Rıfat Ilgaz, İkinci Meşrutiyet’in ilan edilişinden 3 yıl sonra, 1911’de Kastamonu Cide’de, 7 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Doğduğu dönemi ve cumhuriyetin ilk gençlik yıllarını şu sözleriyle anlatır:
“Ben Hürriyet’in ilanından hemen sonra dünyaya gelmiştim. İlk Hürriyet çocuklarındanım sizin anlayacağınız. Hürriyet çocuğu olmam, üç-beş yıl sonra Vahdettin gibi bir adam tahta çıktığında ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırmama hiç de engel olmadı. Hem Hürriyet çocuğuydum hem de nerede olursa olsun bağırtılıyordum: ‘Padişahım çok yaşa.’
Ama Osmanlılığım çok sürmedi. Ancak 7-8 yaşıma kadar. Sonra Harbiye’nin kapatılmasıyla okulumuza gelen genç bir Harbiyeli’nin isteğine uyarak kırmızı fesimi yere çaldım, bir kalpak geçirdim başıma oldum bir Kuvayı Milliye’ci..
Ortaokulu Kastamonu’da okurken Mustafa Kemal’in emri ile Kuvayı Milliye kalpağını çıkarıp şapkayı geçirdim başıma. Fes gitti, kalpak gitti. Derken birkaç tokat karşılığında öğrendiğim eski harfler de gitti. Latin harfleri gelmişti. Devrimler sürüp gidiyordu.
İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Şair olmuştum. Gerçekçi, toplumcu, devrimci şair.”
Rıfat Ilgaz, 1930 yılında 19 yaşındayken Muallim Mektebinden mezun olur. Bolu Gerede, Akçakoca, Gümüşova’da ilkokul öğretmenliği yapar. Çocukları okutmak, öğretmek asli bir görevdir öğretmen Rıfat için, bu asli sorumluluk zamanla gördüğü, yaşadığı gerçekleri çocuklara göstermekle birleşir. Ezilen emekçi halktan aldıklarını, çocuklardan öğrendiklerini sade bir dille tekrar onlara göstermeye başlar ve 1943 yılında ilk şiir kitabı Yarenlik’i çıkarır.
1940’lar Türkiye’de kapitalist üretim ilişkilerinin her safhasında gelişmeye başladığı, makineleşmenin ve işçileşmenin arttığı yıllardır. Dünya sahnesinde ise 1939 yılında başlayan II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürmektedir. Bu yıllarda ülkede büyüyüp giden sosyal sorunların, dünyada savaş gerçeğinin, savaşların tahribatının, barış ve eşitliğe duyulan özlemin şiir, öykü ve roman türlerine yansıdığını görürüz. Geleneksel sanat anlayışından kopmakta ve ileriye doğru akmakta olan sanat anlayışı filizlenmektedir. Bu anlayışı savunan sanatçılar halkın değerlerinden beslenerek, yalın bir dille dönemin tüm gerçekliğini yazdıklarıyla gözler önüne sermeye başlamaktadır. Sadece bu gerçekleri göstermekle kalmamakta, bu sorunlara karşı sorumluluk almaya çalışmaktadırlar. Toplumcu- gerçekçi sanat anlayışı güçlenmektedir.
Türkiye’de 1940’lı yıllarla başlayan toplumsal gerçekçi sanat anlayışının öncüsü Nazım Hikmet’tir. Türk şiirinde içerik ve biçim bakımında köklü değişikliğin temsilcisi Nazım Hikmet’i Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak, Enver Gökçe gibi şairler izlemiştir.
Toplumcu şair Rıfat Ilgaz, ilk şiir kitabı Yarenlik’te halktan insanları, işçileri, yoksulları, kimsesizleri anlatır. Şiirlerinin dili, şiirinin temel konusu olan halk gibi yalındır. Köyden gelip şehirlerde iş tutanların iş cinayetlerine sık sık kurban gittiğini “Alişim” şiiriyle duyurmaya çalışır. “Kasnağından fırlayan kayışa kaptırdın mı kolunu Alişim!/ Daha dün öğle paydosundan önce Zilelinin gitti ayakları, Yazıldı onun da raporu: İhmalden”...
