27 Mayıs 1960 sabah mahpustan salıverilen gençlerden biri de oydu.
12 Mart döneminde Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı eylemde bulunduğu gerekçesiyle yargılandı ve mahkûm edildi. Daha sonra af yasasıyla serbest bırakıldı.
12 Eylül döneminde ise Sol Yayınları yöneticisi olarak yine içeri alınacak, bu kez dünyada benzersiz bir dram da yaşayacak. Kardeşi Onur Yayınları sahibi İlhan Erdost da kendisiyle birlikte gözaltına alınmıştı. İlhan dövülerek öldürüldü. Muzaffer’i bu olay üzerine serbest bıraktılar.
Muzaffer olmasa, İlhan belki de gözaltına alınmayacak ve dövülerek öldürülmeyecekti. İlhan öldürülmese, Muzaffer kesinkes kısa günde serbest bırakılmayacaktı. Acının kökeni burada. Muzaffer Erdost, Muzaffer İlhan Erdost oldu. Yazılarını o adla yazmaya başladı.
Zaten onun hayatında rastlantı ve yazgı çok kez yan yana düşmüş ve birbirini açıklamıştır. İlkokulu bitirdiği yıl Erzurum’daki ortaokula gönderilmişti. Sınıfta kalınca okuma işi de ortada kalmış̧. Ama babası bir gün bir rüya görecek ve onu okutmaya karar verecek...
1970’te, bir dergide edebiyatla, yazıyla ilişkisini anlattığı şu cümleler Muzaffer İlhan Erdost’un bütün hayatı, düşüncesi, sevgileri, eylemi için de geçerli geliyor bana: “Yazdığım zamanlar bir canlı olarak kendimi sunarım. Uyku, tıraş̧ olmaya nasıl benzemezse; kahvaltı, otobüse binmeye nasıl benzemezse; sevişmek, kravat bağlamaya nasıl benzemezse, onun gibi, yaşantımdan parçalardır yazdıklarım. Yazdıklarım beni bütünler mi? Pek sanmıyorum. Ama benim parçalarımdır. Değişirim. Ben değiştikçe düşüncemde önemli değişiklikler olur.”
Veteriner Fakültesi’ni bitirdikten sonra mesleğe başlamadı. Baştan beri içinde bulunduğu Rüzgârlı Sokak’a geçti. Pazar Postası’nda çalıştı. 1960’tan sonra Milli Birlik Komitesi’nden bir grubun da girişimiyle yayımlanmaya başlayan Ülke dergisini yönetti. Askerlik dönüşü bir süre Ulus gazetesinde basımevi müdürü olarak çalıştıktan sonra Sol Yayınları’nı kurdu.
Erdost’un çok uzaktan ve çok yakından bakıldığında değişmeyen bir yüzü var. Ara uzaklıkları bilmem. Sanırım kendisini ıralayan yanı, asıl özetleyen yanı, sanatçılığıdır. Şairliği her zaman ağır basar. Baştan beri onun hemen yanında gelişen düşünsel gücü zamanla öne geçmiş̧ göründü. Bu iki nitelik eşzaman içinde Erdost’u polemiğe iter. Soruna birdenbire girer Erdost. Sezgisinde de usçu bir birikim vardır; duygusal yanıyla da nesnelliği etlendirir sanki. Gerçek anlamda yaratıcıdır. Aramaya vakit kalmadan bulur. Hem yabancı ve insancıl, hem duygusal ve nesnel.
Ödünsüz. Bu konuda öyle aşırı plandadır ki ödünsüzlük bir yerde bencillik gibi de görünebilir. Oysa özseverliğinden yalnızca parıltı olarak yararlanma eğilimindedir. Uzay düşüncesine ulaşmış̧, ama köylülüğün diri ve doğal tatlarından vazgeçmemiştir.
Türk entelektüelinin doğal prototipi. Bağımsız, kendinden çıkış̧ yapan...
Ankara onun gibi birkaç̧ kişiyle İstanbul’u ürkütür.
Marksizmin editörü, aynı zamanda şiirde İkinci Yeni deviniminin de savunucusu ve bir bakıma kurucularından biri. Pazar Postası’nda iki orta sayfayla çok şeyi yerinden oynattı.
İnanılmaz öğe, büyük olay, onun yanında ne buluyor diye düşünmüşümdür. Üniversite öğrencisiyken Ataç̧’ın kendine yakın bulduğu ve önem verdiği çok sayıda gençlerden biriydi. Ataç’tan o uzaklaştı.
Alçakgönüllülüğü, belirsizlikten geçerek gizil yücegönül sanı kazanır.
Savaşçı ile ermiş̧ aynı kişide. Bağışlar, bağışlamaz, bağışlar...
Sol Yayınları’nı kurduğu anda sol düşünceye o kadar hazırlıklı değildi. Hatta önce başka türlü̈ düşünüyordu bu yayınevini. Ama kararını verdi ve ülkemizin en ilginç̧ editörlerinden biri oldu. O arada bilgilerini berkitti. Bir de araştırmacı yanı çıktı ortaya. Bütün o uğraşlar, kavgalar arasında sanatın özgül alanını yitirmeme erdemini gösterdi.
Aşk adamı aynı zamanda.
Sürprizler bir de onda sınanır.
Nedir Muzaffer İlhan Erdost? Şair mi, öykücü mü, yayımcı mı, düşünce adamı mı, ideolog mu, siyasetçi mi, aile reisi mi, savaşçı mı, ressam mı? Hangisi? En azından şöyle denecek bir gün: Hepsinde iyiydi! Evet, bir “canlı” olarak sunuyor kendini. Muzaffer İlhan Erdost diye biri var, orada duruyor. Kurtarıyor. O var ya, daha yürekliyiz. Daha karagözlü, daha gerçekçi, daha ütopyacıyız. Gerçekçi ütopya.
Yayımlamadığı ilk kitabının adı Kırkıncı Paralel’di. Şemsiyesinde enlemler, boylamlar.
23 Ekim 1988
(99 Yüz, YKY, s.288-90)