Çözüm işçi sınıfının devrimci iktidarında!
Burjuva cumhuriyeti, tarihinin en büyük ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel kriziyle boğuşuyor. Ve sermaye düzeni kapitalist dünya sisteminin çelişkilerinin derinleştirdiği bu çok yönlü sorunların kıskacında sürekli bir seyir alan istikrarsızlık tablosunu değiştirmenin, sistemi bir dengeye oturtmanın kavgasını veriyor. Emperyalizm ve işbirlikçisi uluslararası sermayenin mahsulü olan dinci-gerici iktidarın, sistemin dengelerini altüst eden icraatlarını durdurarak limitlerin içine çekmenin her türlü yöntemi piyasaya sürülüyor. Türkiye kapitalizmi için bir süredir soruna dönüşmüş olan dinci-gerici rejimin başındaki şefin “tek adam”a dayanan bir düzende ısrarının şiddetlendirdiği toplumsal gerilim 15 Temmuz askeri darbesinin bastırılması ile kontrol edilmesi mümkün olmayan bir düzeye ulaşmıştır.
15 Temmuz sonrası sermaye düzeninin içinde bulunduğu belirsizlik ve karmaşa tablosu misliyle artmıştır. Şimdi işçiler, emekçiler ve Kürt halkı, sonuçları itibariyle aynı anlama gelen “karşı darbe”yle, OHAL ile koyulaşan bir baskı ve zorla karşı karşıya. FETÖ ile mücadele adı altında düzen içi çatlak seslerin susturulması için kapsamlı bir cadı avı başlatılmış oldu. İpleri kurulu sermaye düzeninin elinde olan dinci-gerici parti-cemaat koalisyonunun bozulmasından sonra iktidarını denetim altında tuttuğu bir aşamada “şef”in korkuları gerçeğe dönüşmüş oldu. Bürokrasi, polis, istihbarat, medya, üniversite ve en önemlisi yargı ve ordu cemaatin denetimi altında iken planlanan ve düğmesine basılan darbe burjuva cumhuriyetinin çivisinin çıktığının açık bir kanıtı olmuştur. Dinci-gerici parti iktidarının (büyük ölçüde 1950’lerden bugüne dinci-milliyetçi ideolojilerin etki ve denetiminde kötürümleştirilen, düzene yedeklenen tutucu seçmen kitlesinde ifade bulan tabanının, resmi-sivil militarist örgütlenmelerinin sayesinde) bugün için devrilmesine engel olunmuştur. 7 Haziran seçimlerini yok sayarak 1 Kasım’da “istikrar” vaadiyle ve ona eşlik eden kaos şantajıyla iktidarın dümenini bir kez daha elinde tutmayı başardığında nasıl ki toplumsal yaşamın her alanında pervasızlaşmışsa bugün de benzer bir tabloyla yüz yüzeyiz. Tek farkla ki düzen içi rant mücadelesinin şiddeti artık bugün sermaye klikleri arasında süren açık bir savaşla rejimin tüm dengelerini altüst etmiştir. Rejim krizinin seyri dinci-gerici parti için artık varlık yokluk sorunudur, ayağı tökezler tökezlemez deliğe süpürüleceği açık bir gerçekliktir. Komünistlerin 2015’te toplanan V. Kongre’lerindeki tespitleri, sermaye düzeninin birbirini tetikleyen karmaşık iç ve dış sorunların sarmalında hızla belirsizliğe doğru sürüklendiğine işaret etmektedir:
“Toplumsal konumları, çıkarları ve hedefleri birbirinden temelden farklı çok değişik toplumsal kesimler ve siyasal güçler AKP’de cisimleşmiş bu iktidara diş biliyor, ama halihazırda çok fazla bir şey de yapamıyorlar. Bu çevreler tüm umutlarını 7 Haziran öncesinde parlamenter çözüme bağlamışlardı. Bunun boşa çıktığını ve yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktığını biliyoruz.
