-Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sağlık durumları ile ilgili ATO’nun muayenesine izin verilmediğini biliyoruz. Ama buna rağmen gerek avukatlardan aldığınız gerekse de görüşçülerden aldığınız bilgiler doğrultusunda Nuriye’nin ve Semih’in sağlık durumları hakkında neler söylemek istersiniz?
Prof Dr. Vedat Bulut: Bildiğiniz gibi 23 Mayıs’tan sonra Nuriyelerle doğrudan bir temasımız olmadı. Bu nedenle ancak avukatları aracılığı ile sağlık bilgilerini alabildik. Bu bilgilere göre kilo kayıpları devam ediyordu… Semih’in Üst Solunum Yolu Enfeksiyou başlamıştı. Henüz yatmaya bağlı yaralar gelişmedi ancak çok kaygı duyduğumuz bir durum bu. Tekerlekli sandalye ve normal yatak ile yaşamlarını devam ettiriyorlar. Bildiğiniz gibi bu gibi durumlarda ortamın 22-24 derecede tutulması lazım, havalı yatak olması lazım. Ve bizim daha önce önerdiğimiz Tokyo-Malta Bildirgeleri dahilinde ve Türk Tabipleri Birliği’nin açlık grevlerindeki protokolün uygulanması gerekiyor. Elektrolit dengesizliği ve sıvı alımı da sağlık durumları için kaygılarımız. Tutukluluk koşulları açlık grevlerinde olumsuzluk yaratan bir durum. Tutukluluk durumuna da zaten anlam veremiyoruz. Biz kendilerini uzun süre 120 günlük eylemlerinden sonra açlık grevine başladıklarında takip ettik, ta ki 23 Mayıs tarihine kadar. 23 Mayıs’tan sonra sadece aracılı olarak yani avukatları aracılığıyla bilgiler alabiliyoruz. Şu andaki bilgilerimiz bu düzeydedir.
Dr. Onur Naci Karahancı: Vücut elektrot dengesi dediğimiz dengeler var, bu dengeleri ancak kan değerlerini takip ederek karar verebiliriz. Ama biz hiçbir şekilde bunların hiçbirine ulaşamıyoruz. İçeride, hekim olduğunu iddia eden bir heyet gitmiş ve onlara bazı etik dışı yaklaşımlarda bulunduklarını belirttiler. İlk zamanlar revirlerdeki hekim arkadaşların takiplerine izin veriyorlardı, bir hafta kadar. Daha sonra onların tedavi ve önerilerini de giden heyete tepki olarak reddetmişler. Revirdeki hekim arkadaşların iyi niyetini çok iyi biliyoruz, onlar da çırpınıyor ama arkadaşlar reddediliyor ve Nuriye ve Semih, Ankara Tabip Odası’ndan takip eden hekim heyetinin devam etmesini ve orada da gidip görmesini istiyor. Orada da gidip görme koşulları oluşturmak için üç defa başvurduk ve reddedildi. Ve cevapsız bırakılan başvurumuz da var. Havalı yatak için de yine başvuru yaptık ama ya bunların hepsi bir şekilde cevapsız bırakılıyor ya da reddediliyor. Böyle bir süreç içerisindeyiz. Ama bizim ilk elden onları bir an evvel muayene etme zorunluluğumuz var. Özellikle kardiyolojik ve sinir sistemine yönelik yaşamsal sınırlar var. Onlara dair bir şey diyebilmemiz için kan tahlillerini yapmamız gerekir. Hep diyoruz, kritik süreçler diye; Türkiye’nin çok fazlaca yaşanmış kötü deneyimi var. O deneyimlerde, özellikle yapılan çalışmalarda 100 günden sonra artık ölümlerin yaşanması daha da artıyor. Bunların hepsi gerçeklikler. Ama dediğim gibi, şu anda genel durumlarını görmediğimiz için muayene edemediğimiz için şöyledir ya da böyledir dememiz doğru değil. Bir an evvel bir hekim heyetinin gitmesi gerekiyor. Tamamen keyfi bir engelleme olduğuna inanıyoruz, tutukluluklarına da bakarsanız aynı şeyi görürsünüz.
