Son yıllarda kadın hareketi dünya çapında bir yükseliş ve yayılma eğilimi gösteriyor. Dünyanın birçok ülkesi “kadın grevleri”ne, “kadın yürüyüşleri”ne, büyük çaplı kadın eylemleri ve protestolarına sahne oluyor. Değişik sınıflardan kadınlar aşağılanmaya, köleliğe, hiçe sayılmışlığa, taciz ve tecavüze, kadın cinayetlerine ve elbette ağır sömürü ve çalışma koşullarına, sosyal yıkım saldırılarına, yoksulluğa ve işsizliğe karşı adeta ayağa kalkıyorlar.
Son iki-üç yıl içinde gerçekleşen örnekler oldukça dikkat çekici. Amerika’nın 600’den fazla kentinde milyonlarca kadın Trump şahsında sergilenen cinsiyetçiliği protesto etti. Bu protesto eylemleri 75 ülkede yankılandı. Kadına yönelik çok boyutlu şiddet ve kadın cinayetlerinin yaygınlaşmasına karşı, “Bir kadın daha eksilmeyeceğiz” şiarıyla, dünyanın birçok ülkesi kadın eylemlerine sahne oldu. Arjantin başta olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesinin meydanları kadın kitleleriyle doldu. Polonya’da kürtaj karşıtı yasaya karşı yapılan kadın grevi, yasa tasarısının geri çekilmesini sağladı ve bu talep birçok ülkede de büyük yankılar yarattı. İzlanda, işçi kadınların “eşit ücret” talep eden grevleriyle sarsıldı. Bir dizi ülkede “kadın grevleri” örgütlendi. 8 Mart ve 25 Kasım gibi uluslararası takvimsel mücadele günlerinde de dünyanın dört bir tarafında kitlesel ve coşkulu kadın eylemleri gerçekleştirildi.
Bu yıl da 8 Mart ve 25 Kasım vesilesiyle, farklı sınıf ve katmanlardan kadınlar, öfkeleri, coşkuları, umutları, özgürlük ve eşitlik özlemleriyle, Türkiye’de olduğu gibi dünyanın her tarafında alanlara aktılar. Yaşamlarını kabusa çeviren çifte baskı ve sömürünün karşısına yakıcı taleplerini bayraklaştırarak çıktılar. Sınıfsal ve cinsel konumlarından gelen özgün sorun ve talepleriyle mücadelenin öznesi olmaya kararlı olduklarını tüm dünyaya duyurdular.
Özellikle son yıllarda milyonlarca kadın kitlesini harekete geçiren nedir?
Ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların, neo-liberal saldırı politikalarının yarattığı çok boyutlu yıkımın, yokluğun ve yoksulluğun yanı sıra, burjuva-feodal gelenek ve göreneklerin, dinsel, ırkçı, cinsiyetçi politikaların doğrudan sonucu olarak kadınların yaşadığı şiddet, baskı ve eşitsizlikler, kadın kitlelerini harekete geçiren faktörlerdir.
Kadına yönelik şiddette “medeni” ülkelerin utanç tablosu
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri bugünün dünyasında en yaygın bir toplumsal sorundur. En “demokratik”, en “medeni”, en “gelişmiş” ülkelerden en gerisine, tümünde böyledir ve giderek tırmanmaktadır. Dikkat çekici olan, orta sınıf kadınlarına yönelik şiddetin de artmasıdır.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya çapında kadınların yüzde 35’i, eşi veya birlikte yaşadığı kişinin ya da başka erkeklerin fiziksel ve cinsel şiddetine maruz kalıyor. Bazı araştırmalar, kadınların yüzde 70’inin erkeklerden fiziksel veya cinsel şiddet gördüklerini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin “Küresel Cinayet Raporu”na göre, 2017’de 87 bin kadın öldürüldü. Bu kadınların yüzde 58’i partnerleri ya da aile üyeleri tarafından öldürüldü. “Rüyalar ülkesi” Amerika’da günde üç kadın mevcut veya eski partneri tarafından öldürülüyor ve her 20 dakikada bir kadın şiddete uğruyor. Tüm dünyada kadın cinayetlerinin yüzde 34’ü partnerler, yüzde 24’ü diğer aile üyeleri, yüzde 42’si ise aile dışından erkekler tarafından işlenmiş.
