Kapitalist soygun sistemi

Henry Ford, 1922 yılında, “İnsanlar banka ve para sistemini anlasalardı, inanıyorum ki yarın sabahtan önce bir devrim olurdu” sözleri ile soyguncu olduklarını boşuna itiraf etmemişti. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler seçim vaatlerine kanmamalı, kapitalizm aşılmadan ekonominin düzelemeyeceğini unutmamalıdırlar.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 09 Haziran 2018
  • 19:48

24 Haziran seçimleri yaklaşırken topluma gerginlik ve huzursuzluk hakim. Tersinden geniş emekçi yığınların muhalif kesiminde büyük umutlar oluşmuş durumda. OHAL düzeninde seçim çalışmaları adil olmayan koşullarda (Selahattin Demirtaş halen tutuklu, dışarıda düzen muhalefetinin standları ve çadırları keyfi baskılara maruz kalıyor, medya tek ses vb.) tüm hızıyla devam ediyor.

Hatırlanacağı üzere 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonucunu beğenmeyen T. Erdoğan bu seçimi yok saymış ve başta Kürt halkı olmak üzere tüm toplumsal mücadele dinamiklerine karşı kirli bir savaş başlatmıştı. Yine 16 Nisan Referandumu’nda yapılan hileler halen akıllardadır. Ancak özellikle Tayyip’e yönelik kabaran öfke ve “kendini batırdı ülkeyi de batırıyor, artık yeter bu adam gitsin de ne olursa olsun” bakışı doğrultusunda toplumun yarısından fazlası bütün umutlarını bu seçimlere bağlamış bulunuyor.

Her ne kadar Türkiye’nin temel gündemini seçimler oluştursa da gerginliğin asıl kaynağı yaşanmakta olan ekonomik krizdir. AKP tabanı dahil her kesimin huzursuz olduğu sorun budur. Enflasyonun son 14-15 yılın en yüksek değerlerine ulaştığı bugünlerde, dolar da 4,5 TL’nin altına düşmüyor. En son değeri 5 TL’ye kadar yaklaşan dolar, Merkez Bankası’nın gecikmiş müdahalesiyle, yani faizler arttırılarak tekrar 4,5 seviyesinde tutulmaya çalışılıyor. Dolara endeksli Türkiye ekonomisi, Financial Times dergisinde kırılgan ekonomi olarak değerlendirildi. Ayrıca seçimler vesilesi ile seçmenden oy isteyen AKP’nin işinin zor olduğu da vurgulandı aynı değerlendirmede.

Ekonomideki bu belirsizlik doğalında düzen muhalefetinin de gündeminde. Türkiye ekonomisinin bu hale gelmesinin tek suçlusunun AKP hükümeti ve politikaları olduğunu söylüyor, iktidara gelirlerse eğer ne gibi adımlar atacaklarını vaat ediyorlar. Ekonomiyi düzeltmenin kolay olamayacağını itiraf edip, “Merkez Bankası’nı bağımsız hale getireceğiz”, “OHAL’i kaldırıp hukuk ve adaleti yeniden sağlayacağız”, “dengeli ve istikrarlı bir ülke haline geleceğiz”, “fabrikalar kuracağız” gibi vaatlerle çözüm sunuyorlar.

Şüphesiz 16 yıldır hükümette olan dinci-gerici AKP hükümeti birçok politik hata ile ekonomiyi daha da kötüleştirdi. Ancak temel sorunun kapitalist ekonomik sistem olduğu gerçeği ısrarla gözden kaçırılıyor. Anarşik üretim yapısı ve kâr odaklı olan mevcut sistem döne döne krizler yaratmaktadır. Elbette düzen partilerinden bu temel noktaya vurgu yapmaları beklenemez, zira onlar bu düzenin bekasının enstrümanlarıdır.

Türkiye son olarak 1994, 2001, 2008 yılında bu tabloyu yaşadı, şimdi 2018 yılında yeniden ve daha ağır bir şekilde kriz gündemde. Burjuva ekonomistleri bile değerlendirmelerinde “seçimleri kim kazanırsa kazansın Türkiye IMF ile masaya oturmak zorunda kalabilir” diyebiliyorlar. Bütün faturanın işçi ve emekçilerin sırtına yükleneceğini söylemeye ise gerek bile yok.

Türkiye’nin ekonomisi sıcak para ve yabancı sermayeye bağımlıdır. AKP hükümeti son yıllarda dış politikada ardı ardına yaşadığı iflaslar sonucu bütün komşuları ile düşman hale geldi ve OHAL’in arka arkaya 7 kez uzatılması ile çizilen istikrarsız Türkiye tablosu sonucu ne sıcak para akışı ne de yabancı sermaye yatırımı eski seviyesinde. “Türkiye ekonomisi şöyle büyüdü, böyle büyüdü” söylemleri ile bilinç bulanıklığı yaratan gerici iktidarın 16 yıllık döneminde sermayedarların en yüksek oranlarda kâr sağladıkları doğru. Burada büyüyen Türkiye burjuvazisi oldu. AKP hükümeti ülkeyi tam bir rantiye alanına, ucuz işçilik ve esnek çalışma koşulları ile de sömürü cennetine çevirdi. Görünürde büyüme oldu, gerçekte milyonlar yoksullaşırken bir avuç insan görülmemiş düzeyde palazlandı.

