Şu günlerde Türkiye gündeminde Adnan Oktar denilen anti-komünist, gerici ve aynı şekilde yoz zat ve onun tarikatına yönelik yapılan operasyon önemli bir yer tutuyor. Çürümüş burjuva düzenin bu çürümüş unsuruna yönelik operasyonun bile medyatik olması şaşırtıcı değil. Her ne kadar kendisini kadın bedenini bir meta olarak sunan “kedicikler” üzerinden popüler hale getirmiş olsa da hem bu düzenle hem de AKP ile kurduğu ilişkileri daha derinlere dayanıyor. Tıpkı diğer gerici, yoz, karanlık odaklar gibi… Aslında bu operasyonun böylesine medyatik hale getirilmesinin asıl amacı da bu gerçeğin tartışılmasının önüne geçilmesi, üzerinin örtülmesidir.
Türkiye’de hüküm süren sermaye düzeninin dinci-faşist çetelerle, cemaat ve tarikatlarla olan ilişkisi dünden bugüne sayısız örnek üzerinden biliniyor. Bu türden yapılar burjuvazi ve onun devleti tarafından toplumu uyuşturmak ve denetim altında tutmak için yıllardır desteklenip kullanılıyor.
Öte yandan gerici çete ve cemaatler rant paylaşımı söz konusu olduğunda çıkar çatışması üzerinden kolaylıkla karşı karşıya gelebiliyorlar. Tıpkı iktidar yolunda “beraber” yürüdükleri Gülen cemaati ve onun çeteleşmiş yapısıyla olan çıkar hesaplaşması gibi... Bunun son örneği Erdoğan yönetiminin Adnan Oktar denilen anti-komünist zatın çetesine dönük devreye soktuğu operasyon oldu. Operasyon sonucu Oktar’ın tüm mal varlığına el konulurken, yıllardır sermaye düzeni üzerinden elde ettiği zenginlikler de toplum nezdinde teşhir edildi. Kabarık suç dosyasının bir kısmı da medyaya sızdırıldı.
Muhtemelen benzerleriyle karşılaşmaya devam edeceğiz. Gerek toplum nezdinde teşhir olmuş, gerekse “reis” ile çıkar ortaklığı sona ermiş başka tarikat ve cemaatlerin sırada olması şaşırtıcı olmaz. Hatırlanırsa kısa bir süre önce de Furkan Vakfı’na yönelik tutuklamalar yaşanmıştı. Doksanlı yılların kontra çetesi olan Hizbullah’a yönelik devlet tarafından gerçekleştirilen infaz operasyonları hala hafızalarda yerini koruyor. Bu yüzden daha kimlerin defterinin dürüleceğini zaman gösterecek. Diğer taraftan toplumun önemli bir kesimi de zaten gözlemleri ve sezgileriyle bu yaşananların bir “aydınlanma hareketi” olmadığının fazlasıyla bilincinde. Yapılmaya çalışılan, AKP için bir yol temizliği olduğu kadar, sermaye devletinin kendisi için de en fazlasından bir nevi bağırsak temizliğidir.
Sermaye düzeni ve gerici örgütlenmeler
Tüm bu yaşananlardan en doğru sonuçları çıkarmak için tarikat, cemaat vs. odakların bu düzende nasıl bir yer tuttuğuna bakmak gerekiyor. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte “halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması” vb. adımlar önemli olsa da aslında bu gerçek anlamda laisizme yönelik bir adım değildir. Zira dinsel gericiliğin toplumsal zemini korunmuş, hatta örneğin Kürt halkının ulusal istemlerini bastırabilmek, gerektiğinde kontrol altında tutabilmek adına gerici-feodal anlayışa, onun kültürel yaşama etkisine imkân sağlanmıştır. İstiklal Mahkemeleri’nde idam sehpalarıyla tasfiye edilenlerin yerini devletin bekasını savunan başka gerici akımlar ve aşiretler almıştır. Sonrasında bu gibi dini anlayışlar çeşitli kamplara bölünseler ve kimileri Türk-İslam sentezi olarak kendilerini ifade etseler de bir ‘şer cephesi’ olarak emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından korunmuş, kollanmış, silahlandırılmış, devlet içinde önemli mevkilere getirilmiştir. İhtiyaç duyulduğunda da kontrgerilla faaliyetleri için çeşitli görevler verilmiştir.