Başka araştırmalar ise, en gelişmiş “medeni” ülkelerin bazılarında kadına yönelik şiddetin ürkütücü boyutlara ulaştığını gösteriyor. Örneğin Danimarka’da yüzde 52, Finlandiya’da yüzde 47, İsveç’te yüzde 46... Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın (FRA) verilerine göre, Avrupa Birliği ülkelerinde her üç kadından biri, yanı yüzde 33’ü fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Almanya, Fransa, Lüksemburg, Belçika, Britanya ve Hollanda gibi AB’nin en gelişmiş ülkelerinin bu ortalamanın üstünde olduğu iddia ediliyor. Partnerlerinden şiddet gören kadınların yalnızca üçte birinin polise ya da bir destek grubuna başvurduğu iddiası düşünüldüğünde, bu sayının daha fazla olduğu anlaşılıyor.
Ortadoğu, Afrika ve Asya’da ise durum çok daha vahim. Gerici gelenek ve önyargılarla birlikte dinsel gericilik eliyle kadın köleleştiriliyor, katledilmesini adeta meşrulaştıran uygulamalar yaygınlaşıyor.
En temel haklardan yoksunluk
Kadınların ezilmişliğini, horlanmışlığını, geri bırakılmışlığını ve yoksulluğunu ortaya koyan göstergelerden biri de kadınların beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi en temel haklardan yoksun kalmasıdır. Günde bir doların altında bir gelirle yaşayan 1.3 milyar kişinin yüzde 70’i kadın. Açlıktan etkilenenlerin yüzde 60’ını da kadın ve kız çocukları oluşturuyor. En yüksek yoksulluk ve açlık oranlarına sahip ülkeler aynı zamanda cinsiyetler arası eşitsizliğin de en yüksek olduğu ülkeler.
Dünyadaki iç ve dış göçün yüzde 80’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. İnsan ticaretine mağdur olan yılda 800 bin kişinin yüzde 80’inin kadın ve kız çocukları olduğu rapor ediliyor. Daha çok Afrika, Ortadoğu ve Güney Asya’da rastlanan çocuk evlilikleri ise düzenin en iğrenç yüzlerinden biri. Birçok ülkede kadın sünneti uygulaması da, kadın sağlığı ve kadına yönelik şiddet açısından büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Eğitim olanaklarından faydalanamayanların çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor. Dünyada yaklaşık 800 milyon okuma yazma bilmeyen nüfusun 515 milyonu kadınlar. Okula gidemeyen 72 milyon çocuğun 54 milyonu kız çocuğu.
Bu özet tablo, sadece kadının çifte baskı ve sömürü altındaki bitmez tükenmez ezilmişliğini değil, aynı zamanda sorunun temelde bir sınıf sorunu olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Büyüyen özgürlük ve eşitlik özlemi ve çıkış arayışı
Sınıfsal sömürü ve ezilmişlik, cinsiyetten kaynaklı baskı ve şiddet, kadınların yaşamını ceheneme çeviren sonuçlar üretmektedir. Kadın kitleleri arasında artan hoşnutsuzluğun, öfkenin ve mücadele kararlılığının gerisinde bu çok yönlü eşitsizlikler ve hak yoksunlukları vardır. Eşitlik ve özgürlük özlemi yeni bir uyanış ve mücadeleye yol açmaktadır.
Kadını cinsel bir meta, emeği en ucuza sömürülecek ücretli köle, sistemin temel direği olan aile kurumunun hizmetçisi ve kapitalistlere yeni köleler doğuran kuluçka makinesi olarak gören kapitalizm, bunun için sürekli kadınların öfkesinin hedefi oldu. Özellikle emekçi kadınların yaşadığı acılar ve ezilmişlikler, kadınların özgürlük ve kurtuluş özlemini büyüttü ve onları kapitalizme karşı mücadeleye yöneltti.
Günümüzde de kadınlar, baskı ve eşitsizliğin tüm biçimlerinin ve ücretli köleliğin olmadığı, her türlü şiddet ve zorbalığın ortadan kalktığı bir dünya özlemiyle mücadele alanlarını doldurmakta ve yaşadıkları duruma son verecek bir çıkış yolu aramaktadırlar.
