AKP-MHP rejiminin “yönetme ustalığı” doruğa ulaşmış görünüyor. Bunu on milyonlarca insanı koyu bir sefaletin içine iterek gösterdikleri pervasızlıktan anlamak mümkün. Gençliğin hayallerini çalarken pişkin pişkin açıklamalar yapmalarından, ormanlarını savunan köylülerin önüne jandarma ve kolluk kuvvetleriyle barikat ördürüp ağaçları keserken takındıkları vurdumduymaz tutumdan görebiliyoruz. Depremzedelerin topraklarını gasp edip TOKİ’ye tahsis etmeleri ise “yok artık” dedirtecek bir ustalığın somut göstergelerinden biridir.
Bu türden “başarı hikayeleri” örneklerini çoğaltmak mümkün. Merkez Bankası rezervlerini eksiye düşürmek, hazineyi boşaltmak, asgari ücretle çalıştırmayı “olağan” hale getirmek, asgari ücreti açlık sınırının altına çekmek, kadın katillerine kalkan, çocuk tecavüzcüleriyle duygudaş olmak, ülkeyi mafya babalarının cenneti haline getirmek ve daha pek çok başka icraatları da “ustalığın” doruğunda olduklarını kanıtlıyor.
Ustalıkta ulaştıkları düzeyin dolaysız yansıması olan icraatlarından toplumun geniş kesimlerinin olumsuz etkilenmesi umurlarında değil. Bu, aynı icraatları döne döne tekrarlamalarından da anlaşılıyor. Öte yandan, bu gidişattan büyük çıkar sağlayanlar da var. Bunlar, azınlık olan sermaye sınıfı ve Saray rejiminden nemalanan ya da onun çöplüğünden beslenenlerden ibarettir. Sefaletin içinde yüzerken de oy veren kesim olduğu sürece, bu azınlık ve Saray beslemeleri AKP-MHP rejimine yetiyor. Ne de olsa arkalarında batılı emperyalistler ve NATO’nun desteği de var.
***
Bu kadar ucubeleşmiş bir rejimin birçok garabet üretmesi kaçınılmazdır. Rejimin dayatmalarına karşı örgütlü mücadelenin gelişmemesi ise toplumda belli bir çürüme yaratıyor. Zira bu rejim, ancak toplumun geniş kesimleri “biyolojik olarak hayatta kalma” sınırlarına çekilmiş bir “yaşam standardını” kabul ederse varlığını sürdürebilir. Farklı sebeplerden dolayı bunu sineye çeken toplum, Saray rejimi tarafından korku, endişe, gelecek belirsizliği kıskacına alınıp felç edilmek isteniyor. Bu hedefi tutturabildiği sürece, rejim kendi sefil varlığını güvenceye almış oluyor. Çürüme, iktidarı ve muhalefetiyle düzenin bünyesini baştan sona kapladığı için, kurulan bu “sapkınlık” rejimini ancak toplumsal bir isyan yıkabilir.
İsyan rüzgarlarının esmediği yerde korku ve endişenin sisli havası ortalığı kaplıyor. Bu durumda ise çoğunluk için gelecek, kuşku ve belirsizliklerle kaplı oluyor. Nitekim Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) son hazırladığı rapora göre “gıda, barınma, enerji ve borç” gibi temel ödemeleri yapabilmekten en çok endişe edenler Türkiye vatandaşlarıdır.
Yüksek enflasyon, zamlar ve reel gelirin “düzenli düşüşü” Saray rejiminin “yeni Türkiye’sinin trendi” olunca, toplumun büyük bir çoğunluğu en temel ödemeleri karşılamakta zorlanır hale geldi. Türkiye’de halkın yüzde 72’si gıda, barınma ve evlerde kullanılan enerji masraflarını karşılamaktan ve borç ödeme maliyetinin giderek artmasından endişeli. 27 ülke içinde Türkiye ilk sırada yer alırken bu ülkelerin ortalaması yüzde 47.
İşte bu tablo, kriz içindeki kapitalist sistem ile sermaye ve emperyalistler tarafından tercih edilen dinci-faşist rejiminin vaat ettiği “yeni Türkiye”nin nasıl olacağı hakkında somut bir fikir vermektedir.