Özgürlük ateşini harlayan dörtler

Mazlum Doğan’ın ardından 17 Mayıs 1982’de bedenlerini tutuşturarak özgürlük ateşini harlayan Dörtleri saygıyla anıyoruz.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 18 Mayıs 2021
  • 13:06

Kürt Ulusal kurtuluş mücadelesinde Diyarbakır zindanında sembolik olarak 3 kibrit çöpüyle özgürlük ateşini yakan 21 Mart 1982’de feda eylemi yapan Mazlum Doğan oldu.

Vahşi işkence ve teslim alma politikalarına karşı Mazlum Doğan’ın gerçekleştirdiği feda eyleminden kısa bir süre sonra, ‘Dörtlerin Gecesi’ yaşandı. 17 Mayıs’ta Diyarbakır Zindanı’nda Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner bedenlerini tutuşturarak özgürlük ateşini harladılar.

Adnan Yücel “Ateşin ve güneşin çocukları” şiirinde Dörtleri de anlattı.

Yücel’in şiiriyle Dörtleri saygıyla anıyor ve selamlıyoruz.

“Özlenen ateş sonunda yakılmıştı

Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı

Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç

Kavga dağlarda bilinci kuşanmış

Zindanlarda dirence sarılmıştı

Ve haykıran dudaklar

Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı

 

Bir ağıttır belki Ağrı’da Zilan deresi

Dersim’de Laç deresi bir kanlı şiir

Oysa bir destandır Diyarbakır kalesi

Ve Diyarbakır zindanında

Ateşle sevişen “dörtlerin gecesi”

 

Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak

Ne ki kavga – ne ki dağlarda vurulmak

Bir sehpada idam olmak ne ki

İhanet utancıyla yaşamak var ya hani

 

Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak

Üniformalı bir Dehak önünde durmak

Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak

Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak

İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak

 

Sesler ihanete dönüşürdü her gece

Bir tas çorba – bir dilim ekmek uğruna

İhanetler acılara dönüşürdü kalleşçe

Acılar hep türkülere vururdu kendini

 

Etten ve kemikten insan olur mu?

Beyinsiz insan ayakta durur mu?

Aynı kavgaya gönül verenler

Dostunu ihanet ile vurur mu?

 

O zindan ki zincir sesidir şarkısı

Her sözünde bin çığlık yükselir

Her notasında bin öfke

Her dizesinde bin isyan beslenir

İsyan şiirlere

Şiirler yüreklere seslenir

O zindan ki her yemek vakti

Tutsak ağızları kanla süslenir

 

Onur kaleleri yıkılırken birer birer

Yüreklerde dal budak salar ihanetler

Ve düşman kasetinde üç önder

Beyinlerini kusarak düşmana sergiler

Aynı anda sıradan bir nefer

Hiç aldırmadan önderlerinin sesine

Tutsaklık içinde özgürlüğü söyler

 

Sus dostum sus – sözün yarıda kalsın

Özgürlük dilinde kilitli kalsın

Başlar eğilse de açılsın gözler

Konuşan önderler geride kalsın

 

Ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına

Bir acı saplanır yüreğin tam ortasına

Koğuşlar susar

Parmaklıklar durur

Ranzalarda küllenen umutlar ağlar

Geriye doğru atılan her adım

Yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar

 

Anlatılmaz bir destandır yaşanan

Ne söze gelir ne saza

Kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır

Ölüler ayaklara dolanır geceleri

Kanlı battaniyelere sarılır

Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı

Gözyaşları zılgıt seslerine katılır

Elleri hep koynunda kalır kızların

Anaların gözleri dikenli tellere takılır

Bir acılı sessizlik sarar yürekleri

Dicle’nin suları susuzluğa çakılır

Kale burçlarındaki akbabalara

Ve üniformalar giyinmiş Dehak’lara

Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır

 

Bir adam çoğalır bir başına hücresinde

Yüreği Kawa’dadır gözleri Babek’te

Ateşler yanarken dağ doruklarında

İhanet zindan karanlığında kol gezmekte

Kawa’lara Babek’lere bir yandaş gerek

Bu zindan karanlığına bir ateş gerek

Çevrilen ihanet çarkını kırmak için

Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek

 

