İzmir’de 115 kişinin yaşamını yitirmesine yol açan 6.9 büyüklüğündeki sarsıntı, Türkiye’nin depreme hazır olmadığı gerçeğini bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Türkiye’de hemen her yıkıcı depremin ardından benzer konuların tartışmaya açılması, depreme hazırlık konusunda bir arpa boyu yol gidilemediği de ortaya koydu.
Ülkedeki imar politikası ile rant merkezli inşaat anlayışı depremin ardından en çok tartışılan konuların başında gelirken TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Taner Yüzgeç, “En büyük sorunumuz, siyasi idare ve devletin sorunu tespit etmesine karşın harekete geçmemesi ya da harekete geçmeyi tercih etmemesi” dedi. TMMOB İMO Başkanı Taner Yüzgeç, BirGün'den Mustafa M. Bildircin'in sorularını yanıtladı.
* Hemen her depremin ardından benzer şeyleri tartışıyoruz. Bu, Türkiye’nin depreme hazırlık konusunda yaşadığı zafiyeti mi gösteriyor?
Depremden sonra hazırlanan hasar tespit raporlarının sonuç bölümünde yer alan değerlendirmeler üç aşağı beş yukarı aynı. Bu, Türkiye’nin yapısal sorunun bir göstergesi. Yapısal sorunu fiziki ve Türkiye’nin imar, şehirleşme politikaları olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Her iki noktada yaşanan problemler de 1960’lı yılların hızlı kentleşmesiyle beraber neredeyse aynı nitelikte bugün de devam ediyor. Ancak tabii ki depremin verdiği hasarın artışı kentlerdeki nüfusun artmasıyla paralellik gösteriyor. Bir yandan bu yapısal sorun devam ederken bir yandan da risk artıyor. Sorunumuz genel olarak siyasi idarenin ve devletin sorunu tespit olmasına rağmen eyleme geçememesi ya da geçmemeyi tercih etmemesidir. Özellikle Marmara Depremi’nden bu yana…
Bina envanterleri çıkarılmalıydı
* 2012 yılında yürürlüğe konulan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda, depreme hazırlık konusunda birçok uygulamanın hayata geçirileceği belirtiliyordu. Bu çalışmalar ne durumda?
2017 yılı itibarıyla Türkiye’deki bütün bina envanterinin çıkarılmış olması gerekiyordu. İktidarın kendisine verdiği süre buydu. Başta kamu binaları olmak üzere bütün yapıların envanterinin üç yıl öncesine kadar çıkarılması gerekmekteydi. Bugün bunun yapıldığını maalesef söyleyemiyoruz. Eğer yapılmış olsaydı İzmir’deki kamu binaları, içerisinde oturulamayacak duruma gelmezdi. Okulların durumunu tam olarak bilmiyoruz ancak zarar gören hastaneler de mevcut.
İmar affı cinayettir
* İmar affı kapsamında ruhsatlandırılan binalar, Türkiye’yi depremin yıkıcı etkisini artırıyor mu?
İzmir’de yıkılan ya da ağır hasar alan binalar, 1990’lı yıllarda projelendirilmiş, inşaatı tamamlanmış, iskanını almış yapılar. Bunlara sonradan eklenti yapılıp yapılmadığını ve aftan yararlanıp yararlanmadıklarını bilmiyoruz. Ama imar affı başlı başına bir cinayettir. Bu tür sonuçların oluşmasına zemin hazırlayan bir uygulamadır. Sonuç itibarıyla mühendislik hizmeti almadığını varsaydığımız yapılara iskan verilmesi demektir imar affı. Yurttaşa, “Gelin oturun, kaçak yapılmıştır ama ben bunun bedelini aldım, yasallaştırdım” demektir. Oysa ki bu çok büyük bir hatadır. Ne tür bir imara uygunsuzluğa sahip ki aftan yararlanıyor, bilinmiyor. Dolayısıyla içerdiği risk de bilinmiyor ama buna rağmen yasallaştırılıyor. Türkiye’nin yapısal sorunlarından birisi de bu meseledir.
