Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmezdir!

Nurhak’ta gerçekleştirilen katliamın ve Hüseyin Cevahir’in katledilmesinin ardından 50 yıl geçti. Yarım asır boyunca sermaye devletinin baskı, şiddet, katliam ve yasakları dur durak bilmeden devam etti. Ancak bu 50 yıl boyunca yeni Sinan’lar, Cevahir’ler, Kadir’ler, Alpaslan’lar, Deniz’ler ve daha nice yiğit devrimciler doğmaya, tekrar tekrar zulmün karşısına dikilmeye devam ettiler.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Haziran 2021
  • 08:20

1960’lı yıllar tüm dünyada devrimci dalganın yükseldiği, toplumsal kalkışmaların yaşandığı bir dönemdi. Emperyalistlerin kirli savaşları karşısında dünyanın dört bir yanında halkların kardeşliğini haykıran sesler yankılanıyordu. Türkiye toprakları da bu gelişmenin sahnelerinden biriydi.

Altmışların sonuna doğru devrimci öğrenci hareketi öne çıkmış, toplumsal hareketlilik ivme kazanmıştı. Dönemin reformist-parlamenterist akımları düzen ile zıtlaşmanın keskinleştiği koşullarda kitlelerin arayışlarına yanıt veremiyorlardı. Devrimci gençliğin dinamizmi, FKF’nin bağrından adeta gençliğin partisi haline gelen Dev-Genç’i, Dev-Genç’in bağrından ise ‘71 devrimci çıkışını doğurdu. O yıllarda “Düzene karşı devrim!” bayrağını yükselten, düzeni tüm kurumları ile doğrudan karşısına alan THKO, THKP-C ve TKP/ML’nin kuruluşları ilan edildi. Böylelikle bu topraklarda reformizm karşısında devrim bayrağı dalgalanmaya başladı. Yükselen toplumsal hareketlilikten, devrimci dalgadan korkan sermaye devleti, 12 Mart 1971’de askeri faşist darbeyi hayata geçirdi. Ülke genelinde devrimci avı başlatıldı. Tutuklamalar, katliamlar, işkenceler ve faili meçhuller birbirini izledi. 

“Öldü Sinan doğdu Sinan omuzladı silahını”

Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga... Üçü de eğitimlerine devam edip kurulu düzen içerisinde yaşam sürmeyi tercih etselerdi, bu düzen sınırlarında “refah” içerisinde yaşayabilecek olanaklara sahiplerdi. Ama onlar düzen ile hesaplaşıp bir tercih yaptılar. İnsanın insan gibi yaşayabileceği bir dünya için, düzeni alaşağı etme hedefini önlerine koydular ve yeni bir dünya var etmenin peşine düştüler. Üçü de Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kuruluş çalışmalarını yürüttü. 12 Mart darbesinin hemen ardından ise mücadelelerine bir an olsun ara vermeden, ağır baskı koşullarına göğüs gererek yollarına devam ettiler. Ankara’yı terk edip Elbistan civarındaki Nurhak Dağı’nda THKO’nun gerilla kampını kurdular. Dağlarda eğitim çalışmaları yaptılar, eylem planlarını oluşturdular.

Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği, Kürecik Radar Üssü’nü basmak için harekete geçti. Adıyaman’ın İnekli köyünde bir hainin ihbarı sonucu bulundukları bölge kuşatıldı. Birlik yedi kişiden oluşuyordu. Çatışmada Mustafa Yalçıner ağır yaralandı, Hacı Tonak ele geçirildi. Metin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan kuşatmadan kaçmayı başardılar. Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga ise oracıkta ölümsüzler kervanına yazdırdılar isimlerini. 

Devrim mücadelesinin Cevahir’i

Nurhak katliamının gerçekleştiği aynı yıl içerisinde faşist devlet bir yiğit devrimciyi daha koparıp almıştı saflardan. O yiğit, Hüseyin Cevahir’di. ‘71 devrimci çıkışı ile ilan edilen Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin neferlerinden biriydi Cevahir. O da partisinin kuruluşunda büyük emekler vermişti. Şanlı devrimci tarihimizde siper yoldaşlığına bir örnek olarak devrimci tutsakların serbest bırakılması için, binlerce insanın katledilmesinde rol oynayan İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması ve cezalandırılması eyleminde yerini almıştı.

Darbecilerin devrimci avı başlattığı günlerden yaklaşık 2 ay sonra, 29 Mayıs 1971 tarihinde İstanbul Maltepe’de bir evde konuşlanan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in etrafı katiller sürüsü tarafından sarıldı. Katiller, 3 gün yaklaşamadılar direniş mevziisine dönüşen o eve. 1 Haziran’da çıkan çatışmada ise Hüseyin Cevahir ölümsüzleşirken, Mahir Çayan yaralı bir şekilde gözaltına alındı. Hüseyin Cevahir’in vücuduna 25 kurşunun isabet ettiği saptandı.

“Dökülen kan yerde kalmaz, soracağız hesabını”

Nurhak’ta gerçekleştirilen katliamın ve Hüseyin Cevahir’in katledilmesinin ardından 50 yıl geçti. Yarım asır boyunca sermaye devletinin baskı, şiddet, katliam ve yasakları dur durak bilmeden devam etti. Ancak bu 50 yıl boyunca yeni Sinan’lar, Cevahir’ler, Kadir’ler, Alpaslan’lar, Deniz’ler ve daha nice yiğit devrimciler doğmaya, tekrar tekrar zulmün karşısına dikilmeye devam ettiler.

Halihazırda sermaye devleti ekonomik ve sosyal krizlerin pençesinde kıvranıyor. Mafyalarla-çetelerle örülü pis ilişkiler ağına dönüşmüş bulunuyor. Sermaye iktidarı bizzat kendisi mafyanın tepesi olarak lağım çukurunun ortasında yer alıyor. Biz komünistler şanlı devrimci tarihimden devraldığımız geleneğe bağlı kalacak, her yerinden pislik saçan sermaye düzenini ve devletini devrimle alaşağı edip, tarihin çöplüğüne göndereceğiz. Devrim davası uğruna yitirdiğimiz her yiğit devrimciye sözümüz, devrim olacak. Onlardan devraldığımız kızıl bayrağımızı, devrimci dayanışmayı, siper yoldaşlığını, düzen ile uzlaşmaz çatışmamızı politik ve pratik anlamda daha da yükselttik, yükseltmeye de devam edeceğiz!

M. Nevra