Eğitim Sen İstanbul 3 Nolu Şube Başkanı ve KESK dönem sözcüsü Hüseyin Tosu ile eğitim emekçilerinin iş bırakma eylemi, yeni müfredat taslağı ve “tasarruf genelgesi” üzerine konuştuk…
“Ortaklaşa ses çıkarabilmek açısından önemli bir eylemdi!”
Eğitim emekçisi İbrahim Oktugan’ın öldürülmesi sonrasında eğitim sendikalarının ortak çağrısıyla gerçekleştirilen iş bırakma eylemlerini değerlendiren Tosu şunları ifade etti:
“İbrahim Oktugan hocamızın cinayeti bardağı taşıran son damlaydı. Bu yüzden tepki de büyük oldu. Genel anlamda uzun süredir eğitim emekçileri üzerinde psikolojik ve fiziki şiddet var. CİMER uygulamasının bir sopa olarak kullanılması ve bunun öğretmenlerin baskı altına alınmaları durumu var. Ek olarak öğretmenin sınıf içerisinde özgürce kendini ifade edememesi, eğitim faaliyetlerini hayata geçirirken baskı altında olması gibi sorunlar var. İbrahim hocanın öldürülmesi bir patlama noktası oldu. Önemli bir eylemdi. Ortak karar verilmese de ilk defa bütün sendikalar aynı gün iş bırakma kararı aldı. Ankara’da ise eylem ortak yapıldı. Uzun süredir ilk defa okullarda yüzde 100’e varan bir oranda iş bırakma eylemi gerçekleştirildi. Aynı şekilde öfke sokağa da yansıdı. Buna yeni bir başlangıç denebilir. Bundan sonraki süreçte eğitimciler kendileri ile ilgili sorunlarda daha kolay ortaklaşabilecekler. Bu açıdan önemli bir deneyimdi.
Hem eğitimin içeriğine hem çalışma koşullarına dönük ekonomik, sosyal, özlük hakları kısıtlamaları söz konusu. Eğitimin içeriği bilimden gittikçe uzaklaşmakta, öğretmenler ekonomik olarak yoksullaşmakta. Dolayısıyla ortaklaşa güçlü bir ses çıkarabilmek açısından önemliydi. Eğitim-Sen olarak sadece basın açıklaması ile sınırlı kalmadık. Eylem anlayışımıza uygun olarak kitlesel bir yürüyüşle, protesto ederek düşüncelerimizi ifade ettik.”
Tosu, iş bırakma eyleminin son derece meşru ve hukuki olduğunu vurguladı.
“Tekçi, ırkçı, dinci bir taslak!”
MEB tarafından hazırlanan yeni müfredat taslağının oluşturulma şeklinin demokratik olmadığına dikkat çeken Tosu şöyle devam etti:
“10 yıldır hazırlandığı ve öğretmenlerden fikir alındığı ifade ediliyor. Ancak bizim Eğitim-Sen olarak haberimiz yok. Belki iktidara yakın sendikaların üye ve yöneticilerinin bilgisi olmuştur ama iktidara yakın olmayan sendikaların süreçten haberi olmadı. Kimler katıldı, görüş belirtti, hangi ihtiyaçtan dolayı ‘sadeleştirme’ yaptılar. Bu sürecin işletilmesi ile ilgili bir problem söz konusu.
AKP’nin nasıl bir nesil yetiştirmeyi esas aldığına dair daha önce çokça açıklamaları ve uygulamaları var. Dindar/kindar bir nesil yetiştirme hedefi olan iktidarın müfredatı oluştururken pozitif bilimi ve laikliği hedef alacağını biliyoruz. Nitekim müfredat taslağında pozitif bilime dair daraltmalar yapılırken dini içerikli derslerde ise genişleme söz konusu.”
Sürecin yeni olmadığını dikkat çeken Tosu, evrim teorisinin müfredattan çıkarıldığını, 4+4+4 sürecinde ortaokul imam hatiplerinin yaygınlaştırıldığını ve seçmeli derslerde din derslerinin dayatıldığını hatırlattı. Eğitimin adım adım dinselleştirildiğini vurgulayan Tosu, “Yeni taslak da tekçi, dinci, ırkçı anlayışı esas alan bir yapıdadır” dedi.
Müfredat taslağının kamuoyuna açıklandıktan sonra kurumlardan bir hafta içinde görüş istendiğini hatırlatan Tosu şöyle devam etti:
“O süre içerisinde müfredatı incelemek ve iletmek mümkün değil. Katılıma kapalı. Öğretmen görüşünü esas almayan sadece kendi siyasal anlayışına sahip olanların istediğine göre şekillenmiş müfredattır. Türkiye’nin genel yapısına da çok uygun değildir. Farklı dinsel inançlara sahip kişilere dair hiçbir şey yoktur. Aleviler dikkate alınmamıştır. Tamamen sunni-hanefi mezhebine göre hazırlanmıştır. Aynı şekilde çok dilli bir topluluğuz, en yaygın ikinci dil olan Kürtçe’ye dair hiçbir şey yok.”