Parlamenter çözüm hayallerinin akıbeti bu oldu. Benzer hayallerin yeniden depreşmesi kolay değil. Zira yaratılan yeni toplumsal-siyasal atmosferde böyle bir umudu yeniden yeşertecek pek bir imkan görünmüyor. Bu durumda geriye askeri darbe ve toplumsal mücadele alternatifleri kalıyor. İlki emperyalizmin ve büyük burjuvazinin ihtiyaç duyduğunda başvurabileceği bir çözüm yolu. Mısır bunun taze bir örneği olarak duruyor…” (TKİP V. Kongresi Açılış Konuşması / Parti, sınıf, siyasal mücadele, Ekim, Sayı: 299, Şubat 2016)
Sermaye iktidarının krizinin 15 Temmuz sonrasındaki seyri “tek adam” rejimini inşa eden, sıkıyönetimden farklı olmayan uygulamalarla daha da kızışmış oldu. TÜSİAD eksenli sermaye çevrelerinin ve bölgesel çıkarları tehlikeye giren emperyalistlerin, saraya vermek istediği gözdağı adresini buldu. Şimdi benzeri darbe koşulları ile tüm toplumsal muhalefet bastırılmaya, kontrol altına alınmaya, ekonomik-sosyal yıkım programı kararlılıkla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Sarayda somutlaşan dinci-gericilik tarafından temsil edilen sermaye çevrelerinin iktidarın dümenini kaybetmeye de, emperyalist dünya ile ilişkileri daha köklü olan tekelci burjuvazinin çıkarlarına hizmette kusur etmeye de niyeti yok. Şimdi iktidarı hâlâ elinde tutmanın avantajıyla burjuva devlet aygıtının tüm kurumlarını OHAL’in yarattığı olanakları sonuna kadar kullanıp altüst etmenin, kendine bağlamanın peşinde. İşbirlikçi tekelci burjuvazi dinci-gerici partinin kurulu düzeninin dengelerinin keyfilik ve kuralsızlıkla bozulmasından rahatsız. Son bir yılda ihracat oranı %18’i aşarak gerileyen, büyüme oranları düşen Türk kapitalizminin TÜSİAD’da temsil edilen bu kesiminin bu rahatsızlığı darbe girişiminin sonrasında devam etmektedir. Türkiye’de “demokratik anayasal düzeni korumak” başlıklı ilanlar, esasında dinci-gerici iktidarın “limitlerin içine” çekilmesi, çıkarları ortak olan emperyalizmin uzun vadeli planlarına uygun hareket etmesi için bir mesaj içeriği taşımaktadır.
On binleri aşan ve devlet kurumlarının tümünü hallaç pamuğuna çeviren gözaltılar, 16 bin civarı tutuklama, NATO’nun ikinci büyük ordusunu KHK’ler ile tek adama bağlayan adımlara karşı dinci-gerici zorbalık meşruiyetini tümden yitirmiş, iflas etmiştir. Dün bu tabloyu kendi lehine çevirebilmesinin tek koşulu 13 yıllık kusursuz uşaklığına dayanarak kendi özel hesap ve çıkarlarına uygun, kendi işlediği türden bir rejimi inşa etme ısrarından vazgeçmesiydi. Artık bugün ayakta kalmak için son kozlarını oynamaktadır. Her ne yaparsa yapsın miadı dolmuştur.
Dinci-gerici partinin içinde yer almadığı çözümler için sarayı etkisiz hale getirmeye yönelik tüm hesaplarında en son Davutoğlu’nun tasfiye edilip iç muhalefetin temizlenmesi ile darbenin düğmesine basılmıştır. Düzenin tüm kurumlarıyla çürüdüğü, rantçı iktidar dalaşı sayesinde tüm maskelerin yere düştüğü bir aşamada belirsizlik, sermaye düzeninin önümüzdeki sürecine damgasını vurmuştur.
Emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazinin 7 Haziran seçimlerinde “büyük koalisyonla” Türk sermaye düzenini bir dengeye oturtma planının gerici partice boşa düşürülmesinden bugüne biriken kriz dinamikleri bugün çok daha şiddetli çatışmaya gidiyor. Böylesi bir süreçle bu karanlığı dağıtacak tek güç işçi sınıfının devrimci bağımsız çizgisidir.
“Dövüşmeyen kendi davası için ölür karşıtının çıkarı için” (B. Brecht)
ABD emperyalizmi 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın sonunda kapitalist dünya sisteminin tartışmasız lideri ve hegemonik gücü haline gelmiştir. Türk tekelci burjuvazisini kölelik ilişkileriyle kendine bağlamış, ardından da Türk devletini Sovyetler’e karşı ileri karakol haline getirmiştir. ABD şahsında emperyalizmle kurulan bağımlılık ilişkilerinin ekonomik, siyasi, askeri alanlardaki düzeyi bugün çok daha ileridir. Türk tekelci burjuvazisi emperyalizme sadık bir uşak olacağını kanıtlamak için kırk takla atmış, NATO’ya bile girmeden ikili askeri anlaşmaları imzalamak için hevesle öne atlamıştır. Sadakatini göstermek için NATO üyeliğinden önce Kore’ye asker göndermiştir. 1949’da kurulan NATO’ya başvurusunu vakit kaybetmeksizin aynı yıl yapmıştır. CHP’nin iktidarında başlayan bu emperyalizme mali-ekonomik kölelik ve bütünleşme, burjuvazisinin sermayesini büyütme isteğinin sonucudur. Türk sermaye iktidarı NATO’ya girdiği 1952’den bugüne emperyalizmin bölgedeki bekçiliğini büyük bir sadakatle yerine getirmektedir.
