Bakırköy Kadın Cezaevi’nde, ‘yasadışı örgüt üyeliği’ idiasıyla tutuklu bulunan Zeynep Bakır, ‘atipik otizm’ hastası olan iki buçuk yaşındaki oğlu Poyraz Ali ile birlikte 2015’e girdi. Anne Bakır, Radikal'e gönderdiği mektupta, cezaevinde kendisiyle birlikte yaşamak zorunda olan oğlunun ihtiyaç duyduğu özel eğitime silahlı jandarmalar eşliğinde gittiğini, cezaevinde kırık dökük oyuncaklar verildiğini ve üç tekerlekli bisikletin dahi yasak olduğunu anlatıyor.
İşte, Zeynep Bakır’ın mektubu...
“Merhabalar…
Bir yıl önce, dosyamda yasadışı tek bir faaliyet yokken, sadece kanı kullanılarak, “Propaganda yapmak suretiyle örgüt üyeliği”nden (DHKP-C) tutuklandım. Yedi arkadaşım daha aynı hukuksuzlukla hapishanelerde şu an. Ülkemiz haksızlıklara karşı çıkanların türlü bahanelerle hapishanelere tıkıldığı bir yer haline geleli çok oluyor. İşin bir boyutu budur. Diğer boyutlarına gelince:
Ben, oğlum Poyraz Ali ile hapishanedeyim. Tutuklandığımızda iki yaşındaydı. Bazı şüphelerimden kaynaklı O’nu hastaneye götürürken tutuklandım. Hapishanede olduğum sırada Poyraz Ali’ye Marmara Üniversitesi’nde ‘atipik otizm’ tanısı konuldu. Çok zeki bir çocuktu ancak sosyal refleksleri zayıftı; takıntıları, dalmaları vardı. Otizme dönme olasılığı taşıyordu durumu. Ne var ki erken fark etmiştik, eğitime açıktı, üç yaşın altındaki her gün altın değerindeydi. Doğru bir yaklaşımla ilerde sorunsuz bir hayat geçirmesini sağlayabilirdik. Peki bu durumda neler yaşadık?
Samsun'da hücre cezası
Abuk sabuk bir siyasi karar nedeniyle aranır duruma geldim. Poyraz Ali evinden ve babasından ansızın ayrılıverdi bir gün. Dokuz ay sonra benimle Samsun’da gözaltına alındı. Samsun Hapishanesi’ne götürüldüm. Bu hapishaneye daha kapıdan girerken arama şekli nedeniyle saldırıya uğradım. Çoluk çocuk demeden herkesin anadan üryan edilerek, en mahrem ve alakasız yerleri dahi ellenerek arandığı bu hapishanenin Poyraz Ali’ye hiç de uygun olmadığını daha kapıda anladım. Duvarlarından su damlayan, küçücük bir hücreye tek başıma konuldum. Tuvalet, yemek masası, yatak bir aradaydı. Havalandırması yoktu. Mektuplarım verilmiyordu. Hücrenin yüksek bir penceresi vardı. Zar zor kenarından adli davalardan yatan kadınları görüyordum. O zaman beş çocuk vardı Samsun Hapishanesi’nde. Hiçbir hakları yoktu bu çocukların, iaşeleri verilmiyordu, tek bir oyuncakları yoktu. Annelerinin çocuklarının bir hakkı olduğuna dair bir fikri de yoktu. Böyle kötü bir hapishaneye çocuğumu getirecek değildim. Çocuğum bu kez de ansızın annesinden ayrılmıştı. İlk kapalı görüşte çığlık çığlığa ayrıldı. Aradaki demir parmaklıkları, camları, sesimizin birbirine ulaşmayışını, birbirimize dokunamayışımızı anlayamıyordu. Ailece kabus görüyorduk sanki. Eşimden bir daha O’nu görüşe getirmemesini istedim. Ta ki güç bela, o da askerlerin, ringin vs. masraflarını karşılamam koşuluyla Gebze Hapishanesi’ne sevk alana kadar oğlumu göremedim.
