“İnsan nasıl insan oldu” - Evrim Erdoğdu*

İnsanlığın binlerce yıllık yürüyüşüne tanıklık etmek için Sovyet Bilimler Akademisi’nden 2 bilim insanının 1936 yılında çalışmalarına başlayarak hazırladıkları “İnsan nasıl insan oldu” yapıtının popüler marksist bir tarih yazını olarak hala güncelliğini korumakta olduğunu söylemeliyiz.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Kasım 2014
  • 09:33

İçinden geçtiğimiz “bunalımlar, savaşlar ve devrimler” döneminde tarihin tekerliği hızlanıyor. Kapitalist dünya sisteminin dayattığı yıkıma karşı büyüyen öfke sosyal mücadeleleri, grevleri, halk isyanlarını ve proletaryanın özel mülkiyetin kalelerine yönelen eylemlerini arttırıyor. Ve kapitalizmin derinleşen çözümsüzlüğü sosyalizm alternatifini belirgin bir şekilde yegâne kurtuluş olarak öne çıkartıyor. Şimdi 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan 100, ikincisinden 75 yıl sonra insanlığın önünde yeni bir sayfanın açıldığına tanıklık ediyoruz. Bu yüzyılın sosyalizmin, bin yılın komünizmin damgasını vurması anlamına gelen tarihsel gelişmelerin seyrini yerli yerine oturtabilmek için elbette ki marksist dünya görüşüne sahip olmak temel bir öneme sahiptir.

Tarihe diyalektik materyalist yöntemle bakıldığında tarihin kitlelerin eseri olduğu gerçeğini görüyoruz. Burjuvazi kendinden önceki egemen sınıflardan devraldığı idealist-gerici tarih yorumu ile kitlelerin düşünsel gelişimine engel olmaya devam etmiştir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve artı-değer sömürüsüne dayalı siyasal iktidarını ayakta tutmak için burjuvazi; proletaryanın, insanlığın ilerici ve devrimci mirası ile buluşmasına ideolojik hegemonyası ile engel olmaya çalışır. Bilimsel gerçekliğin altüst edilme işi düşünsel ve ideolojik araçların sayesinde burjuva ideologlar tarafından ustaca icra edilir. Amaç, biriken muazzam toplumsal zenginliğin kaynağı olan proletaryanın artı-değer sömürüsünde gizlenen yaratıcı ve devrimci gücünü fark etmesine engel olmaktır. Özel mülkiyeti ellerinde tutan kapitalist efendiler emeklerini sömürdükleri milyonların yalnızca kapitalist üretimin sürekliliğini sağlayacak kadar bilgiye sahip olmasını, emekçi insanın kendi ürettiğine ve geçmiş mirasına yabancılaşmasını ister.

Ancak maddi üretim koşulları, bugün düşünsel ve kültürel araçlardan yoksun bırakılmış, köleleştirilmiş milyonların bilinç düzeyini engellenemeyecek bir şekilde değiştiriyor. “İnsanlar, bilinçli olarak kendi amaçları doğrultusunda etki eden sayısız iradenin ve bunların dış dünya üzerindeki çeşitli yansımalarının bileşkesi, tarihi oluşturur. Öyleyse burada önemli olan sayısız bireyin ne istediğidir. İrade, tutku ile ya da düşünmeyi belirleyen araçlar çok değişik niteliktedir. Diğer yandan, insan kendi kendine, etkin insanların beyinlerinde hangi tarihsel nedenlerin bu güdülere dönüştüğünü sorabilir.” İşte bu noktada tarihin devindirici güçlerinin neler olduğunu anlayabilmek, insanlığın binlerce yıllık yürüyüşüne tanıklık etmek için Sovyet Bilimler Akademisi’nden 2 bilim insanının 1936 yılında çalışmalarına başlayarak hazırladıkları “İnsan nasıl insan oldu” yapıtının popüler marksist bir tarih yazını olarak hala güncelliğini korumakta olduğunu söylemeliyiz.

