Emperyalizmin tüm dünya halklarının başına bela ettiği IŞİD çetesinin, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da yapılacak olan Emek, Demokrasi ve Barış Mitingi’nde gerçekleştirdiği ve 103 kişinin yaşamını yitirdiği Ankara Gar Katliamı’nın üzerinden tam 2 yıl geçti. Anısı zihnimizde hâlâ canlı olan bu katliamın nasıl Türk sermaye devleti ile ortak gerçekleştirildiği 2 yıldır ortaya çıkan her yeni bilgi ile bir kez daha kanıtlanıyor.
Türk sermaye devleti-IŞİD ortaklığı
Katliamın ardından, IŞİD’in mitinglerde birden fazla canlı bomba ile eylem yapacağına dair istihbarat bilgisinin, patlamadan 25 gün önce, 14 Eylül 2015’te poliste olduğu ortaya çıktı. Ve bu bilginin Ankara Emniyeti Terörle Mücadele C Şubesi Müdürü Hüseyin Özgür Gür tarafından üstlerine ve mitingle ilgili önlem alan Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne iletilmediği kayıtlara geçti.
Polise gönderilen talimatta “kendinize yönelebilecek canlı bomba saldırılarına hazırlıklı olun” denilmiş, orduevi gibi kurumlara o gün sivil araç girişi yasaklanmış, orada çalışanlar tarafından “bugün çok büyük patlama olacak” denildiği doğrulanmıştı.
Yine sonradan ortaya çıkacaktı ki tertip komitesi 08.30-16.00 saatleri arasına miting başvurusu yapmış, fakat devlet kendi belgelerinde miting saatini 12.00-16.00 olarak tanımlamış, katliamın kendi “sorumluluk zamanlarının dışında gerçekleştiği” izlenimi yaratmaya çalışmıştı.
Patlamanın hemen ardından katliam alanı bildik görüntülere sahne olmuş, alana ambulanstan önce TOMA, sağlık ekiplerinden önce kolluk kuvvetleri gelmişti. Yaralılara ve onlara yardım etmeye çalışanlara biber gazı sıkılmış, TOMA’yla saldırılmıştı. Daha sonrasında saldırıya uğrayanların verdiği ifadeler doğrultusunda kimliği tespit edilebilen 11 polis hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılmış, ancak başvuru Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcısı Hamza Yokuş tarafından, “gaz ve TOMA kullanmanın polisin görevi” olduğu gerekçesiyle reddedilmişti.
Katliamın devlet eliyle gerçekleştirildiği zaten istihbaratın, polisin ve yargının tutumu üzerinden açık hale gelmişti. Yakın zamanda basına yansıyan görüntüler bu gerçeği bir kere daha doğruladı. Görüntülerde canlı bombaların Ankara’nın en merkezi noktalarında ellerini kollarını sallayarak gezdikleri ve mitinge giriş esnasında hiçbir aramayla karşılaşmadıkları görülüyor.
Bildik yargı oyunu
Katliamın ardından, katliam protestolarında polis saldırıları yaşandı, katliamın yıl dönümünde Ankara’da eylem yasağı ilan edildi. Üniversitelerde yapılan boykotlar onlarca soruşturmaya konu edildi. Katliamda yakınlarını yitirenlerin cenaze törenlerindeki açıklamaları “örgüt propagandası” sayıldı, davalar açıldı. Katliamı çok yönlü değerlendiren sermaye devleti tüm ülkeyi karakola çevirdi, sokaklara adım başı polis noktaları kuruldu. Eylemler ve mitingler güvenlik(!) gerekçesiyle yasaklandı. İlerici-devrimci kurumlar üzerindeki baskı yoğunlaştırıldı.
Ankara Katliamı bahane edilerek devlet terörü arttırılırken, 10 Ekim davasında ise yargılama oyunu devam ediyor. Davanın en son 26 Eylül’de 5. duruşması tamamlandı. Son duruşması sanıkların şovlarına sahne olan dava 22-23 Kasım’a ertelendi.
***
Bugün dünya genelinde yoğunlaşan savaş ve saldırganlık politikası halklara yaşam olanağı tanımıyor. Kirli çıkarlar için yaratılan ölüm makineleri artık sadece “üçüncü dünya ülkeleri”ni değil, emperyalist metropolleri de tehdit ediyor. Patlatılan her bomba yeni bir baskı ve gericilik döneminin bahanesi sayılıyor. Eğitip donattıkları, besleyip büyüttükleri katilleri yargılarında aklayıp, bir sonraki katliam için sırtlarını sıvazlıyorlar. Bu kan ve katliam düzeninden çıkışın tek yolunu ise merkezinde işçi sınıfının bulunduğu bir toplumsal ayağa kalkış oluşturuyor.