Kirli üçgen; sermaye, medya, iktidar!

Çağımızda burjuvazi medyaya her zamankinden daha çok önem veriyor. Ancak bu önemin objektif habercilik ya da kamuoyunu aydınlatmakla bir ilgisi yoktur. Medyanın misyonu kapitalist/emperyalist sistemin kirli/kanlı işlerinin “meşrulaştırılması”, gerçeklerin üstünün örtülmesi veya çarpıtılması, saldırganlık ve savaş politikalarına toplumun rızasını imal etmek için oynadığı rolde belirginleşiyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 25 Mart 2018
  • 11:19

Bir dönem sermayenin “medya baronu” kabul edilen Aydın Doğan, Doğan Medya’yı (DM) satmak zorunda bırakılarak sektörden çekildi. DM’yi alan Erdoğan Demirören, iktidarın desteği ile “medya baronu” tahtını ele geçirdi. Yeni baronun tümüyle dinci-faşist iktidara angaje kapitalistlerden biri olması, Tayyip Erdoğan AKP’sinin medyayı ele geçirdiğinin ilanıdır aynı zamanda. Zira birkaç istisna dışında Türk medyası, tümüyle dikta rejiminin dolaysız denetimi altına alınmış oldu. 2019’a odaklanan bu rejim, medya ordusunu halkın üstüne salarak seçime hazırlanacak.

Medyada bir dönemin başı ve sonu

Sirkeci’de oto bayiliyi yaparken medya sektörüne el atan Aydın Doğan, TÜSİAD’ın “yürü ya kulum” demesi sayesinde kısa sürede sektörde büyük bir tekel haline geldi. Bu sürecin başladığı 1979 yılına kadar, burjuva medyası, düzenin sınırlarını aşmamak koşuluyla da olsa “çok sesli” idi. Medyada meslekten gazetecilerin belli bir ağılığı vardı. Basın emekçileri sendikalıydı...

Hem ABD emperyalizminin bölgesel politikaları hem Türkiye kapitalizminin içine girdiği yeni süreç, “çok sesli” medyaya tahammül etmeyecek kadar katı, saldırgan, faşizan bir özellikteydi. Bir yanda ABD’nin “sosyalizme karşı yeşil kuşak”, öte yanda işbirlikçi burjuvazinin ‘24 Ocak istikrar programı’, bu acımasız saldırının uygulanabilmesi için 12 Eylül askeri faşist cuntasına hazırlık… Böylesi bir süreç, sistem için “tek sesli” medyayı zorunlu kılıyordu; o dönemde sahneye çıkan Aydın Doğan klanı “yeni medyayı” oluşturma misyonunu oynadı.  

Medyada tekelleşme süreci faşist cuntanın zorbalığı ile neo liberalizmin vahşetinin yarattığı iklimde 1990’lı yıllarda doruğa çıktı. Tek seslilik tümüyle egemen olmasa da medya, kritik süreçlerde ordu veya polis bülteni niteliğine bürünüyordu. Elbette basın emekçilerinin sendikal hakları da bu süreçte gasp edilmiş, gazetecilikle ilgisi olmayan patronların köleleri konumuna getirilmiştir. Bu arada “ünlü tetikçiler” dönemi de başlamış, “her dönemin adamı” tipler köşe başlarını tutmuştur. Dönemin medyasının ayırt edici özelliği vahşi neo liberalizmin, kirli savaşın, sokak infazlarının, gözatlında kaybetmelerin, cezaevi katliamlarının savunucusu olmasıdır.

Bu dönemin medya tekeli, tartışmasız bir şekilde DM idi. Gücünün doruğundayken, emperyalist/siyonist güçlerle işbirlikçi burjuvazinin “proje partisi” AKP’nin iktidara taşınmasında da DM kritik bir rol oynadı. Bu süreçte siyasal iktidarı dinci-ırkçı gericiliğe teslim eden burjuvazi, AKP’nin işçi sınıfıyla emekçileri hedef alan kaba saldırganlığı ve neo-liberalizmin vahşi uygulamaları sayesinde tarihinin en büyük vurgunlarını yaptı. Dinci-ırkçılar sisteme hizmet ederken, kendi iktidarlarını da parça parça kurmaya başladılar.

