Düzen medyasının “özgür basın” riyakarlığı ve şarlatanlığı

Sermaye medyasının klik savaşlarında ayağına her basıldığında “özgür basın susturulamaz” feryatlarıyla ortalığı inletmesi şarlatanlıktan başka bir şey değildir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Aralık 2015
  • 09:19

Son günlerde basına dönük saldırılar giderek tırmandı ve tırmanmaya devam edecek görünüyor. Sermaye devleti ve dümen başındaki AKP hükümeti kirli icraatlarını gizleyebilmek adına her türlü sansür uygulamalarının mimarı olarak hareket ediyor. Üstelik bu saldırılar yurtsever-devrimci basınla sınırlı kalmayarak sermaye gruplarının-tekellerinin medya organlarına uzandı. AKP hükümeti sansürle yetinmeyerek milletvekili önderliğindeki faşist güruh ve beslemeleriyle burjuva basının dahi camını çerçevesini indirmekte, pusu atıp evinin önünde gazeteci dövdürmektedir. Burjuva medyanın patronlarından Aydın Doğan’ın “40 yıllık yayıncılık yaşamımda böyle bir dönem yaşamadım.” sözleri durumu özetler nitelikte.

Güncel olaylar ışığında gazeteciliğe bakıp neyin ne olduğunu genel bir çerçeve ile inceleyeceğimiz yazımıza yaptığımız yukarıdaki kısa girişin ardından gazetecilik-yayıncılık alanına dair sınıfsal pencereden yapacağımız vurgular, yazımızın yerli yerine oturmasını, anlaşılırlığını sağlayacaktır.

Gazetecilik faaliyeti her ne kadar tarihsel bir geçmişi olsa da esas olarak burjuva devrimler dönemiyle birlikte yaygınlaşmış bir faaliyettir. Basın-haber alma özgürlüğü de burjuvazinin tarihte “devrimci” rolünü oynadığı dönemde “sahiplendiği” bir ilke olmuştur. Bununla birlikte burjuvazi feodalizmi yıkıp yerine kendi sınıf iktidarını kurmaya başladığında kendi mülkiyet ilişkileri ve sınıfsal çıkarları gereği diğer bir çok alanda olduğu gibi basın-yayın alanında da gericileşmiştir. Velhasıl bugün basın özgürlüğü dünyanın dört bir yanında burjuvazi tarafından ihlal edilmektedir, “özgürlük”ten kastı ise kendi sefil çıkarlarına dokunmayan bir basın faaliyetidir. Bu noktada basın-yayın alanındaki tekelleşmeyi de akıldan uzak tutmamak gerekir. Zira büyük medya kuruluşları büyük burjuvazinin elindedir. Bu haliyle de burjuvazi için hem karlı bir alan hem de işçi sınıfı ve emekçileri yönetip yönlendirmenin ve manipüle edebilmenin bir aracıdır. Önemli bir güçtür burjuvazi açısından.

