- Salgın süresince AKP-MHP koalisyonu işçi ve emekçilere, muhalif kesimlere yönelik saldırılarılarına hız kesmeden devam etti. Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinlerle esnek ve güvencesiz çalışmanın önü açıldı. Şimdi de kıdem tazminatının Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi adı altında gasp edilmesi gündemde. Salgın sürecinde HDP’li belediyelere kayyım atamaları devam etti. Milletvekillerinin vekillikleri düşürüldü. Barolara yönelik saldırı da böylesi bir süreçte gündeme geldi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle Barolara ne yapılmak istendiğini anlamak istiyorsak öncelikle işçilere yönelik hak gasplerını, halkın sırtındaki vergi yükünü, Kanal İstanbul başta olmak üzere çevrenin ve doğanın yağmalanması meselesini görmemiz ve anlamamız gerekiyor. Sömürgeci ve yağmacı kapitalizm talan ve korkunç bir sömürü cehenneminde tüm itiraz olanaklarını da yok etmek istiyor “haklı” olarak. Çünkü en küçük itiraz küçük bir kıvılcım gibidir.
Milliyetçi Cephe iktidarı Meclisi klasik bir noter düzeyine indirdi, Kürt belediyelerini kayyum atayarak, CHP belediyelerini kayyum vb. sopalarla susturdu. Onlarca gazeteci tutuklu iken basının hali ortada, avukatlar tutuklu, aydın ve sanatçılar sopa ve havuç, hapis veya rantı paylaşma tehdidi ile parçalandı, sesi kısıldı. Binlerce akademisyen ihraç edildi ve üniversiteler diploma dağıtım merkezine dönüştü. Kısacası toplumun tüm kolektif itiraz odakları etkisizleştirilmek isteniyor. Bu konuda önemli oranda yol da alındı. İşte o kolektif itiraz odaklarından biri de meslek örügtleri ve barolar... Sakarya, Ostim, Davutpaşa, Torunlar, Soma, Pamukova ve Çorlu gibi katliamlarda patronların ve kamu görevlilerinin sorumluluğunu “göremeyen”, aklayan bir TMMOB, salgında bakanlığın çarpıtlamalarına göz yuman ve halkın yanıltılmasına ortak olan bir Tabipler Birliği, sistematik işkenceye, kadın cinayetlerine, taciz ve tacavüzlere, çocuk istismarına kulaklarını tıkayan, bu davalarda görev almayan bir baro... En özlü haliyle böyle bakmak gerekir diye düşünüyorum.
- AKP-MHP koalisyonu barolara ve çeşitli meslek örgütlerine karşı başlattığı saldırıda ısrarcı. Hukukçular buna karşı eylemli tepkiler ortaya koydu, direnme kararlığı gösterildi. Siz ortaya konan iradeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yasal düzenleme sadece İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarını etkileyecek. Zaten sayı olarak da siyasi etki olarak da bu üç baro Türkiye’deki savunma siyasetinde önemli bir yere sahipler. Tabi Kürt illerindeki barolar da politik güç anlamında önemli bir konuma sahipler ancak sayıları itibariyle bu düzenlemeden etkilenmeyecekler.
Ortaklaşılan tek bir nokta var; baroların bölünmesine tüm barolar, hatta iktidarın desteklediği bir kısım hukuk örgütleri dahi karşı. Ancak bu karşıtlık farklı saiklerden besleniyor. Doğrudan iktidar yandaşı makul baro yaratılacağı için karşı çıkanlar da var, büyüksehirlerde devrimcilerin veya Kürt avukatların kendi barosunu kurma ihtimalini tehlikeli bulanlar da var. Bu ve birçok konudaki farklılık mücadeleyi de etkiliyor. Örneğin Baro Başkanlarının tamamı bu düzenlemeye karşı öyle ya da böyle mücadele ediyor, meclis önünde yerde yatıyor günlerce, ancak avukat kitlesinin etkili eylem yapmasından kaçınıyor. Örneğin Ankara Mitingine saatler kala İstanbul Barosu otobüs organizasyonunu iptal etti. Yaklaşık 45 bin avukata ve hukukçuya hitap eden bir baronun bu yaklaşımı bizi düşündürmeli. İstanbul Barosu’nun karşı çıkışı hep ayarında tutan yaklaşımı tehlikeli ve manidar. Bir takım siyasi odaklar baro yönetimine “aman kontrollü olalım” demiş olabilir, Devlet Bahçeli’nin açıktan yaptığı gibi Gezi tehdidi ile bir set çekilmiş olabilir, ancak şunu net söylemek gerekirse baro başkanlarının emektar direnişine sıkıştırılmış, kotrollü ve nazik eylem hattı bu düzenlemeyi durduramaz ve yukarıda anlatmaya çalıştığımız tehlikeler gerçekleşir... Halkın kolektif itiraz imkanlarında bir cephe daha düşmüş olur, ki bu çok önemli bir cephe...
- Barolara yönelik saldırı sizce nasıl püskürtülebilir?
Sırada TMMOB, TTB, sendikalar ve diğer meslek odaları ile demokratik kitle örgütleri olacak. Aslında meslek örgütleri birliği Barolarla ilgili düzenlemeye karşı ve çeşitli şekillerde itiraz ediyorlar. Ancak sorun şu ki barolar, özellikle İstanbul ve Ankara Barosu, değil diğer meslek örgütlerini ve sendikaları mücadeleye katmak avukatları dahi bu mücadeleleden uzak tutuyor. “Aman Gezici olmakla suçlanmayalım” korkusu kendi ayaklarına pranga olmuş durumda. Böyle bir saldırının nasıl püskürtüleceği çok açık, sokaklar Anayasal ve yasal olarak itirazın mekanlarıdır. Altını çizeyim, halkın haksızlıklar karşısındaki en etkili ve meşru itiraz alanı sokaklardır ve bu Anayasal bir haktır. CHP Genel Başkanı’nın “bizi sokağa çıkaramayacaklar, provakasyona gelmeyeceğiz” söylemindeki korkunç geriliği maalesef bazı barolar da taşıyorlar. Baro Başkanları hak bilincinin gücüyle kendileri sokakta emek harcamaktan geri durmuyorlar tabi, ancak kitlenin sokaları ısıtmasından korkuyoralar.
Yapılacak çok fazla bir şey yok; iktidar bir konuda başarılı oldu, sosyalist hareket onlarca parçaya bölünerek atomize edildi. Bu parçalanmanın sendikalarda olduğu gibi hukuk örgütlenmesinde de bir izdüşümü var; emin olun 3 hukukçuyu yakalayan kendi hukuk örgütlenmesini kuruyor. Bunun sebepleri ve sonuçları ayrı bir tartışmanın konusu tabii. Ancak bu tablo barolar ve yargı ile ilgili süreçlerde solu etkisiz-parçalı birer odak haline getiriyor. Bazen küçük bir konudaki tartışma dahi saatler alıyor ve bu durum harekete geçmeyi engelliyor. Hızla, aylara hatta haftalara hatta günlere dahi yaymadan bu parçalı tabloyu değiştirmek; baroları, avukat kitlesini hatta diğer meslek odaları, sendika ve DKÖ’leri harekete geçirmek gerekiyor.
Kızıl Bayrak / İstanbul