Sovyet toplumunun marksist devrimci eğitimi için yoğun bir emek ve çaba ile yazılmış kitapta akademik değil tam aksine proletaryanın ve emekçilerin, gençlerin kolaylıkla anlayabileceği bir romansal anlatım hakimdir. Bu maddeci tarih anlayışı ile yazılmış kitabı M. İlin ve E. Segal isimli bilim insanları tüm insanlığa armağan etmiştir.

“Tarihin sınıf savaşları tarihi” olduğu marksist görüş üzerinden inşa edilen yapıtta, ilk göze çarpan özellik somut bilimsel veriler ve deneysel yöntemler eşliğinde okuyucuya doğrudan seslenen yalın anlatım tarzı oluyor. Okuyucu kendini hızla ilkel komünal toplumsal düzenden itibaren insanın soluk kesen milyonlarca yıllık macerasının içinde buluveriyor. Yapıtta aynı zamanda Sovyet toplumunun sosyalist dönüşümünü devrimci marksist eğitimin nasıl ele alındığını da görmüş oluyoruz. Sovyet Rusya’da pratiğe dökülen bu yöntemi, kitapta okuyucu ile öğreten öğrenen ilişkisi kurulmayarak insanlığın bıraktığı ayak izlerinin takip edilmesi yaratıcı bir anlatım tarzıyla uygulanmış. Böylece insanlığın binlerce yıllık tarihsel yolculuğundaki temel dönemeçleri okuyucunun büyük bir heyecanla öğrenme isteğinin oluşması başarılmış. Marks’ın da kullandığı ‘anlatılan senin hikâyendir’ deyişi ile kişiye sınıfsal konumundan kaynaklı birebir parçası olduğu gerçeklikle arasında olan yabancılaşmanın kırılması sağlanıyor. Böylece hiçleştirilmeye, nesneleştirilmeye karşı insanın tarih içindeki özne rolüne işaret edilmiş oluyor. Tarihin bu sayede bir avuç egemenin ya da maddi yaşamın dışında tanrısal bir akıl tarafından yaratılmış olduğu savına karşı tok bir mücadele yürütülüyor.

M. İlin ve E. Segal’e göre insan bir devdir. Esasında kitabın hazırlanmaya başladığı günlerde, bu dev insanlık tarihinin en büyük paylaşım savaşı ile karşı karşıyadır. 1929 ekonomik bunalımı kapitalist üretimi ve ona dayalı toplumsal ilişkileri yıkıma uğratmış, yeni devrimler döneminin kapıları aralanmıştır. Sovyetler Birliği bir taraftan üretim teknolojisinde, sanayide, bilimde, kültürel sosyal yaşamda devin adımlarını hızlandıran çığır açan adımlar atarken, proletarya enternasyonalizmi temelinde ‘’sosyalist yeni insanı’’ yaratmaya çalışırken, kapitalizm ise yapısal sorunlarının yarattığı bataklık içinde çırpınıyordu. M. İlin ve E. Segal’in cümleleri ile dağları delip geçen, doludizgin akıp giden suları durduran, yeryüzünü istediği gibi değiştiren, ormanlar diken, denizleri birleştiren, çölleri sulayan ‹dev üretici güçlerin› ulaştığı düzey sonucunda artık son derece güçlüdür. Sovyetler Birliği’nde yaşamın her alanında sağlanan gelişimin ve büyük başarının sonucunda haklı bir özgüvenin nesnel bir verinin üzerinden şekillenen bu yaklaşımın öte yanında kapitalist dünyada bu devin emek gücüyle yarattığı zenginliklerinin ürünü olan servet birikimi ile milyonların mahkûm edildiği sefalet arasındaki uçurum büyümüştür. Yeni bir toplumsal devrimin kapitalist metropollerde yaklaştığının farkında olan bu iki bilim insanı yapıtlarını devrimci bir ruhla yoğurmuşlar. Yapıt aynı zamanda kaleme alındıktan kısa bir süre sonra faşizme karşı direnişte 28 milyon insanını kaybeden Sovyet halklarını nasıl bir devrimci bilinçle donatıldığını da gösteriyor. İnsanlık tarihinde yaptığımız yolculuk kitapta 1600’lü yıllarda sona eriyor.