Bilimsellikten git gide uzaklaşıldığını belirten Tosu, integral konusunun “sadeleştirme” adı altında çıkarıldığını vurgulayarak “Mühendisliğin temel konusu integrali bilmeyen bir öğrencinin kendini geliştirmesi mümkün değildir” dedi.
Eğitim-Sen olarak söz konusu müfredatın yürürlüğe geçmemesi için mücadeleyi yükselteceklerinin altını çizen Tosu şunları vurguladı:
“Bu mücadelede ailelerin de duyarlı olması ve kendilerine sunulan dinci, tekçi, ırkçı müfredata hayır demesi gerekiyor. Birlikte daha güç ses çıkarabiliriz. Böylelikle siyasal iktidara geri adım attırabiliriz.”
“İktidarın tasarruftan anladığı emekçileri yoksullaştırmak!”
Tosu geçtiğimiz günlerde açıklanan “tasarruf genelgesine” ilişkin faturanın dönüp dolaşıp işçilere kesildiğini belirterek şöyle devam etti:
“Emekçilerin zaten sınırlı olan sosyal hakları ile ilgili sınırlandırmalar söz konusu. Muhtemelen temmuz ayında yapılacak zamma, tasarruf paketi öne sürülerek sınırlama getirilecek. Siyasal iktidarın tasarruftan anladığı emekçileri daha da yoksullaştırmaktır. Zaten sınırlı olan satın alma gücünü iyice zayıflatarak, emekçileri açlığa mahkum eden bir paket hazırlamışlar. Bu ise önümüzdeki sürecin zorlu ve sıkıntılı geçeceğini gösteriyor. Siyasal iktidarın bu dayatmalarını boşa çıkarmak biz işçi-emekçilerin en temel görevidir.”
Öğretmenlerin yoksulluk sınırının yarı yarıya altında bir yaşama mahkum edildiğine dikkat çeken Tosu, “Dolayısıyla tasarruf tedbirleri adı altında çalışanların gırtlağının sıkılmasını kabul etmemiz mümkün değildir” dedi.
Saldırı paketine karşı mücadelenin öneminin altını çizen Tosu “Zamlara, kemer sıkmaya, açlığa karşı ortak tutum almak gerekir” dedi ve şöyle devam etti:
“Tasarruf edilecekse üst düzey bürokratların makam araçlarından, sermayeye teşviklerden, yandaş sermayedarlara yapılan kıyak ödemelerden, tarikatlara ve cemaatlere yapılan ödeneklerin kısılmasıyla başlanmalıdır. Kendi emeğimizin bile hakkını alamazken bize dönük bir paket oluşturulması kabul edilemez.”
Pakette yer alan “kamuya sadece emekli olan personel kadar eleman alınacaktır” maddesinin altını çizen Tosu şunları ifade etti:
“Bu atama bekleyen yüzbinlerce eğitim emekçisinin umutlarını boşa çıkaran bir durumdur. Okullarımızda 100 binin üzerinde öğretmen ihtiyacı var. Aynı zamanda eğitim-öğretim çocuklar açısından da sıkıntıdır. Birleştirilmiş kalabalık sınıflarda ders görüyorlar ve alanıyla ilgili olmayan öğretmenler derslere girmek zorunda kalıyor. Diğer kamu alanlarında benzer bir durum söz konusu. Nüfus arttığı halde yeni personel istihdam etmemek demek var olanın iş yükünün daha da artması demektir. Dolayısıyla tasarrufun çalışanlardan başlatılmasını doğru bulmuyoruz.”
Yaşanan ekonomik krizin ve bütçe açığının sorumlusunun emekçiler olmadığını hatırlatan Tosu, “Bunun sorumlusu 22 yıldır ekonomiyi yönetenlerdir ve sorumluların da hesabını vermesi gerekir” dedi. Gelir uçurumunun derinliğine dikkat çeken Tosu son olarak şunları ifade etti:
“Bedel ödemesi gereken servetine servet katanlardır, emekçiler değil. Bizim tasarruf edecek takatimiz kalmadı. İktidardan bir şey beklemiyoruz. Biz çalışanlar, emekçiler halk olarak sözümüzü güçlü ve örgütlü ifade edersek siyasal iktidar tasarruf adı altında dayattığı politikalardan vazgeçecektir. Sorun, bizim örgütlü mücadeleyi yükseltmemizde düğümleniyor.”
Kızıl Bayrak/ İstanbul