8 Temmuz 2013'te Gezi Direnişi sırasında Mücella Yapıcı'nın da aralarında olduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Dört gün boyunca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nde tutulan kişiler hakkında önce ‘örgüt kurmak’tan sonrasında 2911 sayılı Gösteri ve Yürüyüşleri Kanunu'nu ihlal etmekten dava açıldı. Yargılama sonunda sanıkların tümü hakkında beraat kararı verildi.
Gözaltına alınan Taksim Dayanışması'ndan mimar Mücella Yapıcı'ya uygulanan çıplak arama için 8 yıl, 4 ay sonra iddianame hazırlandı. İşkence ve çıplak arama ifadeleri ilk kez bir iddianamede yer aldı. Aramayı gerçekleştiren iki kadın polis ve gözaltı sürecindeki hak ihlalleri için nezarethane amirinin yargılanacağı davanın ilk duruşması yarın İstanbul 11'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek.
Çıplak arama ilk kez iddianamede
BirGün’den Filiz Gazi’ye konuşan avukat Meriç Eyüboğlu öncelikle çıplak aramanın öteden beri muhaliflere, sosyalistlere, Kürtlere uygulandığını hatırlatıyor. Yıllar önce çıplak aramanın yargılamaya konu olduğunu ancak işkence iddiasıyla ilgisi olmayan bir maddeden yargılamanın yapıldığını anlatıyor:
“Yıllar önce feminist bir arkadaşımız, Beyoğlu karakolunda çıplak aramaya maruz kalmıştı. Şikâyetçi olduk ve üç polis hakkında dava açıldı. Bu dava sonunda bir polisle ilgili ceza verildi. O dava konuyla ilgili ilk davaydı. Ancak davadaki iddianamenin sevk maddesi ‘haksız aramaydı.’ İlgili kanun, kişilerin eşyalarını haksız yere aramasını kast ediyor. Oysa çıplak arama kişinin tamamen soyularak, bedeni üzerinde yapılan bir muamele. Dolayısıyla yanlış maddeden açılmıştı.”
Eyüboğlu, yarın görülecek davanın suç konusunun ise “çıplak arama” olduğunu vurguluyor:
“Yarın görülecek dava Anayasa’nın 94. Maddesinden* açıldı ve bu bir ilk. İddianamede ‘kanaatimiz görevi kötüye kullanma olabileceği yönünde’ gibi ifadeler olsa da iddianamenin suç konusu işkence.
Müvekkillerimin ilk aramasına ben de katıldım. Çantaları, üstleri arandı ve eşyalar kayıt altına alındı. Sonrasında iki kat aşağıdaki nezarethaneye götürüldüler. Kapısına kadar ben ve başka avukatlar da eşlik ettik. Yani bu insanların üzerinde hukuka aykırı herhangi bir şey olmadığı zaten tasdik edilmiş ve hücrelere yerleştirilmişlerdi. Bir süre sonra oradan çıkartılıp bir odaya götürülüp çıplak arama yapılıyor.
Gözaltı işlemleri bittikten sonra bir takım tutanaklar, belgeler imzalanıyor. Avukatları sıfatıyla tutanakları imzalarken çıplak arama olduğuna ilişkin kayıt düştüm. Bu mutlaka yapılmalı. Kendisi söyleyemiyorsa bile avukata söyleyip çabalamak gerekiyor.”
Kamera olan tuvaletlere götürüldüler
Eyüboğlu, davanın sadece çıplak aramadan açılmadığı notunu düşüyor ve gözaltı sürecinde tuvalete çıkarmama, kameralı yerde kadınların özel hallerinin görüntülerinin alınması gibi ihlallerin yaşandığına dikkat çekiyor:
“Mücella Yapıcı’ya ilaçları, mide kanaması geçirdiği için ailesinin ona getirdiği özel yiyecekler verilmedi. Bu insanlar uzun saatler tuvalete çıkarılmadı. Saatlerce bekletildiler ve çıkarıldıkları zaman da erkek tuvaletine götürülüyorlar. Üçüncü gün erkek tuvaletinde kameralar olduğu fark ediliyor. Temmuz gözaltısıydı, orada günler boyunca üslerini çıkartıyorlar, kendilerini temizliyorlar. Dolayısıyla sadece el yıkama değil. Üstelik bunu ispatladık. Gözaltına alınan bir kadın arkadaşın ellerini yıkarken görüntüsü var, başka nasıl kayıtlar olduğunu bilmiyoruz. Dört günlük gözaltı boyunca klima hiç açılmadı. Gezi ile ilişkili 58 gözaltı mevcuttu. Başka gözaltına alınanlar da vardı. Havasız bir yerde tutuldular. Avukat görüş odası nezarethanenin içindeydi ve dolayısıyla kötü koşullara doğrudan tanığım.”
Prosedürün bir parçası sayılıyordu
Eyüboğlu’na çıplak aramanın bunca zamandır yargılamaya niçin konu olamadığını soruyoruz. Şöyle yanıtlıyor:
“İlk neden toplumun çok geniş kesimlerine uygulandığı için şimdi görünür oldu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Özlem Zengin’in açıklamalarından da biliyoruz, tıpkı kadın cinayetlerinin 15- 20 yıl önce gerçek olmadığı ya da münferit olduğu söyleniyorsa çıplak arama da yok sayıldı. Bir diğer neden çıplak aramaya itiraz edilmesi gerektiği, bunun bir işkence yöntemi olduğu ve şikâyet edilmesi gerektiği bilinmiyordu. Prosedürün bir parçası gibi algılanıyordu. Bir diğer neden gözaltının uzun bir süreci oluyor. İnsanlar hak ihlallerinden ziyade eve mi gidecek, cezaevine mi gidecek diye kaygılar içinde oluyor ve bunlar geri planda kalıyor.”
*94 Madde: Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.