Sanatçının hangi toplumda olursa olsun sorunları bulup çıkarmakla görevli kişi olduğuna inanan Rıfat Ilgaz, yoksul halkın sıkıntılarını anlatmaya devam eder. İkinci şiir kitabı Sınıf 1944 yılında çıkar.
Toplumcu şair Rıfat Ilgaz öğretmenlik mesleği boyunca, fakirlik nedeniyle okuyamayan çocuklara tanık olur, çocuk işçiler gerçeğini gösterir. “Yoklama defterinden tanımadım sizi, benim haylaz çocuklarım/ sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşü tanıdım, koltuğunda satılmamış gazeteler/ Dumanlı bir salonda kendime göre karşılarken akşamı, nane şekeri uzattı en tembeliniz/ Götürmek istedi küfesinde elimdeki ıspanak sepetini en dalgını sınıfın!/ İsterken adam olmanızı çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun/ Palto ayakkabı yüzünden kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda, kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder...”
Öğretmenlikte karşılaştığı sınıf tablosunu ortaya koyan kitabı, sınıfsal gerçekliğin belgesine dönüşmüştür. Bu yüzden sıkıyönetimden geçemez, Rıfat Ilgaz hapse mahkum edilir.
Öğretmenlikten ve o sıralarda felsefe bölümü öğrencisi olduğu üniversiteden atılır. Verem hastası olan Rıfat Ilgaz aynı zamanda sanatoryumda tedavi görme hakkını da kaybeder. Bu dönem gazeteciliğe girişir, pek çok dergide de çalışmaya başlar. 1953 yılında çıkardığı Devam adlı kitabı da Sınıf’la aynı kaderi paylaşır ve toplatılır, Rıfat Ilgaz hakkında da soruşturma başlatılır. Sürgün edilmesi söz konusudur fakat bu ihtimal 1960 anayasasıyla düşer.
Rıfat Ilgaz’ın Dolmuş dergisinde bir hikaye dizisi olarak çıkan Hababam Sınıfı eseri ise çok yoğun bir ilgi görür. Yazar, 1966’da hikayeyi oyunlaştırır. Filme uyarlanmak istenen Hababam Sınıfı’nın ilk denemesi sansürden geçemez. Umur Bugay, senaryoyu yeniden yazar ve film çekilmeye başlar. Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı’nın toplumsal eleştiri örneklerinden arındırılıp basit bir gülmeceye dönüştürülmesinden hoşnut olmaz ve bu durumu eleştirir.
1974’te emekliliğinden sonra memleketi Cide’ye yerleşen Rıfat Ilgaz, muhalif kimliği nedeniyle tehditler alır, gitmediği koşulda evinin taranacağı söylenir. 1981 yılında gözaltına alınır, gözleri bağlı, elleri zincire vurulmuş bir şekilde Kastamonu’daki Et Balık Kurumu mezbahasından hapishaneye dönüştürülmüş olan bir binaya götürülür. Binaya kapatılan Rıfat Ilgaz, bir süre sonra hastalığını öne sürerek doktor kontrolünden geçmek ister. Doktorun hasta olduğuna dair verdiği onayla, jandarma tarafından Ballıdağ Sanatoryumu’na teslim edilir, daha sonra sorgudan serbest bırakılır.
İdealleriyle şekillendirdiği yaşamı gözaltı, soruşturma, hastalık, yoksullukla geçen Rıfat Ilgaz, yaşamı boyunca birçok acı olaya tanıklık eder. Yaşamının son yıllarında ise Sivas’ta aralarında yakın dostu olan Asım Bezirci’nin de olduğu ilerici sanatçıların diri diri yakılması onu derinden etkiler. Katliamdan beş gün sonra, 7 Temmuz 1993’te hayata gözlerini yumar.
Sınıfı çelişkilerini yansıtan şiirleri, kitapları, mizah ağırlıklı hikayeleriyle iyiye, doğruya, güzele doğru akan kavgada ilerici birikimi temsil eden Rıfat Ilgaz’ı ölümünün 25. yılında saygıyla anıyoruz.