Türk Eczacılar Birliği (TEB) son dönemde yurt dışından Türkiye’ye getirilen ilaçların tedarikinde ciddi sıkıntıların yaşandığını sıkça dile getirdi. Özellikle Covid-19 salgınının ortaya çıkmasıyla birlikte ilaç ihtiyacının daha fazla arttığı göz önüne alınırsa, durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. İlaç tedarikinde ciddi sıkıntılar yaşanmasında son aylara damga vuran Türkiye’deki kur krizinin de büyük rolü var.
TEB geçtiğimiz kasım ayında, ilaç konusundaki sorunlara dikkat çekmek ve iktidarın yaşanan mağduriyetlere karşı adım atmasını sağlamak için yaptığı açıklamada, 654 ilacın tedarikinde zorluk çekildiğini ifade etmişti. Kasım ayından bu yana yaşanan son gelişmelerle birlikte, tedarikinde zorluk çekilen ilaçların sayısının bini geçtiği tahmin ediliyor. Kronik hastalıkların ilaç tedariki bir yana, artık ateş düşürücü şurup, ağrı kesici gibi en basit ilaçların dahi temin edilmesi zorlaştı. Geçtiğimiz günlerde bu durumun vahametine yeniden dikkat çekmek ve iktidara uyarıda bulunmak için açıklama yapan TEB Başkanı Pınar Özcan şunları ifade etti:
“Bazı öksürük şuruplarını, o grubun tamamında, eş değerleriyle birlikte dahil olmak üzere maalesef temin edemiyoruz. Çocuk olan her evde bulunan ateş düşürücü şurupları bazen bulamıyoruz. Çok yetersiz derecelerde var, üç beş tane gönderilip, bitiyor. Hiçbirimizde kalmıyor. Onun dışında influenzada kullanılan spesifik bir ilaç vardı, şurup ve tablet formu dediğimiz, yetişkinlerde de kullanılan, onda büyük bir sıkıntı var ve vakayı karşılayacak derecede temin edemiyoruz eczanelerimize. Bunların dışında kronik hastalıklarda kullanılan ilaçlarda sıkıntı var. Diyabette kullanılan ilaçlar özellikle şimdi sıkıntı yaratmaya başladı. Tansiyon ilaçlarında, bazı kalp ilaçlarında, bazı kanser ilaçlarında, antidepresanların bir kısmında maalesef şu anda temin sıkıntımız ciddi boyutlarda.”
TEB Başkanı, piyasada bulunamayan ilaç sayısındaki artışın temel sebeplerinden birinin güncel ilaç ve avro kuru arasındaki fark olduğunu belirterek, devletin sorumluluğuna işaret etti: “Burada yapılması gereken aslında şu; sektörün tüm bileşenleriyle devletin de ilacı bulunabilir olma noktasında bir anlaşmaya varması şart. İlaç ucuz olmalı ama aynı zamanda ulaşılabilir, bulunabilir olmalı. Burada dengeyi kuracak kurum da tabii ki devlet. İlaç firmaları açısından baktığınız zaman onlar da kar etmedikleri ya da zarar ettikleri ilacı üretmemeyi tercih ediyor. Ama bunun sonuçlarını biz hep beraber vatandaşlar olarak çekiyoruz. İlaca ulaşımla alakalı bir sıkıntı, asla olmaması gereken, olamayacak bir durum. Bu başka bir tüketim malzemesine benzeyen bir şey değil. Hayati bir durum. O nedenle bunun önlemini bir an önce devletimiz almak durumunda.”
İlaçların temin edilememesi bir yandan da hastalar ile eczacıları karşı karşıya getirmektedir. Son dönemde sağlık alanında artan şiddet olaylarının bir kısmı da eczanelerde yaşanmaktadır. Çoğu zaman yaşanan çaresizliğin sorumluluğu eczacılara yüklenmekte ve eczacılar hastaların veya hasta yakınlarının şiddetine maruz kalabilmektedirler.
Oysa ilaçların temin edilememesinin ya da pahalıya satılmasının asıl sorumlusu eczacılar değil, kapitalist sistem ve ilaç alanını tekelleştirip, bu alanı bir ticarethaneye çeviren kapitalistlerdir. Kapitalistler için aslolan, insan sağlığını düşünmek ve ona göre hareket etmek değil, azami kâr elde etmektir. Kapitalistler, eğer ürettikleri ilaçtan istedikleri miktarda kâr elde edemiyorlarsa, o ilacı piyasadan kaldırır, yerine daha kârlı bir ilaç üretmek için kollarını sıvarlar. Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını döneminde aşının bulunmasında ve en nihayetinde topluma uygulanmaya başlanmasında yaşanan “gecikme” de bunun güncel bir örneğidir. İnsan sağlığını pazarlık konusu yapabilecek kadar gözü dönmüş kapitalist ülkeler, insan sağlığını kârlarından daha çok önemseselerdi, belki de dünya genelinde bu kadar fazla insan Covid-19 salgını sebebiyle yaşamını yitirmemiş olacaktı. Ancak içinde bulunduğumuz sistemin çarkları kapitalistlerin elde edeceği kârlar ile döndüğünden ötürü, insan sağlığı kapitalistler tarafından ancak “kâr ettiği” oranda önemsenir.
İnsan sağlığının önemsendiği bir dünya
Sağlık alanında birçok başarıya imza atan Küba’nın sağlık sistemine bakacak olursak, insan sağlığının önemsendiğini ve ona göre hareket edildiğini görürüz. Sağlık alanında yaşanan bu gelişme, 1959’da Küba’da gerçekleşen devrimin en büyük kazanımlarından birisidir. Sağlık sistemindeki organizasyon, bunun yanında aile hekimliği sisteminin çok özel ve önemli yeri, keza Küba’nın düşük gelirli bir ülke olmasına rağmen biyoteknoloji alanında gerçekleştirdiği keşifler en önemli gelişmelerindendir. Sağlık Küba’da, ücretsiz ve ulaşılabilir bir hak olarak görülmektedir. Birçok ilklere imza atan Küba, örneğin çocuk felci (1962) ve kızamık (1996) hastalıklarını ortadan kaldıran ilk ülkedir. Amerika kıtasında en düşük AIDS hızı ve en etkili Dang humması kontrol programı Küba’dadır. Aynı zamanda dünyada hipertansiyon tedavi ve kontrolünün en yüksek olduğu ülkedir Küba. İlk insan Polisakkarid Aşısı da Küba’da üretilmiştir (Cooper ve ark., 2006). Küba aynı zamanda anneden bebeğine HIV ve Sifilis geçişini önleyen ilk ülkedir. Daha birçok gelişmelerin yaşandığı ve ABD ambargosuna, saldırılarına ve daha birçok soruna rağmen gelişmelerin yaşanmaya devam ettiği Küba’da sağlık alanındaki bu gelişmelerin en temel kaynağı, toplumsal sistemin devrimle değiştirilmiş olmasıdır.
Bugün Türkiye’de veya diğer kapitalist ülkelerde ilaç tedarikinde sıkıntı yaşanırken, Küba’da sağlık alanında gelişmeler sürmektedir. İnsan sağlığının temel alındığı bir sağlık sistemi, ancak şu anda mevcut olan toplumsal sistemin topyekûn değişmesiyle mümkündür.