Kapıları döven çocuk
Gebze’de oğlumu hemen yanıma aldım. Tekrar babasından ayrılışını, gardiyanların üzerimize kapı kilitleyip durmasını, sürekli hapishane koşulları sebebiyle çıkan tartışmaları… Yani ‘HAPİSHANE’yi anlamlandıramıyordu Poyraz Ali. Şaşkınlaştı önce, içine kapandı. Beni hiç bırakmak istemiyordu. Gündüz uykusunda bile bir dakika yanından ayrılsam uyanıp ağlıyordu. Gebze Hapishanesi tutsakların muayenesinin türlü provokasyonlarla engellendiği bir yerdir. Muayenesi yapılmayan tutsak kadınlar, hasta halleriyle bir de saldırıya uğrar ve karga tulumba koğuşlara atılır. Sonra da bu sırada slogan attıkları için görüş, iletişim, hücre cezaları verilir, infazları yakılır. Poyraz Ali bunların hepsinin bizzat tanığıdır. Şaşkın çocuk ‘kapıları döven çocuk’ olmuştur artık. Mecburen tanık oldukları karşısında üzgün ve ürkek olmasındansa öfkeli ve direngen olmasını tercih etmek zorundaydım. Poyraz Ali’ye ‘atipik otizm’ teşhisi de bu sırada kondu. Elbette muayenenin böyle sorun olduğu bir hapishanede Poyraz Ali’yi doktor doktor dolaştıran ben olmadım. Eşim Trabzon’dan gelip giderek halletti bu işi. Bir an önce özel eğitime ve kreşe başlamalıydı.
Gebze Hapishanesi’nin kreşi çocuklara uygun değildi. Başka bir hücreye biraz oyuncak, havalandırmasına da salıncak koymuşlar olmuş kreş! İçerde kocaman bir de televizyon vardı, Poyraz Ali’ye ise televizyon doktorlarca kesinlikle yasaklanmıştı. Özel eğitim ise –bilen bilir- aynı zamanda ebeveyn için olan bir eğitimdir. Yoksa 45 dakikalık bir ders, onu tüm hayata yayacak bir ebeveyn olmadıktan sonra hiçbir işe yaramaz. İdare çocuğumla eğitim almamı kabul etmedi. Poyraz Ali’nin üç yaşın altındaki her günü çok değerliyken eğitime ancak üç ay sonra Bakırköy Hapishanesi’nde başlayabildik. Kreşe ise altı ay sonra! O da günde sadece 1-2 saat. O saatlerde de ne yaptığı hakkında hiçbir fikrimiz yok; veli olarak çocuğumuzun eğitiminden bihaber tutuluyoruz. Bir kere de “Müzeye götüreceğiz çocukları, izin veriyor musunuz?” diye sordular. Ne müzesi peki? 1453 Panorama-İstanbul’un Fethi Müzesi! Bu çocuklar küçücük, oğlum değil belki ama çoğu, bırakın hayvanat bahçesi görmeyi dışarıyı bile görmemiş daha. Önemli bir kısmı da yabancı uyruklu, Türkçe bilmiyorlar…
Kreşte oyuncak TOMA
Doktorlar kreş şart dediği için çocuğumu mecbur bu kreşe gönderiyorum. İstemeye istemeye de olsa gidiyor o da. Kreşten birkaç ayda bir oyuncak veriyorlar. Mesela bir ‘TOMA’ verdiler, oyuncak. Ne oynayacak bu çocuk bu panzerle: Halk ayaklanması bastırmaca! Ya da siyah plastik bir kamyon, birbirine takılmayan kırık Legolar, baskısı bozuk bir iki kitap, üstüne de “Biz kreşten oyuncak veriyoruz, oyuncak alamazsınız” deyiveriyorlar. Betonlar arasında, topraktan, parklardan, sokaklardan izole bir şekilde büyüttüğümüz çocuklarımız bu hücrelerde bir de oyuncaksız bırakılmak isteniyor. Üstelik bu çocuk Sağlık Bakanlığı tarafından ‘atipik otizm’ tanısı konmuş bir çocuk. Bu resmen tedavisini engellemektir. Poyraz Ali’nin elinden oyuncağının idare tarafından alındığı bir gün oğlum saatlerce ağladı. Ondan sonra bir eşyası kaybolsa gördüğü gardiyana çatar oldu. Hatta bir gardiyan O’na, “Oğlum başına taş düşse bizden bileceksin” dedi bir gün. Evet öyle, oğlumun başına taş düşse o gardiyandan değil belki ama bu koşullardan bileceğiz. Belki tartışmalar sonucu Poyraz Ali’ye ufak tefek oyuncaklar alabildik, o da raporlu olduğu için. Ancak oğlumun konuşması için önerilen müzikli, konuşan vb. oyuncaklar pilli olduğu için hâlâ alınmıyor içeri. İçerde radyo var, televizyon var, kantinde de pil satılıyor. Bu neyin yasağı? Siz bizim çocuklarımızdan ne istiyorsunuz? Üç tekerlekli bisiklet de yasak mesela. Poyraz Ali binip kaçar diye mi korkuyorlar ne? Bu çocukların tutuklu statüsünde burada bulunmadıklarını unutuyorlar. Hücrede kitap okuyup duruyoruz çocuğa. Yakında kitaba da sınır ya da yasak gelirse şaşırmam. Lakin okuduğumuz kitaplarda dostluk, dürüstlük, ihbarcı olmama, üretkenlik vb. gibi bu sistemin hiç de işine gelmeyen şeyler öğütleniyor çocuklara…