Bir anda yırtılır zindan karanlıkları

Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar

Patlar bir beyinde newroz ışıkları

 

Ey ateşin ve güneşin çocukları

Hani bilincin sesi yüreklerimizde

Gözlerimizde inancın sancakları nerede

Bu gidişe dur demek gerekir bilirim

Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim

Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde

O ateş sönerse yaşamayı neylerim

Bu yüzden üç kibrit ile newroz günü

Yüreğimi sizlere armağan eylerim

 

Üç kibriti bayrak diye devralan

Ki dağları delip dostlarına yol kılan

Haykırdı ölüm haberini önde gidenin

Özgürlüğü zindan karanlığında güneşleyenin

 

Ey bu kavgaya gönül verenler

Ser yerine sır verenler

Serden geçip de sır vermeyenler

Bu zindan karanlığı yırtılsın diye

Bu ihanet duvarları yıkılsın diye

Newroz gecesi bir önder

Ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır

Ölürken bile hücresinde

Bizlere kıştan baharı muştulamıştır

Ateşi saraylarda – kömürlerde değil

Bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır

 

Silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar

Aksın diyordu herkes – aksın

Ağlamayı unutmuş gözler ağlasın

Gözyaşları alev alev harlansın

Dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın

 

Ölen artık yüreklerde bir bayraktır

İhanet yolunda durulan bir duraktır

Karanlıkta bir çıngı ateş

Körlere yol gösteren bir ışıktır

Atılan zılgıtlar bir başkadır o gün

Bir bayram günü ölümü sevmek

Ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün

 

Dolaştı üç kibrit elden ele sessizce

Hücreden hücreye

Koğuştan koğuşa gizlice

Konuşuldu uğrun uğrun

Tartışıldı geceler boyu ince ince

Zindandan dağlara vurdu şavkını

Dağlardan en kalabalık kentlere

Dallarda çiçeklere verdi rengini

Nehirlerde en coşkulu köpüklere

Dolaştı yurdunu boydan boya

Sazda kırılmayan tel

Dilde susmayan söz oldu türkülere

 

Zindanda yürekler yine baskıda

Eller bağlı – gövde askıda

Üç kibritin ateşi sönsün istenir

İnançlar ihanete dönsün istenir

 

Düşünceler zincire

Sevgiler prangaya vurulsun istenir

Yüreklerde çağlayan özgürlük suyu

Bulana bulana durulsun istenir

Üniformalı bir Dehak’ın şahsında

Zalimin zulmü kurulsun istenir

 

Baskılar yetmezse itirafta bulunmalara

Yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara

İşte biri – biri daha – biri daha

Susardı bütün koğuşlar

Dönerdi bir anda sessiz mezarlıklara

Ve çığlık çığlığa o sessizlik

Binlerce öfkeyi

Binlerce isyanı doldururdu bakışlara

 

Üç kibriti dörtlemek derdi bir ses

Dört kibriti beşlemek

Ve ölümü isyan ateşleriyle düşlemek

 

Bir koğuş vardı koğuşlar içinde

Üç kibriti dörtleyenler yatardı içinde

Dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde

 

Teslimiyete gönül verilirken önlerinde

Ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler

Ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler

Sönüyorsa yakılan ateşler birer birer

Ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler

Oturdular her gece diz dize

Önce ölümü sevmeyi öğrendiler

Ve ölümde ölümsüzlüğün rengini gördüler

Karardan önce yurtlarında kalanlarını

Çiçeklerinde açanlarını sordular

Düş değildi yaşayıp gördükleri

Sözlerini gelecek adına bir düş diye

Dördü bir ağızdan hayra yordular

Binlerce tutsak içinde

Ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin

Ölüm cehenneminde bir cennet kurdular

 

Havasızlık içinde veremler yaratılırken

Gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla

Her gece mahkemeler kurulurken

İnsanlar soyundurulup makatlar aranırken

Hangi kuş konardı zindan penceresine

Ve makatlara sigara takılıp yakılırken

İnsanlar dört ayak ile yürütülürken

Hangi bayrak çekilirdi onur kalesine

 

