Hile/hurda, yalan, manipülasyon, kara propaganda, oy çalma gibi kirli yöntemlerle Tayyip Erdoğan’ın seçilmesinin, emperyalistlere neden rahat bir nefes aldırdığını anlamak için çok beklemek gerekmedi. Zira yeni dönemde ilk yaptıkları şey emperyalist savaş aygıtı NATO’nun talebi üzerine polislik yapacak 700 askerin Kosova’ya gönderilmesi oldu. NATO şefi Jens Stoltenberg’in Tayyip Erdoğan’la görüşüp göreve başlama törenine katılması da pek manidar bulunmuştu.
İkinci adımları ise, işçi ve emekçilerin tümünü daha da yoksullaştıran döviz fiyatlarını fırlatmak oldu. Bir günde yaklaşık %8 oranında yükselen döviz kurları, emperyalist merkezlere, yani yabancı sermayeye bir mesaj niteliği taşıyor. Nitekim Saray’ın yeni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, dolar 24 liraya yaklaşınca Twitter hesabından İngilizce bir mesaj yayınlayarak, yabancı sermayeye şunları demeye çalıştı: “Sizin istediğiniz politikaları uygulayacağımız konusunda verdiğimiz sözü tutuyoruz.”
Birçok ekonomist, seçim öncesi yapay bir şekilde baskılanan döviz fiyatlarının serbest bırakılacağını öngörmüştü. Zira yağma/talan düzeni, Hazine’de kalan son parayı da kirli seçim kampanyasında kullanmıştı. Merkez Bankası ise milyarlarca dolar eksiye düşürüldü. Kısa vadede ödenmesi gereken dış borç ise 203 milyar doları aştı. Bu kadar büyük bir miktarı sadece mafya babalarının kara parası ve yüksek faiz karşılığında Körfez şeyhlerinden alınacak petro-dolarla karşılamaları mümkün değil. Dolayısıyla mali oligarşinin Londra’daki baronlarına yalvarmak dışında bir seçenekleri yoktu.
Tayyip Erdoğan’ın daha önce hırsızlıkla itham ettiği, hakaretlerle aşağıladığı Mehmet Şimşek’i Maliye Bakanlığı’na getirmesi tesadüf değil. İngiliz vatandaşı olan Şimşek’in mali oligarşinin baronlarıyla "iyi" ilişkiler içinde olduğu sık dile getirilen bir konu. Bundan dolayı “büyük reis” kovduğu adamı Saray’a çağırıp ona bakanlık koltuğu bahşetti.
***
Mali oligarşinin baronları tarafından teveccüh gören birinin bakanlığa getirilmesi hem "yerli" hem yabancı sermayenin temsilcileri tarafından memnuniyetle karşılandı. Çünkü bu çevreler izlenecek mali politikalarla kasalarına akacak milyarların kokusunu hemen aldılar. Döviz kurlarının beklenenden de hızlı bir şekilde yükselmesi, “yerli/milli” Saray rejiminin kimlerin hizmetinde olduğunu bir kez daha göstermiştir.
TL’nin hızla değer kaybetmesinin getireceği zam yağmuru ile fatura işçi ve emekçilerin sırtına yıkılacak. Saray rejimi hem seçimler için dağıttığı rüşvetleri hem mali oligarşiye aktaracağı parayı işçi ve emekçileri daha derin bir sefalete mahkum ederek tahsil edecektir. Dolar kurunun artması hem iç hem dış borçların dramatik bir şekilde yükselmesi anlamına da geliyor. Dolayısıyla o borçların miktarındaki artışın karşılanması da halkın sırtına yıkılacak ek faturalar anlamına geliyor.
Dolar kurundaki artışın borçlara yansımasını hesaplayan CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat şunları söylüyor: “Peki, bize faturası ne olacak? Türkiye’nin dış borcu 459 milyar dolar. Doları seçim öncesi zar zor 19 TL’de tuttular. O zamanki borç 8,7 trilyon liraydı, şimdi ise kuru 24 TL’den ele alırsak 11 trilyon TL. 203,3 milyar dolar olan kısa vadeli dış borç 3,9 trilyon liradan, 4,9 trilyon liraya çıktı. Yani Türkiye’nin bir yıl içinde ödemesi gereken borcu 1 trilyon TL arttı. 2023 bütçesinin 4,6 trilyon TL olduğunu hatırlarsak tehlikenin ne kadar büyük olduğunu görürüz.”
***
İlk haftanın icraatları, gerici-faşist rejimin "yeni" dönemde izleyeceği yolu netleştirmiştir. Önceki dönemlerde ne yaptılarsa yine benzerini yapacaklar. Ancak bu defa çok daha pervasız olacaklar. Zira yağma ve talanda ölçüyü o kadar kaçırdılar ki, Merkez Bankası’nda, Hazine’de açtıkları derin çukurları ve biriken dış borçları kapatmak için, hiç olmadığı kadar gözü dönmüş bir şekilde işçilere, emekçilere yüklenecekler.
Emekçileri derin sefalete ittikçe din istismarına daha çok sarılacak, şoven-ırkçılığı daha pervasızca yaymaya çalışacaklar. Her okula bir imam hatipli ya da ilahiyatçı atamaları şimdiden işe koyulduklarını gösteriyor. Bu iki zehirle işçileri ve emekçileri sersemletip onları koyu sefalete şükreder hale itmek istiyorlar. Şoven ırkçılıkla işçileri yapay şekilde parçalamak da kirli hedeflerinden biridir. İşçi sınıfı ve emekçilerin bunun farkında olması, dayatılan onur kırıcı sefil yaşama şükretmeyi reddetmesi, saraylarda yaşayan sahtekarların pazarladığı din sosuna bulanmış “zehirli hapları” çöpe atıp bu hırsız takımından hesap sormak için örgütlü mücadeleyi yükseltmeleri kritik bir önem taşıyor.