda, Mustafa Ural isimli bir şair savaşın yarattığı yoksulluğu eleştirir Sınıf adlı kitabında. Kitap toplatılır, Mustafa Ural savaşın karartma gecelerinde aranır; veremlidir, yetersiz beslenen, açlık çeken pek çok insan gibi. İstanbul’da soruşturmayı yürüten Birinci Şube birçok şairi yazarı gözaltına almış, türlü işkencelerden geçirmiştir. Mustafa Ural 25 gün boyunca İstanbul’un karartma gecelerinde dolaşır, ancak birinci şubeye yakalanarak götürülür. Burada işkence görür, 6 ay hapis yatar.

Romandaki Mustafa Ural, Rıfat Ilgaz’ın ta kendisidir. 1940’lı yıllarda Rıfat Ilgaz’lar, Sabahattin Ali’ler, Nazım Hikmet’ler tehlikelidir iktidarca. Yazdıkları her roman, hikaye, şiir “yok edilmesi gereken zehir”dir. Çünkü o dönemin toplumcu gerçekçi yazarları, şairleri, sanatçıları ‘sömürülen, açlık çeken’ insanları anlatır. Onların eserlerinde saraylarda oturanlar, çalışmadan zenginleşenler, sofrasında kuş sütü eksik olmayanlar değil, kızamıktan ölen çocuklar, veremli ana-babalar, kolu kopan işçiler vardır.

“fırlayan kayışa 
kaptırdın mı kolunu Alişim! 
Daha dün öğle paydosundan önce 
Zileli'nin Kasnağından gitti ayakları. 
Yazıldı onun da raporu: 
"İhmalden!" 
Gidenler gitti Alişim, 
boş kaldı ceketin sağ kolu... 
Hadi köyüne döndün diyelim, 
tek elle sabanı kavrasan bile 
sarı öküz gün görmüştür, 
anlar işin içyüzünü! 
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün 
Ağanın davarlarına geçer... 
Kim görecek kepenek altında eksiğini 
kapılanırsın boğaz tokluğuna. 
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman 
beklesin mızrabını.

…”

1950’li yıllarda dergilerde yazdıklarından ötürü tekrar hapse girer. Hapisten çıktığında öğretmenlik hakkı elinden alınır.  O da Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’le Markopaşa dergisini çıkarır. Markopaşa dergisi, yaşananları mizah ile eleştirir. Sürekli kapatılır, yeni isimlerle defalarca çıkartılır.

Hababam Sınıfı da Rıfat Ilgaz’ın en bilinen eserlerindendir. Kitap olarak basıldığında defalarca sansüre uğrar. Filmleri çekilir. Ancak filmlerinin kitapla uyuşmaz çok yönü vardır, sansüre takılmasın diye “politik içeriği” budanmıştır. Rıfat Ilgaz filme karşı dava açar. Oysa Hababam Sınıfı’nda ezberci eğitim sisteminin eleştirisini yapmıştır.

1974 yılında emekli olarak Cide’ye yerleşir. Burada pek çok eserini yazar. Bir yandan da sürekli tehditler alır. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından bir gece baskını ile Cide’deki evinden  gözaltına alınır. Gözleri bağlanır, zincirlenerek merkeze kadar yürütülür. Bu yürüyüş sırasında çevredeki faşistler tarafından linç edilmeye çalışılır. Gözaltı merkezi Kastamonu Et Balık Kurumu’nun mezbahasıdır. Gözaltından sonra verem hastalığının devam edişi nedeniyle bırakılır. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan katliamda yakın dostlarını yitirir. “İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in ordusu bütün kütüphaneleri paramparça ettiler. Ama dünya insanlık tarihinde hiçbir zaman düşünürler, yazarlar, aydınlar,gençler bir binaya toplanıp, üzerlerine benzin dökülmedi. Bu bizim ayıbımız” der. 7 Temmuz’da  üzüntüden yaşamını yitirir.

“Ya ezenden yana olacaksın ya da ezilenden!”

Rıfat Ilgaz’ı, Sabahattin Ali’yi, Nazım Hikmet’i ve daha nice toplumcu gerçekçi sanatçıyı farklı kılan da ezilenlerin, sömürülenlerin yani çoğunluğun hikayesini anlatmalarıdır. Nazım’ın  şiirinde “onlar ki havada kuş, suda balık kadar çoktular/destanımızda yalnız onların maceraları vardır” diye anlatılırlar, Rıfat Ilgaz’ın şiirinde mücadeleye çağrılırlar:

”kaldır başını kan uykulardan 
Böyle yürek böyle atardamar 
Atmaz olsun 
Ses ol ışık ol yumruk ol 
Karayeller başına indirmeden çatını 
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm 
Alıp götürmeden büyük denizlere 
Çabuk ol “

İşte bundandır ki 60 yıl önce sansüre uğrayan dizeler, romanlar, kitaplar tekrardan sansüre uğrar, yasaklılar listesine girer. Bu sanatçıların adlarının verildiği sokaklar ve okullar bir bir isim değiştirir. İktidarın ezilenlerle olduğu gibi, onların destanını anlatanlarla da hesaplaşması hiç bitmez. Rıfat Ilgaz’ın yıllar önce Kastamonu’da adının verildiği Meslek Yüksek Okulu’nun adının birkaç ay önce değiştirilmesi de bundandır işte. Çünkü şiirde “fırlayan kasnaktan kolu kopan Aliş’ler” vardır hala. Adları “Soma’da katledilenler, kafasın pres makinesine sıkışan Ahmet Yıldız’lar, stajda katledilen Oğuzhan Çalışkan’lar” olmuştur. Yani isimler değişmiş, hikayeler aynı kalmıştır.

Bugün bizi sömürenlerin ideologlarınca tasarlanmış, bize sanat ve edebiyat diye sunulan pek çok eser bize bu hikayeleri anlatmaz. Bizi kendi gerçekliğimize ve hikayemize yabancılaştırırlar. İşte buna karşı bir kez daha  “Anlatılanın bizim hikayemiz” olduğu eserleri yazan Rıfat Ilgaz’ı, yaşamını yitirişinin 23. yılında bir kez daha saygıyla anıyoruz.

İ. Y. Gün