Yıkıcı etkilerini her geçen gün daha fazla gösteren ekonomik ve siyasi kriz sarmalında Erdoğan hükümetinin endişeleri gün geçtikçe artıyor. Bu durum, olası sonuçlara karşı bilinen demagojiye, kural-hukuk tanımayan ölçüsüz baskılara neden oluyor. Sosyal yıkım saldırılarına, uğradıkları hak gasplarına karşı direnç gösterecek işçiler, üçüncü havalimanı inşaatında çalışan işçiler üzerinden tehdit edilirken, yasalar da fiili bir grev karşısında işçilerin karşısına nasıl çıkacağını Greif davası vb. uygulamalarla gösteriyor. İşçi sınıfının tarihsel kazanımı olan kıdem tazminatının gasp edileceği önümüzdeki dönemde, tüm bunlar devlet teröründen nasibini alacak toplumsal kesimlerin ne kadar geniş bir yelpaze olduğunu göstermesi açısından önemli.
Dinci-faşist gericilik kendilerini bekleyen zorlu sürece hazırlıklarını böyle yapıyor. Buna mecbur olduklarını biliyorlar. Saray entrikalarının, komploların, sindirme operasyonlarının, kirli propagandalarının gerisinde bu var. Bu yolla güvenceye alınmaya çalışılan saltanatın korkularını haklı çıkaracak yaşanmışlıklar bulunuyor. Bunlardan biri ve en önemlisi de Haziran Direnişi. Yandaşları ve ulemasının kendisine verdiği desteğin sürmesi için Erdoğan tarafından “Gezi” bir gerekçe olarak dillendiriliyor. Aynı zamanda benzer bir direnişi şimdiden ezme amacıyla gündeme getiriliyor. Bu çerçevede bir nevi “psikolojik harp” yürütülüyor.
Son olarak Osman Kavala’nın yönetimindeki Anadolu Kültür AŞ üzerinden soruşturma başlatıldı ve yeni baskınlar yapıldı. Birçok öğretim görevlisi gözaltına alındı. Dernek başkanı tutuklandı. Polisin açıkladığı baskınların gerekçesinde Haziran Direnişi, çarpıtma ve dayanaksız iddialarla “yabancıların tezgahı” olarak sunuldu. Kavala’nın yargı süreci, siyasi kimliği bir tarafa, bu vesileyle milyonlarca insan asıl hesaplaşmanın Gezi/Haziran Direnişi’yle olduğunu bir kez daha görmüş oldu.
“Arap Baharı” sonrasına denk gelen Haziran Direnişi, toplumsal eylem olarak, sadece Türkiye değil dünyadaki mücadele tarihi açısından da önemli bir yerde durmaktadır. Böylesine kitlesel ölçekteki bir eylemin Türkiye’de Erdoğan dönemine denk gelmesinin nedenleri gayet açıktır. Bugün, arkasında önemli toplumsal ve siyasi gerekçeler bulunan böyle tarihsel bir eylemin sorumluluğunu, birlikte yol yürüyüp ülkeyi bir koalisyon olarak birlikte yönettikleri, izledikleri gerici politikalarla bu eyleme birlikte zemin hazırladıkları Gülen cemaatine yüklemeye çalışanlar büyük bir manipülasyon yapmaktadırlar. Zira bu eylem, onların beraber yürütücüsü oldukları, “hizmet” ettikleri bu sisteme karşıdır. Gezi, onların gericiliğine, yaymaya çalıştıkları karanlığa karşıdır. Direniş boyunca “destan” yazdırılan polislere emri veren zat da okyanus ötesinden değildir. Kaldı ki o destan yazıcılar, sonradan anlaşılmıştır ki, bugün adına “FETÖ” denilen şebekeye bağlıdırlar.
Haziran Direnişi’nin arkasında emperyalist merkezleri, onların istihbarat örgütlerini göstermeye çalışmaları da yürüttükleri “psikolojik harp” kapsamındadır. Sokaklara çıkan milyonlarca insan emperyalist politikalara olan tepkisini göstermekten de geri durmamıştır.
Oysa haftalarca süren, milyonlarca insanın katıldığı bu görkemli direnişi emperyalistlere bağlamaya çalışanların kendileri emperyalizme göbekten bağlıdırlar. Emperyalist efendilerinin bir dediğini iki etmemektedirler. Emperyalist merkezlere ve onların şeflerine hitaben “Ey…”le başlayan hitapların tercümesinde “evet efendimler” vardır. Bu gerçek, başta İsrail siyonizmi ile girilen kirli ilişkiler olmak üzere tüm kapitalist-emperyalist dünya için geçerlidir. Suudi hanedanı bile bu ülkede istediği şekilde, hem de saray rejiminin “Rabia” kardeşine karşı vahşice bir cinayet işleyebilmektedir.
Korkuları her depreştiğinde Gezi’yi hatırlayanların bu yaptıkları mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benzemektedir. Ancak icraatları korkularının gerçekleşmesi için fazlasıyla yeterlidir.