Bu genel doğruların ışığında Türkiye’de AKP hükümeti döneminde yaşanan sermayeler arası klik savaşlarına –rant kavgasına- baktığımızda (son örneği cemaat-AKP arasında yaşandı-yaşanıyor) yaşanan çatışmaların medya alanında yer yer kızıştığını gördük-görüyoruz. Yaşanan bu iç çatışmalarda kendi sefil çıkarlarının borazanlığını yapan gazete ve televizyonlara (düne kadar can ciğer kuzu sarması oldukları) baskınlar yapmakta, gazete yazarlarını, yayın yönetmenlerini “terör örgütü yöneticiliği-üyeliği” iddiasıyla hapse tıkmaktalar. Aslında tüm bunlarda şaşılacak bir yan yok. Memlekette basın özgürlüğü ezelden beri ayaklar altında zaten. Zira bu ülkede Kürt basını ve devrimci-sosyalist basın katliam da dahil her türlü vahşetle karşı karşıya kaldı ve bu alçakça saldırılar hala da devam ediyor. Kürt gazetecilerinin sokak ortasında infaz edilmesi (1 yıl önce Azadiya Welat dağıtımcısı Kadri Bağdu kurşunlanarak katledilmişti) bir devlet geleneğidir. Kürt halkının sesi soluğu olan gazete-ajans büroları basılıp talan edilirken hep bir ağızdan “terör” edebiyatına sarılanlar kendi içlerinde rant kavgasında ise “özgür basına saldırıyorlar” ikiyüzlülüğüyle mağduru oynuyorlar. Daha düne kadar Kürt halkı başta olmak üzere ezilenlerin, işçi sınıfı ve emekçilerin sesi olan muhalif gazetelere koro halinde “terörist” muamelesi yapanlar ne zaman ki kendi içlerinde kavgaya tutuştular mağlup olan -içeri tıkılan- taraflar en bayağısından “özgür basın susturulamaz” sahtekarlığına soyundular. Biz bu filmi ulusalcılara dönük (Ergenekon, Balyoz vb.) tasfiye operasyonları döneminde izlemiştik. Aynı film 17-25 Aralık operasyonları sonrasında altta kalan cemaat medyası tarafından en pespaye şekilde bir kez daha vizyona sokuldu. Şimdilerdeyse aynı film Doğan Medya tarafından yeniden gösterime giriyor. Hürriyet’in camının çerçevesinin indirildiği saldırıların ve Ahmet Hakan’ın evinin önünde AKP’nin beslemeleri-tetikçileri tarafından dövülmesinin ardından ortalığı bir kez daha “özgür basın susturulamaz” hezeyanları aldı.

Dünden bugüne düzen medyasının “özgür basın” riyakarlığının ne olduğunu anlayabilmek için gerçekte bu topraklarda yaratılan özgür basın geleneğini ve ödenen bedelleri unutmamak gerekir. Ancak böylece at izini it izine karıştırmadan gerçekliği görebilmemiz mümkün olacaktır. Öncelikle belirtmek ve hakkını teslim etmek gerekir ki özgür basın geleneği bu topraklarda kan ve can bedeli pahasına Kürt hareketi ve Türkiye devrimci hareketi tarafından yaratılmış, bu noktada ağır bedeller ödemiştir. Kürt düşmanlığı özellikle ‘90’lı yıllarda yürütülen kirli savaş eşliğinde Kürt halkının sesi soluğu olan yurtsever gazetelere yönelmiş, Ape Musa’da simgeleşen kurşunlanarak katledilen yazarlar ile kanlı bedeller ödenmiş, gazete büroları bombalanmış, dağıtımcıları kaçırılmış, işkencelerden geçirilmiş ve sokak ortasında ensesine sıkılan kurşunlarla alçakça katledilmiştir özgür basın emekçileri. Gerçekleri inatla yazdığı ve halka ulaştırdığı, devletin tüm baskılarına rağmen çizgisinden ödün vermeyerek geçmişten bugüne bir değerler sistemi yaratıp harcının basın emekçilerinin kanıyla, teriyle sulandığı bir gelenektir özgür basın geleneği. Türkiye devrimci hareketi de benzer bir pratik sergilemiş, ‘90’lı yıllardan günümüze çalışanları işkencelerden geçirilmiş, tutuklanmış, katledilmiş, kapatma-toplatmalarla sindirilmeye, yok edilmeye çalışılmıştır. Açık alan çalışmasının önemli bir ayağı olan devrimci yayın faaliyeti yasalara-düzene icazetle değil ağır bedeller ödenerek geleceğe bir miras olarak bırakılmıştır. İşin özü öyle kolayından ağza alınacak bir söz değildir, herkesin omuzlayamayacağı bir yük ve herkesin giyemeyeceği ateşten bir gömlektir “özgür basın” sıfatıyla gazetecilik yapmak.

