Katledilişinin 8. yılında Hrant Dink cinayeti, sermaye devletinin karanlık yüzünü göstermeye devam ediyor. Gerek mahkeme süreçleri, gerekse bu infazla ilgili AKP adına konuşanlar, failin açıkça devlet olduğu bir cinayetin nasıl karanlıkta bırakılmaya çalışıldığını ele verdi. 8 yıldır Dink cinayetinin izini sürdüğünü iddia eden düzenin AKP’si, emniyet teşkilatı, yargısı açığa çıkan tüm izleri kapatmaya, ucu sermaye devletinin derinliğine çıkan tüm belirtileri kararlıca yok etmeye çalıştı. Sonuç olarak tam da cinayetin 8. yıldönümüne yakın günlerde dikkati dağıtmak için kendilerine ‘kurban’ seçtiler. Elbette “kamu görevlilerinin ihmali” gerekçesiyle tutuklanan Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli Muhittin Zenit ve Özkan Mumcu adlı iki istihbaratçı hiç de masum değildir. Aynı şekilde, bu cinayetin tüm detayları devletin kontra yapısını açığa çıkarmışken devreye sokulan bu yöntem de masum değildir.
Hatırlanırsa 26 Aralık 2014’te savcılık tarafından tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edilen iki polis nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. Fakat soruşturma savcısının itirazı üzerine İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği 2 polis hakkında “görevi kötüye kullanmak” ve “ihmal suretiyle ölüme neden olmak” nedeniyle yakalama kararı çıkardı. Bunun üzerine polisler Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde hakim karşısına çıktılar. Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği iki polis hakkında tutuklama kararı verdi.
Böylece ardında nice kontrgerilla cinayeti bırakan sermaye devleti, kanlı ellerini bu yargı hamlesiyle temizlemeye çalıştı. Tutuklanan istihbaratçıların ‘içerde’ ne kadar kalacakları şüpheli olsa da Dink cinayetinin yıldönümünde yapılan bu hamlenin amacı yeterince açıktır. Geçen süre zarfında “yargılama” adı altında işi yokuşa sürenlerin, bu davayı takip edenleri yanıltmak için her türlü oyunu tezgâhlayanların böyle bir yönteme başvurması şaşırtıcı da değil.
Mahkemelerde ‘tanık’ sıfatıyla dinlenen tetikçi Ogün Samast da, İstanbul İstihbarat Eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer de, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek de ve cinayette rolü bulunan daha birçok ismin tümünün beyanları bu cinayette izlerin devlete çıktığını göstermişti. Keza ucu devlete çıkan tek cinayetin Hrant Dink’in katledilmesi olmadığını bu topraklarda toplumsal belleği güçlü olanlar fazlasıyla bilmektedir. Sermaye devleti kimi katliamlarını zamanaşımıyla, kimilerini de seçtiği ‘kurbanlarla’ kapatmaya çalışmaktadır.
Keza, “Olayı Dink davasına indirgemek küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır…” diyen Erdoğan, oldukça organize bir cinayetin siyasi yönünü gizlemeye, adli bir vaka gibi göstermeye çalışmıştı. Şimdiyse devletin pek kurnaz zaptiyeleri dosyayı böyle kapatabileceğini sanıyor. “Affedersiniz Ermeni diyorlar” sözü Hrant’ın anılarına ve cansız bedenine bir kurşun gibi tekrar sıkılmışken, sermaye devletinin emniyet müdürlüğü damgalı beyaz bereli polisleri hak arama eylemlerinde, sokaklarda hala yasal mermileriyle ölüm saçarken, terör estirirken oluyor tüm bunlar.
Rakel Dink’in deyimiyle “bebekten katil yaratan karanlık” ise tetikçilerini hep hazır tutuyor. Onların galeyana gelmeye hazır, ‘milli ve manevi duyguları incinmiş’, ‘iyi çocukları’ kendilerine verilecek yeni görevleri bekliyor. Aldıkları işi bitirenlerse mesajlarını en ‘derin’ duygularını göstererek veriyor. Kimi Türk bayrağıyla poz veriyor, kimi tekbir sesleriyle… Katliamlara uğrayanların gösterdiği haklı tepkiye ‘terör’ damgasını yapıştıranlarsa, şuurunu yitirmiş katiller sürüsünün döktüğü bu kandan sosyolojik tespitler yapıyorlar. Elbirliğiyle işledikleri cinayetlerden, katliamlardan hem kendilerini hem de devletlerini muaf tutmaya çalışıyorlar.
Ancak tüm uğraşlarının nafile olduğunu görmek için Hrant’ı yırtık ayakkabısıyla belleğine kaydeden tarihe bakmak yeterlidir. Yarın hesaplaşma günü gelip çattığında, bu tarihe kanla düşülen notlara bakılarak hüküm verilecektir. Geçen zaman ise sadece sorulacak hesabın katlanmasına neden olmaktadır.