Acıların daha katmerli, baskı, sömürü ve eşitsizliğin daha ağır olduğu, her gün birkaç kadının öldürülmesinin adeta olağanlaştığı Türkiye’de de, burjuva devletin başındaki yobazlar sürüsü, açıklamaları ve konuşmalarıyla kadın düşmanlığında ölçü tanımıyor ve cinayetleri teşvik ediyorlar. Kadınlar ağır sömürü koşullarında ve dinsel gericiliğin ağır kuşatması altındalar. Tüm kazanımları hedef tahtasında. Boğucu bir siyasal gericiliğin ve ölçüsüz bir devlet terörünün hüküm sürdüğü, sokağa çıkmanın bedeller gerektirdiği, sosyal mücadelenin geri olduğu bir dönemde, buna rağmen binlerce kadının çeşitli vesilelerle alanları doldurması, son derece dikkate değer bir gelişmedir.
Özellikle son birkaç yıldır kimi kadın gruplarının çabalarının yanı sıra önemli ölçüde kendiliğinden harekete geçen kadınların eylemleri büyük bir yaygınlık ve gelişme göstermekte, dikkat çekici bir kadın potansiyelinin varlığını ortaya koymaktadır. Yaşanan yaygın şiddet ve kadın cinayetleri de düşünüldüğünde, kadın sorunu toplumda en çok konuşulan ve tartışılan temel konular arasında yer almaktadır.
Bu durum, kadın sorunu ve kadın mücadelesi, onun büyük enerjisi ve devrimci potansiyeli üzerine herkesi tutum ve konum belirlemeye, politika oluşturmaya, “örgüt” kurmaya ve bu çerçevede daha planlı ve sistemli bir kadın çalışmasına zorlamaktadır.
Bir kez daha konunun ilkesel ve teorik çerçevesi üzerine
Her sınıfın ve onların politik temsilcisi siyasal akımların bütün sorunlara olduğu gibi bu soruna da yaklaşımı ve çözüm perspektifi farklıdır. Devrimci bir sınıf partisi, diğer sorunlara olduğu gibi bu soruna da marksist teorinin ve bilimsel sosyalizmin temel ilkeleri ışığında yaklaşır. Devrimci işçi hareketinin yanı sıra komünist kadın hareketinin bu alanda yarattığı zengin teorik ve pratik mirasa, sınıf partilerinin deneyim ve birikimine yaslanır.
Marksizm, kadın üzerindeki baskı ve sömürünün tarihsel-toplumsal kökleri ve sınıfsal temelini daha en baştan ortaya koymuştur. Toplumsal yaşamın her alanında kadınların yaşadığı baskı ve eşitsizliğin temelinde toplumların sınıflara bölünmesi vardır. Çeşitli tonlardan feminist hareketin burun kıvırıp “işe yaramaz” ilan ettiği marksist dünya görüşü, kadının ezilmişliğinin ve burjuva ailenin, tıpkı sınıflı toplum, özel mülkiyet ve devlet gibi her zaman var olmadığını, sorunun özel mülkiyet ve sınıflarla birlikte ortaya çıktığını, erkek egemenliğinin de bunun sonucu olduğunu gösterir. Dolayısıyla kadının ezilmişliğinin temelinde sınıflı toplum gerçeği durmaktadır.
Öte yandan mevcut toplum çıkarları birbirine zıt sınıflardan oluştuğu için, kadın sorununun da farklı sınıflara ait kadınlar için anlamı ve kapsamı farklıdır. Kadının ezilmişliği sorunu elbette kadın cinsinin tümünü kapsamakta ama bu gene de farklı sınıflara ait kadınların sorunlarının farklı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Bir işçi kadın ile bir burjuva kadının yaşadıkları bir ve aynı şey olmadığı gibi, bir işçi-emekçi kadın ile bir burjuva kadın eşit de değildir, bunlar arasında dayanışma olanaklı değildir. İşçi kadın, ezilen cins olarak da yaşadığı büyük acıyı bizzat sermaye köleliğinden çekerken, sermaye sınıfına ait bir kadının böyle bir sorunu yoktur. Bu nedenle, burjuva kadınının cinsel kimliğinden kaynaklanan özgül sorunu ile işçi-emekçi kadının kadın olmaktan kaynaklanan iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel sorunları arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır.
