Emperyalistlerin savaş ve saldırganlık politikalarının odağında uzun dönemdir Ortadoğu bulunuyor. Suriye’de emperyalistler tarafından kışkırtılan gerici/cihatçı çeteler eliyle süreç, bölge halklarının yıkımını ağırlaştırmaya devam ediyor. Halep bugün iç çatışmanın merkezinde duruyor. Ancak her ne kadar IŞİD’e karşı verilen mücadele olarak yansısa da bölgedeki gelişmelerde emperyalist güçlerin hegemonya mücadelesi belirleyici olarak öne çıkıyor.
Bölgede iç savaşın bir diğer temel cephesi ise Musul’da açıldı. Irak ordusu ve peşmerge güçlerinin, Amerika’nın desteği ve kimi grupların aktif tetikçiliğiyle başlattığı Musul operasyonu bir sürece yayılacak gibi gözüküyor. IŞİD’in bahane olduğu operasyonda, asıl amaç çok açık ki Musul’daki kaynaklardır ve görünen o ki, operasyonu gerçekleştiren güçler, IŞİD sonrası Musul’dan pay kapma yarışına şimdiden girmiş bulunuyorlar.
Türk sermaye devleti, uzun süredir yayılmacı heveslerle Ortadoğu’da etkin bir rol oynama peşindeydi ve son süreçte ABD’nin onayıyla fiilen sürece dahil oldu. Bölgede kendine alan açma ve Kürt halkının kazanımlarını engelleme çabası içinde olan Türk sermaye devleti, gerici çeteleri de kullanarak başlattığı Cerablus işgalinin ardından bölgedeki varlığını sürdürüyor. Kürtlerin kazanımlarını engellemek ve kendi etki alanını geliştirmek amacıyla Suriye topraklarında ilerleme hevesi ise, emperyalist güçlerin engellerine takılmış durumda. Gerici çetelerle anlaşma sonucu hiç zorlanmadan Cerablus’u ele geçiren TC ordusu, uzun dönemdir emperyalistlerden talep ettiği tampon bölgeyi fiilen yaratmış durumda. Bugüne kadar yapılanlar konusunda, “bu sınırlarda kalındığı ölçüde” emperyalistlerden onay alan AKP iktidarı, Kürt sorunu fobisiyle yayılmacı hevesleriyle hamlelerine devam ediyor. Öte yandan, Irak cephesinde ise Musul operasyonunun dışında tutulmanın hezeyanlarını yaşıyor.
Bölgedeki gelişmelerin nereye doğru evrileceği belli olmamakla birlikte, Türk devletinin savaş batağının içine giderek daha fazla saplanması kaçınılmaz olarak gözüküyor.
Faturayı işçi ve emekçiler ödüyor
Yıllardır süren iç savaşta Ortadoğu halkları büyük bir yıkım yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Yaşamını yitiren on binlerce insanın yanı sıra, milyonlarca insan da göç etmek zorunda kaldı. Öyle ki, henüz başlayan Musul operasyonunda, daha ilk hafta 200 bin kişinin (savaşın kurşun ve bombalarından, çetelerin işkence ve vahşetinden kurtulabildikleri durumda) göç etmekle karşı karşıya kalabileceğinden ve Musul çevresindeki mülteci kampı imkanlarının ise 60 bin ile sınırlı olduğundan bahsediliyor. Göç edenlerin gelebilecekleri bir diğer adres Türkiye ve Türkiye’de gerek mültecilerin, gerekse de mülteci kamplarının trajik durumu ise ortadadır.
Öte yandan, Türk sermaye devletinin izlediği savaş ve saldırganlık politikalarının yıkımını Türkiyeli işçi ve emekçiler ve ezilen halklar yaşıyor. Savaş politikalarının tüm ekonomik faturasını işçi ve emekçiler öderken, aynı zamanda yoksul emekçilerin çocukları savaşta yaşamlarını yitiriyor. Dışarıda izlediği politikayı içeride ise baskı ve şiddet politikaları tamamlıyor.
Emperyalist savaş karşıtı mücadelenin zayıflığı
Emperyalist hegemonya mücadelesinin yoğunlaştığı sahada, Ortadoğu’da, Suriye ve Irak’taki durum kızışmış, Türkiye’de savaş tezkeresi burjuva partilerin onayı ile mecliste kabul edilmiş ve Türkiye bu tablonun fiilen parçası haline gelmişken, emperyalist savaş politikalarına karşı tepki oldukça cılız düzeyde kalıyor.
Kuşkusuz, bunda 7 Haziran’ın ardından yoğunlaşan, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL’le birlikte daha da sertleşen faşist baskı ve devlet terörünün belirleyici bir yeri var. Sınıf ve emekçi kitle hareketine, ilerici ve devrimci güçlere, Kürt halkına yönelik baskı, yasak ve tutuklama terörü şiddetlenmiş ve toplumsal muhalefeti de sindirmiş durumda. Ancak söz konusu sessizliği sadece bununla açıklamak yeterli değil.