İlkel komünal toplumlardan başlayarak insanın doğa karşısında verdiği yaşam mücadelesinden özel mülkiyetin ortaya çıkışı ile köleci toplumsal düzen ve feodalizme geçişi, insanı yaratan kolektif emeğin gücünü somut olarak bilince çıkararak okuyucu takip etme olanağını buluyor. Tüm topluluklardaki üretim biçimindeki farklılaşmaları, bunun sonuçlarını, dünyanın dört bir yanına yaptığımız yolculuklarla kendi gözlerimizle tanık oluyoruz. Doğanın karşısında acz içinde olan insanın kolektif emeğinin maymundan insana geçişte başat rolünü görüyor, alet yapan insanın binlerce yıl içinde makine yapan, dünyayı yorumlayan, bilimi, felsefeyi, dini yaratan insanın göçebe topluluklardan yerleşik hayata geçişini, ana erkil düzenden ataerkil düzene, ilkel klan kabile düzeninden devlet örgütlenmesine geçişin, üretici güçlerle üretim biçimlerinin çelişkiye girdiği bir aşamada ortaya çıktığını yaşayarak kavrıyoruz. İnsanlığın temel duraklarında durur. Köle ile efendi, serf ile senyör arasındaki çelişkilerin aynı zamanda yönetici egemen sınıflar arasında özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkışından bugüne bitmek tükenmek bilmeyen kavganın insanlığın gelişimindeki itici rolü bilince çıkarır, karanlık tarihsel süreçlerin yaşandığı dönemlerde dahi tarihin ileriye doğru akışını hiçbir gücün durduramadığını görürüz. Matematik, gök bilimi, tıp, maddenin yapısı-doğa olaylarının incelenmesinin Tales, Demokrit, Aristoteles, Arşimet, Lükres, Kopernik ve Bruno ile yaptığımız bilim tarihi gezisi ile binlerce yıl nasıl zorluklarla baskı ve engellemelerle başarıldığını, tarihte adını bilmediğimiz sayısız cesur kahramanın silinemeyecek ayak izlerini takip ederiz. Egemen düşünceye karşı, gericiliğe karşı insanın bitip tükenmeyen savaşımının tarihsel köklerini öğreniriz. En son geldiğimiz noktada ise eserin yazarları insanlığın macerasının nasıl ilerleyeceğine dair görüşleriyle kahramanımızın geleceğe olan yolculuğuna ilişkin son sözlerini söylüyor. Bu kitapta pek çok ad, pek çok insan, pek çok halk ve onların kederi vardır. Zaman binlerce iplikle, insan hakkında bir hikâye dokumuştur. Her ipliğin kendi rengi var. Dünya kültürü desenine her halk kendi rengini katmıştır. Bunlar da çok renkli bir kumaş meydana getirmiştir. Hikâyemizi burada bitiriyoruz. Ama kumaşı tezgâhta bırakıyoruz. Çünkü dokuması bitmemiştir. Doğa durmadan yaratıyor. İnsanın emeği de sonsuz.

Kahramanımızın daha sonra başından geçenleri bilmek isteyenler, insanın gerçeğe ve doğaya egemen olmaya doğru nasıl ilerlediğini, bilimin başına gelenleri ve Marks’ın, Engels’in, Lenin’in felsefeyi dünyayı inceleyen ve değiştiren güçlü bir silaha çevirmekle bilimde yaptıkları devrimi, başka kitaplardan okuyup öğrenebilirler.

Tarihe Marksizm’in devrimci yönteminin kılavuzluğunda bakmak, özel mülkiyetin varlığından itibaren bitmek bilmeyen sınıflar arası mücadelenin seyrinin bilimde, felsefede, üretimde, sanatta, düşüncede ve her şeydeki devindirici gücünü öğrenmek için bu yapıtın okunmasını öneririz.

* TKİP Dava tutsağı

Dipnot

1- Ludwing Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu - F. Engels

2- ‘İnsan nasıl insan oldu’ - M. İlin - E. Segal