Devlet verilerine göre son 7 yılda betona 551 milyar dolar yatırıldı. Hem büyük burjuvaziye hem de kendi yandaş sermayedarlarına yaranmak için kamu kaynaklarını fütursuzca yağmalayan ve yağmalatan AKP hükümeti, kapitalist sistemin aslında soygun sistemi olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor. ‘90’lı yılların Yap-İşlet-Devret (YİD) modelinin devamı ve daha pervasız modeli olan KÖİ (Kamu-Özel İşbirliği) modeli ile Hazine kaynakları yandaş sermayedarlara aktarılıyor. Köprüler, şehir hastaneleri, havalimanları bu model ile yapılıyor. İstanbul’da 3. Havalimanı ihalesini AKP’nin yandaşları Cengiz-Limak-Kolin-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu, 25 yıllık kira bedeli olarak 22 milyar 152 milyon avro vererek aldı. 25 yıllık bir sözleşme ile bu şirketlere zarar edecekleri durumunda zararları Hazine kaynaklarından karşılanacağı ve İstanbul’da nüfus artsa dahi önümüzdeki 25 sene boyunca başka bir havalimanı yapılmayacağı taahhüt edildi. Dünya Bankası (DB) yayınladığı bir raporda bu şirketleri dünyada en büyük Hazine garantisi almış şirketler olarak sıraladı.

Türkiye’deki özel sektörün 295 milyar doları bulan borcu var. Holdingler, “borçlarımızı ödeyemiyoruz” diyerek, borç yapılandırması talep ediyorlar. Bununla birlikte kamu bankaları, sermayedarlara verilen kredilerin faizlerini 0.98’e düşürerek risk alıyorlar. Bir emekçiye, işçiye, çiftçiye tanınmayan faiz oranı, patronlara veriliyor. Aynı zamanda kur artışları ve KÖİ’ler sayesinde bu holdingler servet kazanıyorlar. Kur artışları döneminde birçok esnaf iflas ederken, büyükler daha çok büyüyor, küçükler daha çok küçülüyor. Murat Ülker 6,5 milyar dolarlık borcunu yapılandırdığı günlerde kur artışından dolayı kişisel servetini en fazla arttıran oldu. “Türkiye’nin en eski inşaatçılarından GAMA Holding’in yapılandıracağı borç 1.5 milyar dolar. Bunun 5 aylık maliyeti 1.3 milyar lira arttı. Ancak “borcumu ödeyemiyorum’ diyen GAMA’ya KÖİ çerçevesinde şehir hastanesi ihalesi verildi. İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’ni TÜRKERLER Holding ile birlikte inşa ediyor ve 1.3 milyar lirayı bulan yatırım değerine sahip ‘hasta garantili’ bu işletmeyi 25 yıl boyunca işletecek. aldığı ve alacağı kredilerin garantörü de elbette Hazine.” (Bu Faturayı Onlar Ödemez - Bahadır Özgür, Duvar Gazetesi)

Türkiye ekonomisinin büyümesi ya da kapitalist soygun sistemi gerçek anlamını burada buluyor. KÖİ’lerin mucidi olan İngiltere’nin sağlık sistemi çökmüş durumda ve İngiltere bu durumu düzeltmekle uğraşıyor. İsveç, kamu kaynaklarını hızla tüketen KÖİ modelini tamamen yasakladı.

T. Erdoğan ve hempaları, yandaş sermayedarları beslerken bir taraftan da kendileri sermayedar haline geldiler. Erdoğan ve ailesinin Man, Malta vs. adalarında ortaya çıkmış şirketleri biliniyor. Erdoğan, dilinden düşmeyen “milli” sözcüğü ile ne kastettiğini fiiliyatta bizzat kendisi gösterdi.

Dünya ekonomi piyasasına entegre olmak zorunda kalan Türkiye mevcut ekonomik sisteminde, düzen muhalefetinin de seçim önerileri bir çözüm oluşturmuyor. Kapitalizmin yapısal bir sorunu olan kriz, bu sistem aşılmadan gerçek bir çözüme kavuşturulamaz. Yunanistan’da iflas eden ekonomi üzerine sosyal demokrasi programı ile iktidarı alan Tsipras, borçları ödemeyeceğiz demişti, AB’ye kafa tutmuştu. Oysa uzun zamandır kemer sıkma politikaları ile borçlar ödeniyor. Tsipras, 2019 ve 2020’de emekli maaşlarında yeni kesintiler ve vergi artışı kararı aldığını açıkladı geçenlerde. Yunanistan işçi ve emekçileri 24 saatlik genel greve giderek bu kararı protesto ettiler. Sadece bu örnek bile kapitalizmin daha yaşanılabilir hale getirilmesini amaçlayan sosyal demokrasinin de gerçek manada çözüm olamayacağını çok net anlatıyor.

Henry Ford, 1922 yılında, “İnsanlar banka ve para sistemini anlasalardı, inanıyorum ki yarın sabahtan önce bir devrim olurdu” sözleri ile soyguncu olduklarını boşuna itiraf etmemişti. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler seçim vaatlerine kanmamalı, kapitalizm aşılmadan ekonominin düzelemeyeceğini unutmamalıdırlar.