Varlığı emperyalist finans-kapital ile Türk burjuvazisinin çıkarlarına dayanan AKP-saray rejimi, neo-liberal politikanın en acımasız, en kural tanımazını uyguladı, uyguluyor. Bu uygulamalar ne kadar acımasızsa, sonuçları da o kadar yıkıcı oldu. İşçi sınıfıyla emekçilerin içine sürüklendiği vahim durum, bu gaddarlığın dolaysız sonuçlarından biridir.
Vahşi kapitalizmin kaçınılmaz kıldığı bu politikanın somut sonuçlarından ilki işçi sınıfıyla emekçilerin pek çok hak kaybına uğramasıdır. Ülkeyi “taşeron cumhuriyeti” haline getiren AKP-saray rejimi, işçi sınıfının emeğiyle inşa edilen büyük kamu işletmelerini sermayeye peşkeş çekti. Bu işletmelerde çalışanların çoğunluğu sokağa atıldı. Sendikal örgütlülük dağıtıldı, ayakta kalan sendikaların şefleri ise çoğunlukla saray rejiminin dalkavukları kervanında yerlerini aldılar.
Yaratılan yıkım, sanayi ve hizmet sektörü ile sınırlı kalmadı, tarımsal üretime de ölümcül darbeler indirildi. Dünyada tarımsal üretimde kendine yeten ülkelerden biri olan Türkiye, son dönemde saman bile ithal etmeye başladı. Kapitalistler için ucuz işgücü cenneti haline getirilen ülke, tarım tekellerinin de “açık pazarı” haline getirildi.
***
İşçi sınıfıyla emekçilere yansıması bu olan neo-liberal politikaların saray ağaları ile asalak kapitalistlere yansıması ise bambaşkaydı. R. T. Erdoğan başta olmak üzere AKP şefleri yıldan yıla palazlanıp kapitalist sınıfların organik parçası haline gelirken, özel planda yandaşlar genel planda bütün bir kapitalistler sınıfı da bu yağmadan paylarına düşeni ziyadesiyle aldılar.
Son yıllarda yağmacı/adam kayırmacı rejimi birlikte tahkim eden AKP-MHP koalisyonu, kapıya dayanan kapitalizmin krizini icraatlarıyla daha da derinleştirdiler. Krizin faturasını utanmazca emekçilerin sırtına yıkan din bezirganları ise, halen saraylarında sefahat sürüyorlar.
***
Kriz derinleşir, emekçilerin yaşam koşulları çekilmez hale gelirken yerel seçimlerin yaklaşması, gerici-faşist AKP-MHP koalisyonunu tedirgin etmeye başladı. Zira hile, hırsızlık, tehdit, şantaj gibi kirli icraatlara rağmen oy desteğinin azalması koalisyon şeflerini, “ya iktidar ve yağmadan mahrum kalırsak” korkusuyla titretiyor.
Bu korku derinleşirken “demagoji pazarları”nı açan saray rejimi, yapay bir gündem oluşturarak içine yuvarlandığı meşruiyet krizini hafifletmeye çalışıyor. Seçimleri atlatana kadar gündeme getirilen bu sefil oyun tutar mı, bilinmez. Ama üç-beş kilo sebze için insanları saatlerce kuyruklarda beklemek gibi onur kırıcı bir zavallılığa mahkum eden bu rejimin çivisinin çıktığı kesindir.
Saray beslemesi medya ordusunu seferber eden sermaye iktidarı, insanlarla alay ederek uzun kuyrukları “bayram yeri” diye yutturmaya çalışıyor. Geçici, sınırlı, devam ettirilmesi mümkün olmayan bu “demagoji pazarları”nın enflasyona çareymiş gibi gösterilmesi ise, iktidardakilerin riyakarlığının dorukta olduğunu gözler önüne seriyor. Zararına yapılan satışların acısının seçimlerden sonra emekçilerden çıkarılacağı kimse için bir sır değilken, sermaye iktidarının borazanlığını yapan dinci medya “sorunlar aşılıyor” mavalını yutturma histerisine kapılmış gidiyor.
***
Bu kokuşmuş karanlıklar düzeninin yarattığı vahim sorunlardan biri de iş başvurusu yapmak için on binlerce kişinin gece yarılarından itibaren kuyruğa girmesiyle çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.
Zonguldak’ta Türkiye Taş Kömürü Kurumu’na (TTK) alınacak 1.000 işçi için 30 bin kişi başvuruyor. Dondurucu soğuklarda iş başvurusu yapmak için gece yarılarında oluşmaya başlayan kuyruklar, çivisi çıkmış bu rejime ayna tutuyor. AKP-saray rejimi döneminde “kelle koltukta” bir iş haline getirilen maden işçiliği için on binlerce kişinin başvurması, sistemin işçi ve emekçi çocuklarını nasıl bir umutsuzluk girdabına sürüklediğinin ibret verici göstergesidir.
***
Bu kuyruklar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emeğin vahşi sömürüsüne dayanan kapitalist sistemin kuyruklarıdır. Ama aynı zamanda dinci-faşist AKP-MHP koalisyonunun işçi sınıfıyla emekçilere düşmanlığının da kanıtlarıdır.
Din istismarına, milliyetçi/şoven söyleme dayanan, kendisine biat etmeyeni “terörist” sayan bu koalisyon sömürücü, asalak sınıfları temsil ediyor. Bu sistem ve bu rejim var oldukça, emekçilerin onurlu, insanca bir yaşam sürmeleri mümkün değil.
Onuru ayakta tutmanın, hak ve özgürlükleri kazanmanın tek yolu işçi ve emekçilerin bu rejime/sisteme karşı örgütlü mücadeleyi geliştirmesidir. Bu olmazsa sadece işsizlik ve sefalet değil yozlaşma, düşkünleşme ve çürüme de derinleşecektir. Zira bu koşullarda yozlaşmadan korunmanın tek yolu örgütlü mücadelenin yükseltilmesidir.
Vurgulamak gerekiyor ki, mücadele ile kazanılan haklar ve özgürlükler, bu sistem var oldukça güvencede olmayacaktır. Hakları güvenceye kavuşturmak, sömürü ve ücretli kölelik zincirlerini kırmak için ise kapitalizmi ve onu koruyan rejimi tarihin çöplüğüne atıp, işçilerin, emekçilerin kardeşçe yaşayacağı sosyalist cumhuriyeti kurmaktan başka seçenek bulunmuyor.