Düzen medyasının ne kadar özgür olduğunu anlamak için Kürt hareketine yaklaşımına bakmak yeterlidir. Hala da AKP-saray baskılarını bir nebze olsun hafifletmek adına Kürt düşmanlığı korosuna katılmanın özgür basın ile bağdaşması mümkün mü? Bu anlamda düzen medyasına faşist medya demek daha yararlı olacaktır. Zira liberalinden muhafazakarına, sosyal-demokratına kadar düzen medyasının buluştuğu ortak payda Kürt halkına düşmanlıktır. Kullandıkları dil ve üslup yer yer değişse de konumları aynıdır. Doğan Grubu kendilerine dönük saldırılara karşı burjuva anlamda basın özgürlüğünü savunmak yerine düzen kulvarında aynı yerde olduklarını ve “terör”ü desteklemediklerini ispatlamak için örneğin; Şırnak’ta katledilen ve cenazesi polis aracına bağlanarak sürüklenen Hacı Lokman Birlik ile ilgili haberleri verirken dahi ısrarla “teröristin cenazesi” vurgusu yapıyor. Ezilen, yok sayılan, çoluk çocuk demeden katledilen, imha, inkar, asimilasyon dayatılan mazlum bir halkı “terörist” olarak yaftalayan düzen medyasının tamamı aynı bütünün parçasıdır özünde. Keza yurtsever/devrimci gazetecilere dönük açılan davalarda düzen medyasının ortak kanaati “bunların gazeteci olmadığı” terörist olduğudur. Tüm bunlar ışığında sermaye medyasının klik savaşlarında ayağına her basıldığında “özgür basın susturulamaz” feryatlarıyla ortalığı inletmesi şarlatanlıktan başka bir şey değildir.

Polisin Amed’in (Diyarbakır) Farqin (Silvan) ilçesinde güpegündüz sokak ortasında DİHA muhabiri ve Özgür Gün TV kameramanını ölümle tehdit etmesi üstelik kameramanın kafasına silah dayaması düzenin “özgür medyası” tarafından ne kadar görüldü?

Sokağa çıkma yasağı ilan edilip günlerce halkın üzerine kurşun yağdırılırken gerçekleştir(e)mediğiniz “özgür gazeteciliğinizi” ayağınıza basıldığında, zorbalar kapınıza dayandığında mı hatırlıyorsunuz?

Öte yandan işçi sınıfı ve emekçilerin grevlerini, eylemlerini ve fabrika işgallerini görmezden gelmek ya da görmezden gelinemeyecek ölçüde büyümesi (TEKEL direnişi, Metal Fırtınası vb.) durumunda haber değeri görmek ve mutlaka işçilerin içinde “provokatör” olduğu safsatasıyla karalamak düzenin “özgür basın”ının dünden bugüne geleneğidir. Elbette bu durumu bir bakıma olağan karşılıyoruz, zira söz konusu olan sermayenin çeşitli gruplarına-holdinglerine ait medya kuruluşlarıdır ve aynı aşağılık sömürü düzeninin organik bir parçası ve “bu devran böyle sürsün palazlanalım”ın yılmaz savunucusudurlar. Sermaye medyası sınıfsal açıdan işçi sınıfı ve emekçilerin karşısındaki kamptadır ve elbet, er ya da geç tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır, parçası olduğu kapitalist sömürü düzeniyle birlikte.

Sermaye medyasının işçi sınıfı-emekçilerin ve Kürt halkının meşru mücadelesine ilişkin lehimizde bir tutum almasını beklemiyoruz elbet, zira bu, eşyanın tabiatına aykırı olur. Buradaki amacımız burjuvazinin ve kapitalist ilişkilerin meşrulaştırılmasından ve düzenin devamını sağlamaktan öte anlamı ve önemi olmayan düzen medyasını teşhir etmek, güncel gelişmelerle birlikte ipliğini pazara çıkarmak ve ait olduğu kapitalist düzenin lağım sularında yüzdüğünü ifşa etmektir. “Özgür basın” şarlatanlığı ise arsızlığın, yüzsüzlüğün doruk noktası olabilir ancak.

Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nden
TKİP Dava Tutsağı Özgür Karagöl
7 Ekim 2015

İLİŞKİLİ HABERLER