Dargeçit katliamı: ‘90’ların devlet gerçeği

Dargeçit’te katledildikten sonra cesetleri kuyuya atılan 7 kişiye ilişkin süren davada ortaya çıkan ayrıntılar dönemin işkence ve katliamlarının boyutlarını ortaya koydu.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Aralık 2014
  • 12:11

Mardin Dargeçit’te yaşanan katliamla ortaya çıkan ayrıntılar ‘90’lı yıllarda devletin Kürt halkına yönelik sistematik olarak uyguladığı işkence ve katliam gerçeğine ayna tutuyor. Devlet imha, inkar ve asimilasyon dayatmalarıyla teslim alamadığı Kürt halkına yönelik sıkça gözaltında kaybetme yöntemine başvurdu. Koruculuk adıyla ajanlaştırma dayatmalarını kabul etmeyenler dahi ya yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakıldı ya da gözaltında işkenceyle katledilerek cesetleri kuyulara atıldı. 1995 yılında Dargeçit’te yaşanan katliam ve kaybetme de ‘90’lı yıllarda devlet tarafından sıkça hayata geçirilen bu uygulamadan sadece birisi.

Mardin Dargeçit’te 7 kişi ve bir uzman çavuşun işkenceyle öldürülmesiyle ilgili aralarında dönemin Komando Tabur Komutanı Hurşit İlmen ve İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire’nin de olduğu beş subaya açılan ‘taammüden öldürme’ davası sürerken, katliamın ayrıntıları dönemin devlet gerçeğine işaret ediyor.

 

Baskınlarda 7 kişi gözaltına alındı

28 Ekim 1995’te Dargeçit’te öğretmenlik yapan Gürkan Arıtürk (25) ve Ökkeş Kaya’nın (28) öldürülmesinin ardından PKK’nin öğretmenleri öldürdüğü iddia edilerek bir operasyon başlatıldı.

8 Kasım’da askerler korucularla birlikte köyleri basarak onlarca kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında evleri basılan 13 yaşındaki Seyhan Doğan da vardı. Aynı gece ve takip eden günler içinde de baskınlar devam etti. Seyhan Doğan’ın eniştesi Abdurrahman Coşkun (20), Mehmet Emin Aslan (20) ile Abdullah Olcay (18), Nedim Akyön (13) ve Süleyman Seyhan (57) da gözaltına alındı.

 

Anneyi tecavüzle tehdit ettiler

13 yaşındaki Davut Altınkaynak da arananlar arasındaydı fakat kendisi bulunamayınca annesini gözaltına alarak işkenceyle oğlunun yerini söyletmeye çalıştılar. Tecavüz edilmekle tehdit edilen anneyi, oğlunu sorgulayıp bırakacaklarını söyleyerek ikna ettiler. Dayısının evinden gözaltına alınan Davut, annesinin gözleri önünde Filistin askısına alınarak işkenceden geçirildi. Gözaltına alınarak işkence yapılan 7 kişiden bir daha haber alınamadı.

Süleyman Seyhan’ın cesedi, Dargeçit Komutanlığı’na bağlı Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın yerini ailesine bildirmesiyle 6 Mart 1996 tarihinde bir kuyuda bulundu. Seyhan’ın elleri bağlı, kafası koparılmış ve yanmış bir şekilde olan cesedi çıkarıldı.

 

Cesedin yerini söyleyen uzman çavuş da öldürüldü

Seyhan’ın cesedinin bulunmasından iki gün sonra cesedin yerini aileye söyleyen Uzman Çavuş Bilal Batırır da kaybedildi. Batırır’ın öldürüldükten sonra cesedinin askeriyenin kalorifer kazanında yakıldığı öğrenildi.

İnsan Hakları Derneği’nin çabaları sonucunda soruşturma dosyası yeniden açıldı ve Dargeçit’in Bağözü Köyü’ndeki kuyularda yapılan kazılarda 13 yaşında katledilen Seyhan Doğan’ın da kemiklerine ulaşıldı.

 

Çıplak işkence ve tecavüz

Aynı dönemde Süleyman Seyhan’ın kızı Fehime Çelik de gözaltına alınmıştı. Yeniden açılan soruşturma kapsamında tanık ve mağdur olarak ifade veren Çelik’in anlattıkları işkence ve katliamlarla birlikte ‘90’lı yıllarda Kürt halkına karşı uygulanan kirli savaş politikasını gösterdi:

“30 Ekim 1995 sabah saatlerinde jandarma ve korucular geldi. İfade vermem gerektiğini söyleyerek beni tabura çağırdılar. Taburdan içeri girer girmez komutan Mehmet Tire, oğlumu kucağımdan alıp duvara fırlattı. Küfür edip beni dövmeye başladı. Beni zemin katta bir odaya götürüp gözümü bağladılar. Bir kapağı kaldırıp arkamdan tekmeleyerek beni aşağıya yuvarladılar. Yaralandım. Dilim yarılmış, dişlerim dökülmüştü. Bu bodrum katında çok sayıda kişi gözaltındaydı. Babamın da orada bulunduğunu sesinden anladım. Aynı odada bulunan ve konuşmalardan çıplak olduğunu anladığım bir başka kadını tırnaklarını söküp elektrik vermekle tehdit ediyorlardı. Sonraki günlerden birinde beni çırılçıplak soyup askıya aldılar. Ben askıdayken odadaki seslerden babamı da getirdiklerini ve bana yapılanları izlettirdiklerini anladım... Bir gün bir asker yanıma geldi. Hiç konuşmadan ağzımı kapatıp elbiselerimi çıkardıktan sonra beni yere yatırıp tecavüz etti. Gözaltında tutulan babam duymasın diye sesimi de çıkaramadım. Bu olayı daha önce hiçbir yerde anlatamadım. Aileme, akrabalarıma ve hatta AİHM’ye açtığım davada bile bahsedemedim.”

 

“Örgüte yardım ve yataklık” suçlamasına takipsizlik

Yapılan soruşturma kapsamında ortaya çıkan detaylarda; katledilenlerin PKK’ye katıldıkları söyleminin de katliamı meşrulaştırmak için yapılan bir kurgu olduğu ortaya çıktı. Gözaltında kaybedilenler arasında yalnızca Abdurrahman Coşkun ve Abdullah Olcay’a ilişkin resmi gözaltı işlemi yapıldığı ortaya çıktı. Coşkun ve Olcay, 14 Kasım 1995’te çıkarıldıkları Mardin Adliyesi’nden tutuksuz yargılanmak için serbest bırakıldılar. 17 Kasım’da Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı, haklarında “örgüte yardım ve yataklık” suçlamasıyla soruşturma açarak dosyayı Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Coşkun ve Olcay katledildikten sonra da “örgüte yardım ve yataklık” davasından takipsizlik kararı verildi.