“Ben tepeden tırnağa insan tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...”*
Tam da Nazım Hikmet’in tarif ettiği gibi tepeden tırnağa insan, tepeden tırnağa kavga ve bitmeyen bir ümitle mücadele eden Nazife Ardıç ölümsüzler kervanına katıldı. Fiziki olarak aramızdan ayrıldı. Devrim ve Sosyalizm mücadelesinin özneleri dostlarını, eğitim emekçileri, insan hakları savunucuları ise yoldaşlarını kaybettiler.
Seni yazmak kolay değildi. Yıllardır emeğin korunması mücadelesi bağlamında yazılar yazdım. Yazmak, yaşamımın doğal bir parçasıydı. Ama itiraf etemliyim ki, acın bu kadar tazeyken, seni anlatmak çok da kolay değildi. Zira sana dair anlatacaklarımda bir şeylerin eksik kalacağını bilmenin kaygısını yaşadım.
Benim ablam, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde yoldaşım olmanın ötesinde çok şey paylaşmıştık seninle… Farklı olduğunu herkes çabuk anlıyordu. Zira yaşadığın süre boyunca bir defa olsun ‘ben’ duygunu öne çıkarmadın. Bencilliğin egemen olduğu, gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı bu kokuşmuş düzende, hep ‘biz’ duygusunu öne çıkaran yaşam çizgisinde ısrar ettin.
Emekle örülüydü yaşamın… Belki de koşullar zorlamıştı seni buna… Kendi dışındaki insanların mutluluğu için çırpınırdın. Biz duygusuyla örülü yaşamı, yaşayabileceğin acılara inat, bilerek tercih etmiştin. İnsanların hayatına dokunmak, fedakarlık yapmak olağan işlerdi senin için...
Kardeşini çok genç yaşta kaybettiğinde ‘kalbim kanıyor’ demiştin. Kardeşinin evlatlarını evlat bildin. Hep destek oldun. Kardeşinin yokluğunu çocuklara hissettirmemek için çırpındın. Maddi, daha da önemlisi manevi olarak hep yeğenlerinin yanında yer aldın. Yaşama tutunmaları için çaba gösterdin. Yeğenlerinin hem annesi hem babası olmayı büyük bir doğallık ve sevinçle üstlendin.
Paylaşmak… Sevinçleri ve hüzünleri paylaşmak noktasında gösterdiğin çaba seni hep özel kılan yanlarından biriydi. Biz duygusuyla örülü hayat çizgin acılar ve haksızlıklar içinde yoğrulmuş çocukluğunun ve gençliğinin eseriydi. Çok erken yaşta, ben duygusuyla örülü yaşamı geride bırakmıştın. Biz duygusuyla örülü yaşama ise dört elle sarılmıştın.
Emekçilerin yaşadığı sorunların kaynağı sermaye ve onu koruyan devletti. Bunun için emeğin korunması mücadelesine bir sıra neferi olarak katılmıştın. Ezilen cinsin de parçasıydın. Emekçi bir kadın olarak toplumsal ataerkil baskılara takılmadan mücadelenin öznesi oldun.
70’li yılların genç bir devrimcisiydin. Evleneceğin eşin de aynı okulda okuyordu ve antifaşist mücadelenin öznesiydi. 12 Eylül karşı devrimi toplumsal devrimci politik mücadelenin ve mücadelenin öncüsü olan devrimcilerin üstünden silindir gibi geçmişti.
80’li yılların sonunda başlayan sosyalizmin dünya çapındaki yenilgisi mücadelenin öznesi olan devrimcilerin omzundaki yükleri daha da arttırdı. Hızlı devrimcilerin(!) bir kısmının mücadeleden koptuğuna, tövbekar olduğuna, karşıtına dönüştüğüne tanık oldun. Döneklere inat. “Bitmedi sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” inancını kuşanan devrimcilerin geleceği temsil ettiğine dair inancını hep korudun.
Çocuklarını devrimci politik mücadeleden uzak tutan, ‘devrimci eskisi’ döneklere tiksintiyle baktın. Çocuklarının muhalif kimliğinden, emeğin toplumsal mücadelesinin parçası olmasından onur duydun. Çocuklarının, mücadelelerinin, onlar içerdeyken de, dışarıdayken de, işinden/ekmeğinden edilirken de hep yanlarında oldun.
Kırşehir Eğitim-Sen Başkanı olduğum dönemde beraber yönetimde çalışmıştık. Sendikanın kadın sekreteriydin. Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin yükselişte olduğu dönemde grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı için yapılan kitlesel Ankara eylemlerinin doğal parçasıydın. Gazlardan, coplardan payına düşeni almıştın.
Sevginin kaynağı emek ise emekle örülmüş bir yaşam çizgisini bilerek tercih etmiştin. Harcanan bunca emeğe rağmen değerbilmez yaklaşımlara öfkelensen de acılarını içine gömerdin. Belki de bu nedenle bir yanın hep hüzündü.
İnsanın insan tarafından sömürülmediği, insanlığın güzel geleceği olan sosyalizm için mücadele eden biri olarak yaşayabileceklerimin, daha doğrusu ödeyeceğim bedellerin kaygısını hep taşıdın yüreğinde… Buna rağmen yarin yanağından gayrı her şeyin paylaşılacağı sosyalizm için verdiğim mücadeleye her zaman saygı duydun. Dostluğunu biz devrimcilerden esirgemedin.
Ölüm orucundaydım. Ziyaretime gelmiştin. Eriyen bedenimi gördüğünde gözlerinde beliren hüznü unutamıyorum. Tahliye oldum ilk ziyaretçilerimden biri sendin. Bir gün olsun mücadeleden vazgeçmeme yönelik bir cümle kurmadın, bir serzenişte bile bulunmadın. Sadece ve sadece devrimci mücadeleden ötürü haramilerin bana yapabileceklerinin kaygısı ve derin hüznünü yaşadın…
Seni, biz duygusuyla örülü yaşamını unutmayacağız. Fedakarlıkla örülü hayatından çok şey öğrendik. Sakın hüzünlenme ben duygusuna kendini kaptırmış cücelerin sana yaşattıkları için… Mutlaka toplumsal düşünen ve biz duygusu ve bilinciyle yaşayan, bencilliği ayakları altına alıp çiğneyenler geleceği kazanacaklar. Ant olun ki; sana yarin yanağından gayrı her şeyin paylaşıldığı bir ülkeyi emekle öreceğiz. Sana verilebilecek en büyük armağan da bu olur…
*Nazım Hikmet