Türkiye solu ve ilerici güçlerine reformist-parlamentarist anlayışın hakim hale gelmesinin bunda belirleyici bir rolü var. Zira fiili meşru mücadele yerine parlamenter zeminlerde, düzen içi boşluklarda sorunların çözümü algısı egemen hale gelmiş bulunuyor. Bir başka belirleyici etmen ise, halihazırda reformist solun merkezinde Kürt hareketinin duruyor olmasıdır. Kürt hareketi her geçen gün Ortadoğu’da belirgin bir güç kazanıyor ve etki alanı genişliyor. Dahası, çatışmaların tam göbeği ve tarafı olduğu, hatta bu süreçte ABD ile birlikte davrandığı ve ABD’nin bölgedeki temel bir dayanağı olduğu koşullarda, Türkiye cephesinde Kürt hareketinin anti-emperyalist bir çizgi izlemesi beklenemez. Dahası Kürt hareketinin Ortadoğu’da girdiği ilişkiler, üstlendiği rol ve emperyalistlerle kurduğu ilişkiler, Türkiye’de on yıllardır var olan anti-emperyalist duyarlılığın zayıflamasına da yol açan etkilerde bulunmaktadır.
Emperyalist savaş karşıtı mücadelede güncel görevler
Savaş karşıtı mücadelede güncel görevleri belirleyen, kuşkusuz ki mücadelenin politik eksenidir. Tutarlı bir savaş karşıtı mücadele, öncelikle anti-emperyalist ve ondan bağımsız olmayan anti-kapitalist hattı içermek durumundadır.
Zira savaşlar, emperyalist ülkelerin çıkarları için gerçekleştirilmekte, sömürü düzenlerinin devamı hedeflenmektedir. Geriye dönüp iki emperyalist paylaşım savaşına ve ‘90’lardan itibaren gerici bölgesel savaşlara baktığımızda, emperyalistlerin daha fazla yağma, talan ve sömürü politikaları izlediğini, ama esasında mevcut emperyalist-kapitalist sistemin bekasını amaçladıklarını görürüz.
Bugün Ortadoğu’daki savaş politikalarına karşı çıkmak, asıl olarak hegemonya krizi içinde olan emperyalist güçlere bir bütün olarak karşı çıkmayı gerektirir. Zira bir yanda ABD, öbür yanda Rusya ve arkalarında sömürü düzeninin devamını hedefleyen tekeller bulunmaktadır.
Savaş karşıtı mücadelede güncel görevlere geçecek olursak; bugüne kadar Türkiye’de güçlü bir anti-emperyalist geleneğin varlığı Türkiye sol hareketinin kazanımı olmakla birlikte, bu süreçte bunun törpülenmesi bir handikaptır. Keza, aynı şekilde reformist-parlamentarist anlayışın hakim olduğu, ilerici güçler tarafından oluşturulan “demokrasi güçleri”, “demokrasi cepheleri” vb. oluşumlar da tutarlı bir çizgiden, aynı zamanda fiili meşru mücadele hattından yoksunlar. Geçmiş dönemlerde ortaya konulan, farklı yönleriyle zayıflıklar taşıyan (genel bir savaş karşıtlığı programı) savaş karşıtı platformlardan bile daha geri bir tablo ile yüz yüzeyiz.
Mevcut tabloyu değiştirecek olan yegâne güç işçi sınıfının devrimci hareketidir. Dolayısıyla güncel görevler de devrimci sınıf hareketini geliştirme hedefi ekseninde ele alınmalıdır.
Savaş gerçekliği, emperyalist-kapitalist sistemin neden savaşlara ihtiyaç duyduğu konusunda çok açık ve net bir propaganda işçi sınıfının içinde sistematik olarak işlenmelidir. Halkların birbirlerine düşman edilmesine karşı, “halkların kardeşleşmesinin işçilerin birliğinden” geçtiği de bir arada ele alınmalıdır. Bu propaganda işçi ve emekçileri ilgilendiren somut gündemler (savaş bütçesi, savaş vesilesiyle her geçen gün katlanan vergiler vb.) üzerinden gündelik ajitasyon ve teşhirle birleştirilmelidir. Aynı zamanda güncel-demokratik taleplerin yanı sıra anti-emperyalist talepler için de mücadelenin yükseltilmesi işçi sınıfı içinde gündemleştirilmelidir. (“Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmaların iptali”, “NATO, AB, AGIT vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkilerin kesilmesi”, “Türkiye’deki tüm askeri üs ve tesislere el konulması”, “IMF, Dünya Bankası vb. emperyalist mali kuruluşlarla kölece ilişkilere son verilmesi”, “Dış borç ödemelerinin durdurulması. Tüm dış borçların geçersiz sayılması” vb.)
İşçi sınıfının bu temelde devrimci sınıf bilincini geliştirmek önemli olduğu kadar, sınıfın ileri-öncü kesimlerini devrimci politika ekseninde birleştirmek ve eylemli tepkilere yöneltebilmek sınıfın politikleştirilmesi ve sınıf hareketinin gelişimi açısından önem taşımaktadır.