Deprem değil seri katil kapitalizm öldürüyor

17 Ağustos depreminin üzerinden 19 yıl geçti. 19 yılda “önlem” adı altında “kentsel dönüşüm” başlıklı rant projeleri gerçekleşti ve öldürmeye devam ediyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Ağustos 2018
  • 09:54

Yaklaşık 40 bin kişinin öldüğü düşünülürken devletin ölü sayısını 20 bin olarak açıkladığı 17 Ağustos Marmara depreminin üzerinden 19 yıl geçti. Deprem sırasında can kayıplarının asıl faili olan kapitalistler, yaşanan acıyı bile ranta çevirdiler. AKP iktidarı döneminde fazlasıyla artan “kentsel dönüşüm” projeleri ortaya çıktı.

“Kentsel dönüşüm” projelerinin esası sağlam, depreme dayanıklı konutlar yapmak değil, projeyi gerçekleştiren sermayeye (AKP döneminde bu TOKİ’de birleşti) rant kazandırmak. Sermayeye rant kazandıran projeler esas olan. Sağlamlık ve depreme dayanıklılık önemsiz bir ayrıntı sadece.

İş cinayetleriyle gündemden düşmeyen 3. havalimanının zemini deprem bir yana normal koşullarda çöküyor. Sermaye medyasında Sütlüce’de çöken ev epeyce yer alırken, 3. havalimanındaki göçük neredeyse hiç yer almadı. Bunun nedeni deprem, yağış, insan yaşamı değil; kapitalistler için paranın esas olmasıdır. Havalimanındaki göçük haberleşmez, çünkü haber yeni bir rant projesinin önünü açmayacak. Sütlüce’de çöken ev epeyce hacimli bir rant projesinin yolunu düzleyeceği için haber yapılır.

“Deprem değil binalar öldürür” sözünün doğrulanması

“Deprem değil binalar öldürür” sözü eğer 17 Ağustos depreminden sonra türetilmediyse, 17 Ağustos’ta acı bir şekilde doğrulandı.

17 Ağustos gece saat 03.00’te Gölcük merkezli 7 şiddetinde deprem gerçekleşti. Depremin şiddeti her yerde aynı. Ama ölüm çöken binalarda gerçekleşti. Aynı sokakta yerle bir olan binaların yanında, çatlaklar oluşmasının ötesinde bir hasar almadan dimdik duran bina görüntüleri var. O binadakiler yaşamaya devam ederken, yanlarındaki binadakiler yaşamlarını yitirdi.

Çöken binaların çoğunluğu kooperatif evleriydi. Yani işçi ve emekçinin satın alabileceği nispeten ucuz evlerdi. Buralarda ölümden nemalanan küçük müteahhitlerdi. Deprem sonrası “kentsel dönüşüm” projeleri üst başlığıyla büyük müteahhitler nemalandırılma başlandı. AKP iktidarı döneminde baş nemalanan TOKİ oldu.

“Kentsel dönüşümle” yapılan binaların nispeten daha sağlam, dayanıklı olduğu bir gerçek. Ne var ki hemen bütün projelerde işçi ve emekçilerin dişinden tırnağında arttırarak yaptığı konutlar yıkıldı. Evi yıkılanların mağduriyeti ya hiç giderilmedi ya da alay eder gibi küçücük konutlar veridi kendilerine.

Bununla beraber zemini daha sağlam yerlerde “kentsel-rantsal dönüşüm” evleri daha pahalı oldu. Yani sermaye sınıfındakilerin satın alacağı kadar pahalı. İşçi ve emekçiler satın alabilirse zemini daha çürük yerlere yapılan konutları alabildi.

Kapitalizm öldürmeye devam ediyor

“Kentsel-rantsal dönüşüm” projelerinin sermayeye para kazandırdığı bir gerçek. Ne var ki emekçiler için depreme dayanıklı konutların yapıldığı koca bir yalan. Yeni konut yapımlarının tümüyle ticarileştiğini vurgulayan TMMOB 17 Ağustos depreminin yıldönümünde çözüm önerilerini şöyle ifade ediyor:

“TMMOB ve bağlı Odaları olarak diyoruz ki: ‘Depremlere karşı bütünlüklü, sağlıklı, insanca bir yaşam ve çevre için, ülkemizin yeni büyük sosyal afetler, sosyal yıkımlar yaşamaması için gereken önlemlerin ivedilikle alınmasını, yapı denetimi uygulamasını yönlendiren kararlar ve ilgili tüm mevzuatın, TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla düzenlenmesini bir kez daha vurguluyoruz.

“TMMOB ve bağlı Odaları olarak diyoruz ki: Siyasi iktidarın mevzuatta yaptığı kabul edilemez değişiklilerle, TMMOB yasasında tanımlanmasına karşın, TMMOB ve bağlı Odalarının, kamu/özel sektör projelerini planlama, tasarım, üretim ve denetleme süreçlerinden dışlanmasını, Odaların üyelerini denetlemesi, sicillerini tutması, mesleki faaliyetlerinin kayıt altına alması, “imzacılıkla” ve sahte mühendislerle mücadelesi gibi mesleki ve kamusal görevlerinin engellenmesini, Meslek Odaları üzerinde mali ve idari denetim kurarak vesayet ilişkisinin hayata geçirilmek istenmesini tümüyle reddediyoruz.”

Özetle ranta değil insan yaşamına önem verilmesini öneriyor. Bir anlamda kapitalizmin kendi işleyiş doğasına aykırı bir öneri. Ama gerçekleşmeyecek bir öneri değil.

H. Ortakçı