* TMMOB İnşaat Mühendisleri ve Mimarlar odalarının İzmir şubeleri, İzmir’deki hasar tespit çalışmalarına katılmak istediler ancak sürecin dışında tutuldular. Bu politik bir tercih miydi?
Sorun bir zihniyet meselesi… Bu, iktidarın kendilerinden olmayan belediyelere yaklaşımının bir başka tezahürüdür. İhtiyaç olmasına rağmen bütün Türkiye’deki il müdürlüklerine yazdıkları yazılarla mühendis ve mimar tedarik etmeye çalışmalarına rağmen İzmir’de hazır bekleyen mühendislerimizi sahaya davet etmemeleri anlaşılır değil tabii ki.
* Yerel yönetimlerin depremin yıkıcı etkisinin azaltılmasına ilişkin çalışmalarının bütçe ve organizasyon yapıları itibarıyla tek başına yeterli olması mümkün mü?
Özellikle deprem ve insan odaklı dönüşümlerin gerçekleşebilmesi büyük bütçeler gerektirmektedir. Ama tabii bu büyük bütçeler, Türkiye’de hali hazırda, ‘kara delik’ olarak nitelendirilen yatırımların yanında çok da büyük değil. Onların yerine çok rahatlıkla İstanbul bugün depreme hazır hale getirilmiş ya da bu konuda çok büyük yol alınmış olabilirdi. Türkiye’nin birinci derece deprem bölgesi altında olan yüzde 60’lık kısmındaki bölgelere bütçe hazırlanmaz ise yerel yönetimlerin bunların altından kalkabilme şansı yoktur. İlgili yasaların ve mevzuatın hazırlanmış olması gerekir. Rant dönüşümlerine son verilmesi gerekmektedir. Önceliğin gerçekten riskli alanlar olmasının yolu açılmalıdır. Meseleyi kâr-zarar hesabıyla yöneten müteahhitlik kesimi o riskli alanlara girmemektedir. Bu noktada devletin zorlaması gerekir. Kuşkusuz bu da kaynak gerektirir ve bu kaynağı devlet çok uzun vadeli krediler ile tedarik etmek zorundadır. Yerel yönetimler envanter çalışması yapmak istese dahi merkezi yönetim kurumlarının sürece dahil olması gerekir.
* Hemen her afetin ardından olduğu gibi Ege depreminin ardından da yurttaş suçlandı. Yurttaşın bir suçu var mı?
Devletin birinci görevi, yurttaşın güvenli ve sağlıklı yapılarda yaşamasını garanti altına almaktır. Bunu da iskan raporu ile söylemektedir bir tür. İskan raporunda denilmektedir ki “Benim denetim süreçlerimden geçerek bir yapıda oturacaksın, bu konuda güvenebilirsin.” Dolayısıyla bir yapıyı iskana açacaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ki “Depreme dayanıklı olduğu anlamına gelmez. Yurttaş o yapının güçlü ve dayanıklı olup olmadığından sorumludur.” Yurttaş elbette ki ikamet ettiği yapının taşıyıcı sistemlerine müdahale etmemek durumundadır. Yurttaşın tek sorumluluğu budur. Bunun dışında yurttaş ne mimardır ne mühendistir ki gerekli tahkikleri yapsın. Kaldı ki mimar ve mühendis de olsa bir yurttaş, bu onun sorumluluğunda değildir. Hiç kimse iskana açılmış bir bina konusunda şüpheye düşmemesi gerekmektedir.
* Depremin ardından binaların aldığı hasarlar, ‘hafif’, ‘orta’ ve ‘ağır’ olmak üzere üç farklı başlık altında değerlendiriliyor. Yurttaş, ‘hafif’ ya da ‘orta’ hasarlı binada oturmaya devam edebilir mi?
Ağır hasarlı binalara hemen müdahale edilmeli. Orta riski binalar ise yine güçlendirilmeden içerisinde oturulması mümkün olmayan yapılardır. Orta riskli binaların da boşaltılması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Güçlendirme maliyetleri yüksek değilse güçlendirilerek iskana tekrar açılmaları gerekmektedir. Hafif hasarlı binalar da yine tahkik gerektirmekle birlikte içerisinde oturulmaya müsait binalardır.