5 Kasım 2020’de Almanya’nın Leipzig kentinde anti-faşist Lina E. sabahın erken saatlerinde Alman terörle mücadele şubesi tarafından evinden gözaltına alındı ve tam olarak bir yıl gözaltında tutuldu. Lina E. ile yoldaşları “Nazilere karşı bir direniş örgütü kurup harekete geçmekle” suçlanıyor. Aralık 2019’un sonunda Lina E. ve iki arkadaşının “Knockout 51” suç örgütünün önde gelen bir üyesine saldırdığı söyleniyor. Yasal olarak bu bir “yaralama davası” olarak bölge mahkemesinde görülecek türden bir olaydır. Fakat Federal Savcılık soruşturmayı bölge savcılığından devralıp davayı “terörle mücadele” davası çerçevesinde ele alıp anti-faşist harekete saldırıyı meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullandı.
Lina E., tutuklanmasından bu yana medya üzerinden Alman devleti ve yetkililer tarafından da körüklenen, açıkça cinsiyetçi nitelikler taşıyan bir nefret kampanyasının hedefi haline getirildi. Hem Lina E.’nin gözaltına alınma şekli, (terörle mücadele polisleri tarafından elleri kelepçeli özel bir askeri helikopterle evinden alınmıştı) hem uzun süreli tutukluluğu, bir yandan ilgili kişiyi yıpratmak, diğer yandan tüm anti-faşist hareketi sindirmek ve kamuoyunda Nazilere karşı verilen mücadeleyi karalamak için sistemli bir şekilde kullanıldı. Eylül 2021’den bu yana, Lina E. ve diğer üç anti-faşist aleyhinde açılan dava, Dresden Yüksek Bölge Mahkemesi’nde devam ediyordu.
Bir buçuk yıllık dava istemsizce “savcılık” kürsüsünde neredeyse 100 gün sürdü. Dava süreci sonunda bir yandan yargıçların “tatil yapması” veya sürece dahil olanların “hastalığı” nedeniyle, diğer yandan sözde “kilit tanığın” beş aydır sorgulanması nedeniyle duruşmalar defalarca iptal edildi ve dolayısıyla süreç bilinçli bir şekilde uzatıldı. Ayrıca Lina E.’nin adresinin belli olması, kronik hastalığından dolayı tedavi altında olduğu ve yurtdışına çıkma durumunun olmadığının belirlemesi üzerine bölge mahkemesi tarafından tutuklama kararının askıya alınmasına rağmen gözaltında tutulması, devletin bu davayı nasıl ve hangi şartlar altında yürüteceğinin sinyallerini vermişti.
Geçen hafta görülen anti-faşist Lina E. ve üç sanık aleyhindeki davada, Dresden'deki Saksonya Yüksek Bölge Mahkemesi “suç örgütü” üyeliğinden, Alman Ceza Kanunu’nun 129. maddesi uyarınca Lina E.’yi beş yıl üç ay, diğer sanıkları ise iki yıl beş ay ile üç yıl üç ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırdı. Anti-faşist otonom grupların ve savunma avukatlarının yaptıkları açıklamalarda, “başından beri Senato’nun, 129. Madde’nin basitleştirilmiş uygulaması için bir emsal oluşturmak çabasına girdiği, mahkemenin elinde yalnızca ikinci dereceden delillerin olması, Neonazilerin ve ‘kilit tanık’ olarak gösterilen Domhöver’in ifadelerinin açıkça inandırıcı bulunmamasına rağmen mahkeme kararı varsayımlar üzerine alınmıştır” ifadeleri kullanıldı.
Mahkeme sırasında ve kararın açıklanmasından sonra anti-faşist birçok kişi ve kuruluş hem dava sanıklarına destek vermek hem karara tepki göstermek için eylem kararı aldı. Önce mahkeme salonunda Lina. E. ve arkadaşlarıyla büyük bir dayanışma sergilendi ve sonrasında bu dayanışma sokaklara taşındı. Birçok şehirde eylemler düzenlendi. Kararın ve sürecin tamamen kurmaca olduğunu bilen Alman devleti bu gösteri ve dayanışma eylemlerini ilk andan itibaren terörize ederek gösteri yasası çerçevesinde toplanma hakkını yasakladı. Anti-faşist kurum ve kuruluşlar ise tüm baskı ve yasaklamalara rağmen “Birleştik ayaktayız! / Otonom anti-faşizmi her şeye rağmen savunun!” sloganı altında “X Günü”ndeki miting için ülke çapında seferberlik çağrısı yaptı. 3 Haziran günü yapılan eyleme yüzlerce kişi katıldı. Eylemciler ilk andan itibaren polisin azgınca saldırısına maruz kaldı. On bir saat süren polis ablukasında birçok eylemci gözaltına alındı.
NSU davalarını “Dönerci Cinayetleri” diye yıllarca kapatmaya çalışan, dava sürecini her fırsatta sekteye uğratan, dava dosyalarını katledilenlerin ailelerine bile göstermeyip “gizlilik” adı altında yüz yıl kilit altına tutup sümenaltı etmeye çalışan Alman sermaye devleti, Neonazilerden yana olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bu davayla hem kendi içindeki çürümüş düzeni kapatmaya hem anti-faşist mücadeleyi zayıflatmaya çalışıyor. Buna rağmen yalancı ve kurmaca adaletine toplumun kayıtsız-şartsız güvenebileceğini var sayıyor. Oysa bu davaya bakanların, anti-faşistlere saldıran bu “adalet” sisteminin Neonazileri koruduğunu görmeleri hiç de zor değil.