Silah eşliğinde kreş yolculuğu
Poyraz Ali ile haftada 3 gün 45 dakikalık eğitime gidiyoruz. Ama ne gidiş! Rütbeli, rütbesiz askerler, gardiyan bir ringe doluşuyoruz. Benim kucağımda Poyraz Ali, onların ellerinde silahlar. Dışarıdan pek ilginç (!) göründüğümüze eminim! Poyraz Ali bu insanların neden nereye gitsek bizimle geldiğini, “Onu elleme”, “Hızlı yürü” vb. talimatlar verdiğini hâlâ anlayabilmiş değil. Yol boyunca tüm yaşananlar içerideki eğitimin muhtevasıyla çelişiyor. Hapishane giriş çıkışlarında X-Ray cihazlarında ötmeyen şeyler bulup giyinmeye çalışıyoruz. Yoksa ötmeyene kadar soyunmadan ana oğul hapishaneden çıkış yapamayız, içeri de giremeyiz. O cihaz da cereyandan bile öten bir cihaz. Ötmeyene kadar geçip durman beklenir ondan. Çocuk için ciddi bir radyasyondur ayrıca. Böyle bir ortamda “özel eğitim” alıyoruz.
Aylık sadece 50 dakikalık bir açık görüş var. Bu süre Poyraz Ali’nin babasına doyması için yetersiz elbette. Ne doyması, alışmasına bile yetmiyor. İlk yarım saat heyecandan çığlık atıyor, ağlıyor, kendini yerlere atıyor. Sonra tam olayı kavrayacak, anneyle babayı bir arada görebilecek görüş bitiveriyor. Ortak hayatımız, eğitim gören bir yavrumuz var eşimle ancak hiçbir şeyi konuşamıyoruz bu görüşlerde. Tecritten kaynaklı biz yetişkinler dahi insan görmeyip görmeyip birden görüşçülerimizi görünce heyecandan ne diyeceğimizi unutuyoruz. Göstermelik görüşler resmen. Bir düş sanki. Görüşçünün siluetini bir görüyorsun hemen yok oluveriyor. Bu görüşlere sosyal refleksleri zayıf, atipik otizmli bir çocuk nasıl ayak uydursun? Çocuğumu eşime verdiğimde benden ayrıldığı için, eşim bana verdiğinde babasından ayrıldığı için ağlıyor. Kim verecek Poyraz Ali’ye bu yaşattıklarının hesabını
Ve diğerleri...
Gene benimle aynı dosyadan hüküm almış çok yakın bir arkadaşım var: Hasan Basri Yıldız. Görme engelli. Trabzon-Bahçecik Hapishanesi’nde tek tutuluyor. Görme engelli bir hapishanede ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilir? Nasıl kendini güvende hissedebilir? Nasıl vakit geçirebilir?
Kopkoyu, zalim bir tecrit politikasıyla yönetilen bu hapishanelerde onlarca yıldır tutulan insanlar var. Çoğu hastalıklı bu koşullardan sebep. Bir kısmı da ölüme terk edilmiş. Mesela Ufuk Keskin… Bolu F Tipi’nde… İleri derecede şeker ve çölyak hastası olmasına rağmen karavana yemeye mahkum edildiği için resmen öldürülüyor. Bu örnekler saymakla bitmez. Ancak gene de değinmek istedim. Çünkü mesela Ufuk’un, Hasan Basri’nin kurtuluşu Poyraz Ali’lerin kurtuluşundan bağımsız değildir. Onlar aynı politikalara kurban edilmek isteniyor.
Ve siz bu yazıyı okuma ciddiyetini gösteren sevgili kişi…
Sizin kurtuluşunuz da Poyraz Ali’lerin kurtuluşundan bağımsız değildir. Çünkü çocuklarını kurban vermemeyi başarmış bir toplum artık huzuru da kazanmış demektir.
Reza Zerrab’ların, bakan çocuklarının vurguna, talana rağmen alelacele çıkartıldıkları bu hapishanelerde hakkını arayan insanlar ömürlerini, biricik çocuklarımız da çocukluklarını neden geçirsin?
Herkesi duyarlılığa davet ediyorum.”
İsmail Saymaz - Radikal / 02.01.15