Dolayısıyla, kadınların yaşadığı sorunların kaynağı erkekler değil, özel mülkiyete dayalı kapitalist düzendir. Kadının kurtuluşunun yolu bu düzeni hedefleyen mücadelelerle ve elbette bu düzenin ortadan kaldırılmasıyla açılacaktır. Nasıl ki mülkiyetin ve sınıfların ortaya çıkması kadın cinsinin tarihsel yenilgisi olduysa, bunların ortadan kalkması da onun kurtuluşunun ön koşuludur. Kadının ezilmişliğini erkeğin doğasından kaynaklanan bir sorun olarak görmek, kadınların mücadelesinin gerçek hedefinden saptırılmasına hizmet etmektedir.
Feminist hareket ve çeşitli burjuva, küçük-burjuva kadın grupları, kadın sorunu ve mücadelesini temelde kadının kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına indirgemektedir. Sorunların çözümünü, sorunun kaynağı kabul ettikleri erkeğe ve geleneksel değer yargılarına karşı mücadeleden ibaret görmektedir.
Sömürüyü, yoksulluğu ve işsizliği yaşamayan burjuva ve orta sınıf kadınları için de kadın sorununun kaynağında erkekler vardır. Bu bakış onların sınıfsal konum ve çıkarlarına uygundur, bu konuda burjuva erkeklerle aynı saflardadır.
Tüm çarpıtmalara rağmen kadın sorunu toplumsal-sınıfsal bir sorundur; bu uğurdaki mücadele de temelde işçi ve emekçi kadının çifte ezilmişliğine karşı sınıfsal bir mücadeledir.
Kadın çalışması ve kadın örgütlenmesine yaklaşım
Kadın çalışması ve kadının örgütlenmesi sorununu her siyasal akım, izlediği politik çizgiye ve bu çizginin ihtiyaçlarına bağlı olarak ele alır. Marksistler her türlü ayrımcılığa, eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe ve baskıya karşı mücadele ederken, sorunu salt kadın ile erkek arasındaki çatışma olarak gören ve ayrı örgütlenmeyi savunan burjuva ve küçük-burjuva feminizmiyle ve onların soldaki versiyonlarıyla yollarını ayırır.
Kadının ezilmişliği burjuva egemenlik ilişkilerinden kaynaklanmakta ve burjuva ideolojisi tarafından yeniden yeniden üretilmektedir. Bu yüzden kadınların tam hak eşitliği mücadelesi burjuva egemenlik ilişkilerini ve ideolojisini hedeflemek zorundadır. Bu durum emekçi kadınların ve emekçi erkeklerin sermaye iktidarına karşı ortak sınıfsal mücadelesini temel almayı zorunlu kılar.
Hem uluslararası planda hem de ülkemizde devrimci ve komünist hareketin kadın sorununun özgül yanını yıllar boyunca ihmal ettikleri bir gerçektir. Cinsel egemenlik ilişkisinin özel yaşam içinde kendini gösteren biçimlerine gerekli ilgi gösterilmemiş, dolayısıyla etkin bir politik-pratik mücadelenin konusu edilmememiştir. Buradan gelen zayıflık ve ilgisizlik feminist hareketin ve çeşitli kadın oluşumlarının haklı eleştirilerine hedef olmuştur. Dolayısıyla feminizm mahkûm edilirken, devrimci hareketin bu alandaki zaafı ve darlığı gözden kaçırılmamalı, buradan gelen eleştiri ve tepkiler anlaşılmalı ama tersten bir savrulmaya karşı da mücadele edilmelidir.
Çeşitli kadın örgütleri ve feminist akımlar kadın sorununu salt cinsiyetçi bir yaklaşımla ve kadın kitlesinin tümünü kesecek biçimde ortaya koydukları için, örgüt ve örgütlenme sorununa da bağımsız kadın örgütleri kurma sorunu olarak yaklaşmaktadırlar. Bunun yankı ve etkileri çeşitli devrimci yapılarda da kendisini rahatsız edici düzeyde göstermektedir.