Üç kibriti yüreklerinde dörtleyenler

Açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler

Ama hiçbir şeyin

Boyun eğmekten daha kötü olmadığını

Ve boyun eğenlerin

Yarınlara kalmadığını bildiler

Her kötülüğün daha kötüsünü tartışıp

Gözlerinde bütün korkuları sildiler

Binlerce baskıdan ve küfürden sonra

Newroz ateşi yakıp şiirler söylediler

O günün adını milat koyup

Üç kibrit öncesi

Ve üç kibrit sonrası dediler

 

Ötsün diye kendi yuvasında kuş

Açsın diye kendi dalında çiçek

Gördüler ki yepyeni kibritler gerek

Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek

Yanarken türkü söyleyen canlar gerek

Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek

 

Patladı zindanda yepyeni bir isyan sesi

Ölümdür sınayan insan yiğitliğini

Ölümü bedenimizde boğmak gerek

Ölümsüzlüğe varıp ölümlerde

Dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek

Ölümü gamzelerde çiçeklemek ve gülmek

Gülmek ki yaşama bilenmek demek

İlle de insan sıcağı kokarken koğuşlar

Gülmek ki

Kurumuş derelerde sellenmek demek

Çöl kuraklığında güllenmek demek

Var git dostum var git

Kendin al bu gece nöbeti

Bu gece ölmek

Sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek

 

Aylardan mayıs ki dallarda çiçeklenir

Toprakta bereket ve doğada renktir

İnançta güzellik ve zamanda gelecektir

 

Dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler

Ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler

Gömleklerini – kalemlerini ve saatlerini

Anılsınlar diye sevdiklerine verdiler

Ve dört ağızdan üç kibritin ışıklı sesini

Gök gürültülerini çıldırtarak gürlediler

 

Bu ihanet girdabında boğulmadan

Şahsımızda davamız son bulmadan

Ve geriye dönüşler virüs gibi çoğalmadan

Canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz

Onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz

Kawa’nın örsüne koyup davamızı

Yüreklerimizi körüklenen ateşlere sürmeliyiz

Bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık

Üç kibriti dörtle çarpıp bu gece

Bütün şehitlere konuk gitmeliyiz

 

Saat dörtte dört canın etrafı dört duvar

Duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar

Analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar

Bu gece “dörtlerin gecesi”

Dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar

Biri nöbet tutar – biri bildiri yazar

Diğerleri dört kişilik bir ateş kurar

 

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar

Gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar

Bütün dostlar uykuda

Dörtlerin gözlerinde yalnızca ateş var

Dimdik başlarla

Emin ve kararlı bakışlarla

İhaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar

Dördü de yaşamaya sevdalı

Özgürlüğe nişanlıydılar

Tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını

Bu zindanda ölüme nikahlıydılar

Bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı

Tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı

 

Takvimde on yedi mayıs kalkar

On sekiz mayıs dörtlere bakar

Dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar

Dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar

Dağ – taş ve zindan uykudadır

Yalnızca dört özgürlük yolcusu

O gece ölüme hesap sormaktadır

 

Yıllar boyu işkenceler içinde

İhanetler ve direnmeler içinde

Beklediler – beklediler de gelmedi ölüm

Tuttular yakasından koydular önlerine

Konuş be ölüm – konuş dediler

Biz büyürüz sen böyle küçüldükçe

Seninle kavgamız insanlık tarihiyledir

Prometeus’den Spartaküs’e

Bruna’dan Che Guavera’ya

Ve Kawa’dan bizlere dek ateş iledir

Gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm

Senin alçaldığını görmek

Özgürlük adına sunulan canlar iledir

 

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar

Dört can el ele bir demire sarıldılar

Tinerler – neftler ve boyalar

Zindanda dört can

Kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler

Demirin beline sarılmış dört perçindiler

Ve bir potada erimeye hazır cevherdiler

 

Haykırdı üç kibrit yolunda önde giden

Ateşi zindanlardan kentlere götüren

Tamam mıyız

Üç yerine dört kibrit çıkarıp cebinden

Yaktı yüreğindeki korlanan ateşten

Tutuşan ateş

Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi

Dokunmasın hiç kimse

Bu gece dörtlerin özgürlük gecesi

Dört bin yılda yazılmış bir destanın

Güneş diliyle söylenmiş ilk hecesi

Böyle tutuşur – böyle yanar ancak

Uzay çağında bir zindan gecesi”