İşçi ve emekçiler kriz olgusunu yaşamlarında çoktan hissetmeye başlamasına rağmen, AKP iktidarı tüm aparatlarıyla birlikte kriz üzerinden manipülasyon oluşturma çabasını sürdürüyor. Krizin teğet geçeceğini iddia eden AKP iktidarı, bununla birlikte dolar bozdurma çağrıları yapıyor, kriz karşısında alacakları önlemleri sıralıyor. Fakat tüm bu beyhude çabaya rağmen yaşanan krizin emareleri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine bile yansıyor.
TÜİK tarafından açıklanan rakamlar Türkiye ekonomisinin büyümesi üzerinden AKP ve Erdoğan’ın kendilerine biçtiği “başarı öyküsünün” sonuna işaret ediyor. Bu verilere göre Türkiye ekonomisi 2016’nın üçüncü çeyreğinde yüzde 1,8 küçüldü. (Benzeri bir küçülme yine 2009 yılında “krizin Türkiye’yi teğet geçtiği” dönemde de yaşanmıştı.) Hane halkı nihai tüketim harcaması yıllık yüzde 3,2 oranında azaldı. Cari açık Ekim’de 1,68 milyar dolar olurken, cari işlemler açığı 33,7 milyar dolar oldu. Mal ve hizmet ihracatı yıllık yüzde 7 azaldı. İmalat üretimi yıllık yüzde 3,2 daraldı. Hizmet sektörü yıllık yüzde 8,4 düşüş yaşadı. Sanayi sektörü yıllık yüzde 1,4 azaldı. Tarım sektörü yıllık yüzde 7,7 azaldı. Bu rakamlar bir kriz ortamında olunduğunun sonuçları olarak kayda geçerken, TL'de yaşanan değer kaybı da devam ediyor.
TÜİK tarafından açıklanan verilerde bir başka gerçek daha itiraf ediliyor. İlgili verilere göre devletin nihai tüketim harcamaları yüzde 23,8 artmış bulunuyor. Bu harcamaların eğitime, sağlığa, kültür ve sanata ayrılmadığını biliyoruz. Devlet giderlerinin kolluk gücüne, silahlanmaya, insan öldürmeye, diyanete, gericiliği artırmaya ve de Saray’ın faturalarını ödemeye gittiği ise ortadadır.
Dolar bozdurma balonu tez söndü
Krizin boyutları artarken, hükümetin çözüm önerileri ise sermayeyi kurtarma paketleriyle devreye giriyor. Öte yandan krizin faturasını emekçilere yüklemeye hazırlanan AKP iktidarının “dolar bozdurun” çağrıları da devam ediyor.
Dolar bozdurma çağrısının yaşanan kriz karşısında bir çözüm olmadığı biliniyor, dahası bu çağrının rağbet görmediğini de belirtmek gerekiyor. Zira bankalardaki döviz hesaplarının 11 Kasım - 2 Aralık arasında 2,7 milyar artarak 172,3 milyar dolara ulaştığı belirtiliyor! Öte yandan, ülkenin önemli çoğunluğunun açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı bir Türkiye gerçekliğinde dolar bozduracak kesimin, sermayedarlar olduğu, onların da zaten bu durumu fırsata çevirdiği söz konusu rakamlardan anlaşılıyor.
Hükümetin açıkladığı önlem paketleri ise beklenildiği gibi sermaye sınıfının derdine derman arıyor. Zira onların önlemden anladığı şey, bir avuç sermayedarın kriz koşullarında kârlarını güvenceye almaktır.
Önlem paketinde neler var?
Patronların krizi sorunsuz bir şekilde atlatması için alınan “önlemler” arasında bir dizi teşvikler, kolay kredi destekleri, vergi indirimleri, prim ödemelerinin ertelemesi, sıfır faiz uygulamaları vb. var. Binali Yıldırım; “Firmaların piyasada nakit ihtiyaçları var, nakit sıkıntısı var. Bu nakit sıkıntısını rahatlatmak, işlerini genişletmelerini sağlamak hatta istihdamı arttırmak için hazine kefaleti getirmek suretiyle, Kredi Garanti Fonu’nun kefaletiyle 250 milyar liraya kadar bir kredi hacmi oluşturuyoruz” diyor. Yani hazine, verilen kredilerin geri ödenememesi halinde, batık kredileri üstlenecektir. Bu kaynak da, işçi ve emekçilerden yapılan kesintiler, vergiler ya da işçi ve emekçiler için yapılacak harcamalardan kısıtlamalarla elde edilecektir. Yani patronların ödemedikleri kredi borçlarını işçi ve emekçiler ödeyecektir.
“Kamu, devlet olarak 2017’de muazzam bir tasarruf yılı olacak” diyen başbakan, devlet olarak fuzuli harcamaları kısacağını iddia ediyor. TÜİK verilerine de yansıyan devletin nihai tüketim harcamalarındaki yüzde 23,8 artışı görmezden gelemiyor belli ki; “Çok ciddi tasarruflar yapacağız, bunun da tüm detaylarını çalıştık. Önceliği olmayan harcamalar, yeni bina alma, yeni araba alma vesaire gereksiz masraflar yapılmayacak. Fuzuli yere seyahatler, bunlardan kaçınacağız. Bir anlamda vatandaşlarımızdan bir şey isterken, ‘Haydi dövizini bozdur, ülkene, ekonomine omuz ver’ derken, önce devlet kurumları olarak bizim elimizi taşın altına koymamız lazım” diyor. Ancak bunun fiiliyatta olmayacağı açık. Onlar tasarruf adı altında işçi ve emekçilere düşük ücretlere, artan vergi yüklerine ve zamlara razı olmayı dayatacaklar.
Pakette sermayedarların beklediği ‘reformların’ gerçekleşeceğine dair de söz veriliyor. Söz konusu “reformların’ esası ise şudur: “devletin bütün alanlardaki belirleyici rolünün, ekonomideki ve diğer alanlardaki belirleyici rolünün sınırlandırılması” ve “vatandaşın devletle olan işinin azaltılması.” Yani her alan sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenecek ve onun insafına bırakılacak. Eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten ulaşıma her alanda işçi ve emekçiler ödedikleri vergilerin karşılığını alamayacak. Ama en basit hak arama eyleminde ya da muhalif her duruşta karşılarında yargıyı ve düzenin kolluk güçlerini bulacak! AKP’nin, 2017’de ülkeyi sermaye sınıfı için dikensiz bir sömürü bahçesine dönüştürme vaatleri bunlardan ibarettir.
Görüldüğü gibi bir sermaye hükümeti olarak AKP, patronlar krizin faturasını ödemesin, krizi fırsata çevirebilsinler diye önlem almaktadır.