Sermaye iktidarının dümenine hangi düzen partisi oturursa otursun emperyalizme göbekten bağlı asalak sermaye sınıfının yıkım programını uygulamıştır.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ABD’nin kapitalist dünya sisteminin egemeni olma konumu artık tartışmalıdır. Bu nedenle hegemonyasını yeniden kurmak için dünyanın önde gelen egemenlik alanlarında kıyasıya bir rekabete girmiş durumdadır. Kafkasya, Baltık Denizi, Asya-Pasifik bölgesi ve Ortadoğu bu mücadelenin yoğunlaştığı merkezlerdir. Rusya’yı ve Çin’i kuşatma mücadelesinin ana üssü Ortadoğu’dur. Emperyalistler arası hegemonya kavgasının kızıştığı bir tarihsel süreçte dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin de içinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyası sayısız çelişkinin iç içe geçtiği bir “istikrarsızlık kuşağı” olma özelliği gösteriyor.
İşte emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin, saldırganlık ve savaşın merkezi olan Ortadoğu’da etnik, dinsel ve mezhepsel sorunları kışkırtan planlar kesintisiz bir şekilde sürüyor. Böylesi bir süreçte dinci-Amerikancı partinin ABD’yi darbenin sorumlusu olarak gösterme söylemleri bile ancak birkaç gün sürebilmiş, hızla efendilerinin talimatıyla hizaya gelmişlerdir. Şimdi emperyalizme kölece itaat edip, NATO’nun Varşova zirvesinde çaldığı savaş tamtamlarına uygun bir şekilde sıraya girmektedir. Yanı sıra ülkeyi artı-değerin azgınca sömürüldüğü bir köle pazarına çevirmek için tüm engelleri temizlemek, Suudi gericiliği ile Katar Emirliği dışında Ortadoğu’da yalnızları oynadığı dış politikasını değiştirmek, maceracı yeni Osmanlıcı hayallerden vazgeçmek vb. ile yüz yüzedir.
Bugün bu karanlığın tek sorumlusu emperyalizm ve işbirlikçi büyük burjuvazi, işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların başına bela ettiği dinci-gericiliği kendi sınıf çıkarları doğrultusunda kullanmaya kararlılıkla devam etmektedir. IŞİD ve türevi cihatçı militarist çeteleri “komünizme karşı yeşil kuşak” projeleriyle örgütleyen, CIA aracılığıyla organize eden, toplumsal mücadeleyi kontrol altına alarak ezmek için her türlü kirli yöntemi uygulayan, ABD ve onun bu topraklardaki işbirlikçileridir. 12 Mart ve 12 Eylül’lerle dinci gericiliğin, tarikatların, cemaatlerin önünü sonuna kadar açanlar, bu toprakları emperyalizmin üssü haline getirip ölüm makinası çeteleri bu topraklarda üretenler, yeni paylaşım savaşlarından rant koparmak için milyonlarca Ortadoğulunun bedenlerinin üzerine basanlar, onları açlığa, ölüme, göç yollarına gönderenler emperyalizmin uşaklarıdır.
12 yıl boyunca süren balaylarında sermaye iktidarının nimetlerini kol kola paylaşanlar, şimdi birbirlerinin kirli, kabarık suç dosyalarını ortalığa dökerek, kusursuzca hizmet ettikleri sermaye iktidarını aklamayı ihmal etmiyorlar. Tek adam rejimleri de, askeri darbeler de kapitalist özel mülkiyete ve artı-değer sömürüsüne dayalı sermaye düzeninin ta kendisidir. Sermaye düzeni dinsel gericilik, katliamlar, tekeller arası rekabet ve rant kavgası üretir. İşçi sınıfı ve emekçiler için tek kurtuluş yolu sermaye baronlarının tümüne karşı ayağa kalkmaktır. Sınıf devrimcileri var güçleriyle sermaye düzeninin krizine karşı devrimci sınıf mücadelesini yükselterek, kokuşmuş-çürümüş burjuva cumhuriyetine karşı sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetinin tek alternatif olduğunu kitlelerle buluşturmaya devam etmektedirler.
Hiç kuşku yok ki kendi sınıf çıkarları uğruna mücadele etmeyen işçi ve emekçiler kanlarını ilik ilik emen burjuvazinin çıkarları için fabrikalarda, emperyalist savaşlarda, düzen içi kavgalarda ölmekten kurtulamazlar. Sermayenin zorbalığının kitle tabanı haline getirilirler.
Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim! Haramilerin saltanatını yıkalım!
İşçi sınıfının devrimci iktidarını kuralım!
TKİP dava tutsağı Evrim Erdoğdu