İzleyenler olmuştur. Orijinal adı “In Time” olan, Türkiye'de “Zamana Karşı” olarak gösterilen bir film. Kapitalizmin işleyişine, sistemin insanların hayatlarını elinden alışına, burjuva eleştirel sınırlarda bir eleştiri ve yarı anarşizan yarı ütopik ama her koşulda küçük burjuva devrimciliğinin bir yansıması olan bir başkaldırı filmi. Bütün gün çalışmanın karşılığının ancak ve ancak hayatta kalmak olduğu, hayatta kalmak için çalışmaktan başka bir yolun olmadığı, insanların sınıfsal konumlarına göre gettolara ayrıldığı bir dünya. Tam da bizim dünyamızdan bahsetmiyor mu aslında?
Ve filmde herkes 25 yaşında. 25 yaşına kadar yaşlanıyorlar ve kaç yaşında olurlarsa olsunlar 25 yaşında kalıyorlar. Burjuvalar, çalışmadan başkalarının sırtından geçinerek yaşayanlar için zaman sınırsız. Kendi emeğiyle yaşamaya çalışanlar içinse zaman sınırlı. Yaşama zamanı kazanmak için sürekli çalışmak zorundalar. Hastalık yok. 'Ecel'iyle ölüm yok. Bir manada 'ölümsüzlük' var. Burjuvazi ölüme çare bulmuş. Ancak herkes için değil. Herkesin saati işliyor kollarının üstünde. Geri sayım. 3-2-1-0... Ve ölüm. Zamanın bitmesin istiyorsan ya çalışacaksın ya çalacaksın. Saatler emek-zamanına ayarlı. Başkasının zamanını çalanlar yüzlerce yıl yaşıyorlar. Kendi zamanını kendisi çalışarak kazanmaya çalışanlarsa gün geliyor ölüyor. Başkaldıranlarsa elbette ki öldürülüyor. Ve zamanının geriye doğru işlemesiyle daha net farkına varıyorsun sistemin işleyişininin. Ve çanlar bizlerin emek zamanlarını çalanlar için çalmaya başlıyor. 25 yaşında başkaldırmak o kadar doğal ki artık...
Ve bugün 19 Şubat. 44 yıl önce bugün. 25 yaşında bir devrimci. Adı Ulaş. Ulaş Bardakçı. THKP'nin Mahir'le beraber öncülerinden. Ve yaşı 25. Belki filmdeki gibi değil ama bizler için ölümsüz bir devrimci, diğer devrimciler gibi. Ne kendisinin ne de başkalarının emek-zamanları çalınsın, bir avuç asalak el koymasın diye başkaldıranlardan. Hastalık yok, eceliyle ölüm yok. Ölümsüzlük var Ulaş'ın adıyla anılacak. Ölümsüzlük var Ulaş'ın ve yoldaşlarının mücadelesi için. Başka bir film: “V for Vendetta”. Guy Fawkes maskesi takmış bir anarşist: "Bu maskenin ardında etten fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var, ve fikirlere kurşun işlemez!" diyor. Ve bizler için bugün Ulaş'ın maskesini takma zamanı. Yani Ulaş'ın bizlere bıraktığı devrimci mirasa sahip çıkma zamanı. Ulaş sabaha karşı bulunduğu eve baskına gelen düzene, teslim olmaktansa ona karşı direnişi seçen ve düzenin karşısında dimdik dururken “etten fazlası” olduğunu ortaya koymuş bir devrimci.
25 yaşında “Ulaş benzerdi güneşe”. 25 yaşında ve ölümsüz. Ardından türküler yakılacak, elindeki mavzer türküye benzetilecek bir devrimci. Ve herkes bilir ki ezilenlerin türküleri de ölümsüzdür. Ne de olsa “bir halkın türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlü.” Ve Ulaş bir halkın türküsüdür, onun yapıcısıdır ve karşısında yasaların bir hükmü yoktur. O yasalar, yıkılmaya mahkum düzenlerine aittir ve düzenleriyle beraber tarihin çöplüğüne gönderileceği günü beklemektedir.
Ve o yasalar bugün Suruç'ta, Ankara'da, Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de halka karşıdır. Yasal mermisiyle, yasal bombasıyla ölüm kol gezmektedir. Değil 25, 10 yaşında, belki de daha da küçük... Başkaldırmamak doğal karşılanmamalıdır artık.
Ve o yasaların koyduğu sınırları geçmeye çalışırken milyonlarca insan ölüyor. Hem de sadece yaşamak istedikleri için. Değil 25'inde, 10'unda... yaşını bile doldurmamışken ölüyor insanlar...
Ve o yasalar Cizre'de bir bodrum katında 100'ün üzerinde insanı açlıkla, susuzlukla, bilimum kitle imha silahıyla katlederken, Bodrum'da kıyılara boğularak ölen çocukların cesetleri vuruyor. Ve öyle bir vurdumduymazlık ki yine aynı Bodrum'da zevk-i sefa sürüyor birileri milyonların kanı üzerinden.
Ve o yasalar milyonlara açlığı dayatıyor. Sefalet ücretleri, kölelik koşulları dayatılıyor. Kolumuzda geri sayım yapan bir saat yok belki ama bütün bir yaşamı, bütün bir ömrü birileri zevk-i sefa içinde yaşasın diye geçiyor milyonların. Ve esasında bir gün bile kendi için yaşamıyor, yaşayamıyor milyonlar... Ta ki kendisi için, geleceği için nefes alıp vermeye başlayana kadar. Bizleri nesneleştiren dünyaya karşı tarihin öznesi olduğumuzu haykırana, başkaldırana kadar yaşamış sayılır mıyız sizce?
Ancak ayak takımı dediğiniz bizler, işçiler, bölük bölük, fabrika fabrika ayağa kalkıyoruz. Çok uzaklara bakma, Greif'te 60 gün fabrika işgaliyle nefes alıp verdik. Gerçekten yaşadı 600 işçi. Metal Fırtınası'nda binler olduk, öyle bir nefes çektik ki ciğerlerimize, soluğumuz tükenmedi. Zira soluğu tükenmeyecek olan tek sınıf değil miyiz?
Ve tekrar hatırla 25 yaşında ölümsüzleşen Ulaş'ı. Onun sesi, devrim çağrısı 'Ulaş'ır mı sana?
R. U. Kurşun