İşçi sınıfının komünist partisinin bu soruna bakışı temelden farklıdır. O, sınıf bilinçli kadın ve erkek işçi ve emekçilerin öncü devrimci partisi olarak, cinsiyet esasına göre bir örgütlenmeyi değil, kadın-erkek işçi ve emekçilerin ortak örgütlenmesini ve mücadelesini savunur. Emekçi kadın ile emekçi erkeği birbirinden ayırmayı değil fakat mücadele içinde birleştirmeyi amaçlar. Başka türlüsü devrimci sınıfın gücünü ve mücadelesini bölmeye hizmet eder.
İşçi kadın eksenli kadın çalışmasını güçlendirmenin yakıcı önemi
Kapitalist sömürü düzeni, kadınların kendi özgün talepleri için mücadeleye atılmalarını ve bunun sınıfsal mücadeleyle birleşmesinin imkanlarını her geçen gün daha fazla büyütmektedir. Zira daha çok kadın toplumsal üretim sürecine çekilmekte, bu da ezilen cinsin kurtuluşu sorununu işçi-emekçi kadının kurutuluşu sorunu, dolayısıyla emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtuluşu sorunu haline getirmektedir.
Kriz koşullarında kapının önüne ilk konulanlar olmasına rağmen kadının üretim içinde tuttuğu yer büyümekte, giderek daha fazla sayıda kadın emek ordusuna katılmaktadır. Türkiye’de de kadın kitleleri ucuz işgücü olarak üretim sürecine çekilmektedir. İşçi kadınlar, ev işleri ve çocuk bakımı yükünün yanı sıra insafsız bir kapitalist sömürünün nesnesi olarak ezilmektedir. Büyük bir mücadele potansiyeli demek olan bu çifte ezilmişlik, kadın çalışmasının neden temelde işçi kadın çalışması olması gerektiğini ortaya koyuyor. Sorunu böyle koymak elbette, kadın sorununu işçi kadından, kadın çalışmasını da işçi kadın çalışmasından ibaret görmek anlamına gelmiyor, çalışmanın oturacağı temel eksene işaret ediyor.
Bugün kadın çalışmasını kolaylaştıracak, kadının çok yönlü ezilmişliğinin bu sistemden kaynaklandığını gösterebilecek sayısız sorunla karşı karşıyayız. İşçi ve emekçi kadınlar bu sistemde ağır ve kuralsız bir sömürü, işsizlik, yoksulluk, açlık ve eşitsizlik pençesinde tükenirken, ezilen cins olmaktan kaynaklı olarak çocuk bakımı, ev içi köleliği, şiddet, cinsel taciz ve kadın cinayetleriyle cehennem koşullarını yaşamaktadır. Tüm bunlar vb., kadın çalışmasını büyütüp güçlendirmek, kadının devrimci enerjisini açığa çıkarmak, onu sosyal mücadeleye çekmek için büyük olanaklar sunmaktadır.
Kadınların temel hak ve özgürlükleri ile sosyal-sınıfsal istemleri uğruna olduğu kadar, erkek egemenliğinin bütün beliriş biçimlerine ve tüm alanlardaki yansımalarına karşı sistematik bir mücadele de bugünün yakıcı bir görevidir. Ataerkil ve burjuva cinsiyetçi düşünce ve önyargıların, burjuva yozluğun işçi sınıfı içinde olduğu gibi devrimci sol saflarda da etkisi düşünüldüğünde, bunun özel bir mücadeleye konu edilmesinin önemi daha iyi anlaşılır.
“TKİP, kadının tarihsel ezilmişliğinin yarattığı fiili eşitsizliklerin tüm izleriyle silinmesinin yeni toplumun inşası ve yeni insanın biçimlenmesi eşliğinde uzun bir tarihi döneme yayılacağının bilincindedir. Bu bilinçle, kadını köleleştiren ve aşağılayan ideoloji ve geleneklere karşı sistematik bir mücadele yürütür.”
Bugünden, “Toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için kararlı ve sistematik bir mücadele yürütülür. Eski toplumdan miras fiili eşitsizliklerin giderilmesi için her alanda kadın lehine ayrımcılık gözetilir.” (TKİP Programı)