Bugünün “FETÖ”sü ile dün Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde kimlerin yan yana düştüğü, kimlerin sömürüsüz bir dünyayı, emperyalizme karşı bağımsız bir ülkeyi savunanlara karşı Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) saflarında birlikte kan döktüğünü tarih yazmıştır. Tümü aynı hamurdan emperyalizm tarafından yoğrulmuştur. Hepsi ABD emperyalizminin “Yeşil Kuşak” çocuklarıdır. Büyüdüklerinde ise “Ilımlı İslam” aktörü olmuşlardır. Esası itibariyle bu düzenek hiç değişmemiştir. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından dinsel gericiliği yaymak için her türlü fırsat ve imkân daha fazla devreye sokulmuştur. Nakşibendî Tarikatı ve Özal ilişkisi, Demirel ve Ecevit’in tarikatlarla olan uyumu fazlasıyla bilinmektedir. Gülen Cemaati de bunlardan biridir. Geçmişleri kirli ve kanlıdır. Tümünün ortak paydası kapitalist-emperyalist sisteme olan bağlılıklarıdır. İsrail siyonizmi de bağlı oldukları suç şebekelerinden biridir. Ancak bağlılıklarını sadece pratikleriyle değil, “ilim” adı altında yaydıkları gerici “düşünce” zehriyle de göstermeye gayret etmişlerdir. Faaliyetleri, yoksulların zihin dünyasını ele geçirmek için birer “sızıntı”dan ibarettir. Onların kalemlerinin mürekkebi emperyalizmin ideolojik bataklığıdır. Harun Yahya mahlasıyla kapitalist dünyanın bekası için bilimsel sosyalizme, komünist dünya görüşüne, evrim teorisine saldıran Adnan Oktar’ın elde ettiği güç birikimi bu yüzden tesadüf değildir.
Dün ve bugün olduğu gibi, yarın da hangi karanlık yoz ve yobaz kafa bu ittifakın dışına atılır, kimler çıkar ortaklığından def edilir bilinmez. Ancak bilinen ve değişmeyecek olan yegâne gerçek şudur ki, birbirlerinden ayrı düşseler de insanlığın ilerici değerlerine karşı gericilik temelinde her zaman politik-ideolojik bir ittifak halinde olacaklardır. Beraberlikleri daim olacaktır.
İnsanlığı, tabiatı, dünyamızı kurtarmak zorunda olduğumuz bu kapitalist-emperyalist sistem, deyim yerindeyse “şeytanla bile” ittifak yapma kabiliyetine sahiptir. Aynı şekilde bu sistem içinde vaktiyle birbirlerine “istediklerini verenler” ihtiyaç kalmadığında birbirlerinin “in”lerine girmektedirler. Yaşadığımız ülkedeki gerici anlayış bu yetenekleri cetlerinden almıştır. Saltanatın sıkıntısız günlerinde birbirlerine şerbet kadehleri uzatan padişah namzetleri sonrasında aynı kadehlere doldurdukları zehirle birbirlerini öldürmüşlerdir.
Aydınlık günler bu karanlığın bağrından doğacaktır!
Ortaçağ karanlığından açılmış bir zaman tünelinden dünyaya karanlık ve zulüm yayan gericiler çıkmaya devam etmektedir. Gerçekte bilimsel her türlü gelişmeye düşman olanlar kapitalist-emperyalist dünyanın elindeki son derece modern ölüm makineleriyle vahşi kıyımlar gerçekleştirmektedirler. Aynı şekilde modern dünyanın imkânlarını emekçilere “günah” sayanlar jetskisindeki Cübbeli Ahmet gibi şatafat içinde yaşamaktadırlar. Sömürünün olduğu bu kölelik düzenini işçi ve emekçilere “kader” diye kabullendirmeye çalışanlar, “öbür dünyadan” umut tacirliği yapmakta, ancak kendileri bu “fani” dünyada zevk-i sefa içinde yaşamakta, her türlü sermaye yatırımını bu tarafta yapmaktadırlar. Çeşitli dini kılıflarla kadın bedenini metalaştırmakta, kendilerini kadınların efendisi olarak görmekte, hatta ulu orta şer-i kuralları uygulayabileceklerini sanmaktadırlar. İşte bu sapkınlar sürüsü, çocuk, kadın, hayvan tecavüzcüsü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilimin insanlığın lehine olan her türlü ilerlemesinin karşısında durmaktadırlar. Bilimsel ilerleyiş ve teknoloji kendi saltanatlarına, düzenlerine yaradığı sürece “modern” bir maske takmaktadırlar. Onların yol diye gösterdiği “tarikatlar” sömürüsüz, kardeşçe yaşanılacak bir dünyanın rotası değildir.
Lakin insanlığın ilerici değerleri; eşitlik temelinde, insanın insan üzerindeki sömürüsü olmaksızın daha güzel bir yaşamın filizleri yeşermeye devam etmektedir. Ne karanlık, yoz, sapkın fikirler ne de kapitalist-emperyalist bataklık yeşeren bu filizleri çürütebilir. Aydınlık günler bu karanlığın bağrından doğacaktır.