Seçimlere az bir süre kala düzen cephesinde siyaset dilinin seviyesi alabildiğine düşmüş bulunuyor. Zira düzen partilerinin işçi ve emekçilere yalnızca vaat olarak dahi sıralayabilecekleri pek bir şey yok ellerinde. Özellikle son 17 yıldır iktidarda olan bir parti olarak AKP’nin verebileceği ciddi bir vaadi kalmamıştır. Seçim adaylarını karalamaktan, yerel seçimlere “beka sorunu” anlamı yüklemekten başka söyleyecek bir şeyleri olmayanlar, gelinen yerde sadece seçimdeki adayları değil, Ankara’da olduğu gibi kitleleri de tehdit eder bir noktaya gelmişlerdir.
Düzen muhalefeti ise AKP iktidarının çizdiği sınırlarda bir seçim oyununu sürdürmekte, AKP’nin en zayıf karnı olarak ekonomik kriz ve yıkıcı etkilerinden sadece seçim sandıklarında hesap sorma minvalinde bahsetmektedir. Sonuç olarak sağıyla soluyla düzen siyaseti işçi ve emekçilerin dikkatlerini seçim sonuçlarına endeksleyerek süreci yönetmektedir. Oysa ekonomik göstergelerin açıkça gösterdiği gibi ciddi bir ekonomik kriz süreci yaşanmaktadır. İktidar cephesinin seçimlere kadar gözleri boyamaya bile yetmeyen, günü kurtaracak adımlar atmak dışında yapacağı bir şey yoktur.
Her yönüyle bağımlı olan Türkiye ekonomisi doğal olarak her döviz artışında sarsılmakta ve seçim sonrası daha büyük bir ekonomik çöküntüye doğru hızla yol almaktadır. Esasında hemen hemen herkes, zımni bir kabulle seçim sonrasında çok daha ciddi bir yıkım beklemektedir. Şimdiye kadar patronların bu süreci kazasız-belasız atlatmaları için ellerinden geleni yapan AKP iktidarı ve bu amaçta onunla ortaklaşan düzen muhalefeti payına, krizden çıkışın işçi ve emekçilere yıkılması dışında bir seçenek yoktur.
Şimdilik seçim endeksli beklentilerle işçi ve emekçiler oyalanırken, seçim sonrası düzen siyasetinin işi daha da zorlaşacaktır. Hayat pahalılığı ve işsizlik arttıkça, gericiliğin beslenmesi ve gündem saptıran aldatıcı manevralarla birlikte, baskı ve zorbalık da tırmanacaktır. Ancak bunlar hayat pahalılığından, işsizlikten, yoksulluktan bunalmış emekçi kitlelerdeki öfkeyi dindirmeye yetmeyebilir. Bir potansiyel olarak bu olasılık hep vardır ve önemli olan, bunun açığa çıkartılması için yürütülecek faaliyettir.
Sınıf devrimcileri başından beri bu bakış açısıyla sürece yaklaştılar. Seçim çalışmalarını da bu kriz süreciyle birleştirdiler. Krizin yıkıcı sonuçlarının daha da artacağı seçim sonrasında da bu yönlü çalışmalar kuşkusuz devam edecektir. Bu süreçte bilinç ve örgütlenme düzeyini yükseltecek çok yönlü bir pratiğe ihtiyaç vardır.
Öncelikle daha önce de vurguladığımız gibi sermaye iktidarı baskıya ve zorbalığa başvurmanın yanında gericiliğe daha fazla alan açmanın yollarını arayacaktır. Bunun bir yanı dinsel gericiliğin sadaka kültürünü öne çıkararak, bu yönlü örgütlenmelerin önünün daha da açılması ve yoksul emekçilerin buralardan daha çok medet umar hale getirilmesidir. Diğer yandan yine dini ve milli duygular uyarılarak, fedakârlık söylemleri devreye sokularak, kitlelerin edilgen hale getirilmesine devam edilecektir. Tabii ki bu duygular sadece emekçilerdeki tepkileri elimine etmek için değil, olası sokağa çıkışlarda gerici muhalefeti örgütlemek için de kışkırtılmaktadır.
Diğer yandan düzen sol siyasetinin daha önceki kritik süreçlerde oynadığı itfaiyeci rolü, her ne kadar maskeleri çokça düşse de, yine de devreye girecektir. Öfkenin sokağa taşma potansiyeline karşı düzen siyasetinin “sol” görünümlü muhalefetten vazgeçmemesi bu nedenledir.
Bunların dışında ilerici muhalefet dinamiklerini politik olarak etkileyen söylemleriyle reformist blokun krize karşı tutumuna da ayrıca değinmek gerekmektedir. Reformist solun programatik darlığı kriz karşıtı mücadeleye de yansımakta, krizin faturasını ödememe tutumu işçi sınıfı merkezli kurgulanmamakta, bu nedenle de sermaye sınıfına karşı tutum geliştirilmemekte, söylemler AKP karşıtlığına indirgenmektedir. Çeşitli renkleriyle reformist solun bakışının sınırları bellidir. Kapitalizmi aşma hedef ve perspektifine sahip olmadıkları için, halen sol liberal ekonomi programları dahi önerilebilmekte, iyileştirilmiş kapitalizmden medet umulmaktadır. Reformist bakış, krizin faturasını kapitalistlere ödetmenin yol ve yönteminden ziyade krize karşı dayanışma adı altında önermeler ileri sürmekte, artan yoksulluk, hayat pahalılığı ve işsizlik karşısında dayanışma ağları örmekten bahsetmektedir. Burada sorun dayanışmada değil, kriz karşıtı programın buna sıkıştırılmasında, kitlelerdeki mücadele potansiyelini açığa çıkartmak yerine düzen içi çözümlerden medet umulmasındadır.
Tüm bu nedenlerle, kapitalizmin doğrudan sonucu olarak yaşanan krizin nedenleri konusunda bilinç açıklığı yaratmak adına yapılacak propaganda çalışmaları çok önemlidir. Sınıf devrimcileri, kapitalizm karşıtı bir bilinç ve farkındalık yaratabilmek, mücadeleyi “sınıfa karşı sınıf” temelinde geliştirmek için toplantılardan broşürlere, bildirilerden sosyal medyaya dek çeşitli araçlarla sürece müdahale etmektedir ve bu çalışmalar seçimlerden sonra da hızlanarak sürecektir.
Krizin nedenleri ve nasıl bir mücadele gerektiği konusunda bugünden yapılacak etkin çalışmaların, öne çıkarılan şiar ve acil mücadele taleplerinin yarının gelişecek eylemsel süreçlerine müdahalede ön açıcı olacağı unutmamalıdır.