Bu sürecin önde gelen mimarlarından biri olan DM, böylece kendi mezarını da kazmış oldu. Zira dinci-ırkçı gericilik, burjuva anlamda da olsa farklı seslere tahammülsüzdür. Bunlar için medya sadece kritik anlarda değil, her zaman kendileri için borazanlık yapmakla mükelleftir. Buna biat etmeyenler ise iktidarın zoru, bürokrasinin tacizleriyle dize getirilmeye başladı. Bazı medya kurumları ise iktidarın gücüyle alenen gasp edildi. Defalarca alçaltıcı saldırılara maruz kalan DM, küçük de olsa onurlu bir duruş sergilemedi. Sergileyemezdi de! Zira burjuvazi, bir asır önce gericiliğe karşı direnme iradesini tarihsel anlamda yitirmişti. Son yıllarda AKP’nin dalkavukluğunu yapan Aydın Doğan klanı, sergilediği utanç verici korkaklığa rağmen medya alanından silinmekten kurtulamadı.

Gelen gideni aratıyor

Dinci-ırkçıların siyasi arenada olduğu gibi medyada da sınırlı bir etkileri vardı. Siyasi iktidar onlara devredilince, sömürü ve yağmadan aldıkları pay dramatik bir şekilde artınca, özellikle medyayı ele geçirme çabasına girdiler. İktidarın gücünü, kolluk kuvvetlerini, bürokrasiyi fütursuzca kullanarak medya sektörünü ele geçirdiler. Bu ele geçirme sürecinde en zorlu rakip DM idi. Nitekim AKP şefinden sokaktaki tetikçiye kadar ilkel bir kinle Aydın Doğan’a saldırdılar. O geri adım attıkça, saldırılarının dozunu arttırdılar. Bu arada DMH’de köşe başlarını tutarken AKP’ye destek veren “duayen gazeteci”ler de, kaba bir şekilde tasfiye edildiler.

Gelinen aşamada medya, -birkaç istisna dışında- iktidarın bülteni/borazanı haline gelmiştir. Bu bağlamda medyanın yeni baronları, her açıdan geçmiştekilerden daha gerici daha ilkesiz daha ahlaksız daha saldırgan bir kast oluşturuyorlar. İktidarın hem mali hem siyasi desteğiyle DM’yi ele geçiren Erdoğan Demirören, bu kastın müstesna temsilcilerinden biridir. Bu zat, bir haber için AKP şefi tarafından azarlandığında sergilediği utanç verici tutumuyla maruftur. Artık burjuva anlamda bile gazeteciliğin ortadan kaldırıldığı, düpedüz tetikçilerin, beslemelerin, dalkavukların medyada köşe başlarını tuttuğu bir dönemdeyiz.

Haber kaynağı değil kaba gücün tetikçisi!

Sömürücü, asalak bir sınıf olan burjuvazinin medyası, bu sınıfsal kimliğinden dolayı ne objektif ne tarafsız ne özgür habercilik yapabilir. Gazetecilerin belli sınırlarda hareket alanları olsa bile, kritik anlarda hem burjuvazinin hem kapitalist/emperyalist sistemin çıkarlarını esas almak zorundadırlar. Kimi yayın organlarında “muhalif” kişilerin olması, sadece vitrin için gereklidir.

Sınıflı bir toplumda her yayın organı temsil ettiği sınıfın penceresinden dünyaya bakar, bu sınıfın çıkarlarını esas alır. Burjuvazi gibi sömürücü bir sınıfın bakış açısı da çıkarları da işçi sınıfıyla emekçilerin karanlıkta bırakılmasını şart koşar. Bu dinci-ırkçı iktidarın borazanı medya için geçerli olduğu gibi, emperyalist merkezlerdeki “özgür” medya için de geçerlidir. Fark, AKP iktidarının yandaş olmayan seslere hiçbir koşulda tahammül edememesinde belirginleşiyor. Genel anlamda burjuvazi, ihtiyaç olduğunda gazetecilerine tasma takarken, AKP medyasının elemanları ise 7/24 tasmalıdırlar.

Çağımızda burjuvazi medyaya her zamankinden daha çok önem veriyor. Ancak bu önemin objektif habercilik ya da kamuoyunu aydınlatmakla bir ilgisi yoktur. Medyanın misyonu kapitalist/emperyalist sistemin kirli/kanlı işlerinin “meşrulaştırılması”, gerçeklerin üstünün örtülmesi veya çarpıtılması, saldırganlık ve savaş politikalarına toplumun rızasını imal etmek için oynadığı rolde belirginleşiyor.

Sermayenin, medyanın, iktidarın aleni bir şekilde iç içe geçtiği bir sistemde işçi sınıfıyla emekçilerin gerçekleri öğrenebilmeleri için halen varlığını sürdüren az sayıda onurlu basın emekçisi ile devrimci/sosyalist basına ulaşmaları gerekiyor. Bu sistemde gerçekleri dile getirmenin bedelleri geçmişte olmadığı kadar ağırlaşmıştır. Bunu ise ancak devrimci/sosyalist basın çalışanları ve onurlu basın emekçileri göze alabilirler.

İLİŞKİLİ HABERLER