-Adalet Bakanlığı’nın, sizin ya da bağımsız bir heyetin Nuriye ve Semih’in sağlık kontrollerinin yapılmasına izin vermediğini biliyoruz. Adalet Bakanlığı’nın bu tutumuna dair ne söylemek istersiniz?
Prof Dr. Vedat Bulut: Benim kanaatim şu; açlık grevi ile şahısların kamuoyunda oluşturacakları farkındalığı, duyarlılığı yok etmeye yönelik. Onlar, hekimlerini seçme özgürlüklerini kullanarak bağımsız bir kamu kuruluşu olarak Ankara Tabip Odası’nı tercih ettiler. Biz İnsan Hakları Komisyonu’ndan bir şekilde takip ediyorduk kendilerini. Buna izin vermemelerinin sebebi olarak açlık grevi çok kötü sonuçlarla bir takım komplikasyonlarla, sakatlıklarla sonuçlanırsa bunun çok çabuk unutulacağını düşünüyorlarsa, bunun böyle olmayacağını tüm dünyadaki açlık grevleri göstermiştir. Açlık grevi esnasında eğer Nuriye ve Semih’in başına kötü bir komplikasyon gelirse ya da ölümle sonuçlanırsa bunun toplumdaki yansımaları çok kötü olabilir. Aslında bizim yapmak istediğimiz bir yardımdır. Bize güveniyorlar, hekim hasta ilişkilerinde güven çok önemli bir esas. Zaten son 30 yılda bu konudaki kompleks şu yöne doğru kaydı; bireysel özgürlükler alanında kişilerin verdiği kararlara saygı göstermeyi gerektiriyor doktorlar nezdinde. Biz de zaten kendilerine “bırakın, başlayın” gibi tavsiyeler yerine sağlık aşamalarının neler olduğunu ve hangi aşamada nasıl davranılması gerektiği ve kontrollerini yaparak kendilerine risk noktalarını belirtmek gibi bir durumdayız hekim olarak. Onun dışında başka bir şey de yapamıyoruz. Elektrolitlerine bakılması lazım, nörolojik muayenesinin önemi var ve kardiyolojik muayenesinin yapılması lazım. Biz 45. günde açıklama yapmıştık, o zaman zaten kritik aşamanın başladığını söylemiştik. 65. günde ikinci uyarımızı yapmıştık. Ondan sonraki uyarılarımız gün be gün devam etti. Buna duyarsız kalınması insani, ahlaki, hukuki ölçülere ve uluslararası sözleşmelere uymaz.
-Tutuklanmalarının ardında devletin zorla müdahale gerçekleştirme isteği olduğunu söyleyebilir miyiz? Olası bir zorla müdahalenin yol açabileceği sonuçlar ne olabilir?
Dr. Onur Naci Karahancı: Biz onu tıbbın bir tartışma konusu olarak görmüyoruz. Zorla tıbbi müdahale tıbbın konusu değildir. Bizi bağlayan etik ilkelerde zor yoktur. Bu sürecin içerisinde, biz bütün hekimlere, cezaevindeki hekimlere, olası gidebilecek hekimlere bu etik ilkeleri, bunlarla ilgili uyulması gereken bildirgeleri, Türk Tabipler Birliği’nin ve Dünya Tabipler Birliği’nin bunlarla ilgili kılavuzlarının hepsini ilettik. Bu ilettiğimiz ölçütler içerisinde işin içinde olabilirsiniz. Bilinci açık olan insanın, kararını bilinci ile verebilen her insanın kararına saygı duymak zorundayız. Bunun “aması, şöylesi böylesi” yok. Yeter ki o birey gerçekten, özerk, kendi yetkinliği ile o kararı vermiş olsun. Açlık grevi sürecinin sürekli içinde olan ve bu muayeneyi, bu güven ilişkisini oluşturan heyet karar sürecinde ancak bulunabilir. Bir de “bilinç kapandığında” tartışmasını açıyorlar. Bilinç kapandığında da bunun birçok etik belirleyeni var. Bu insanların yaşayan dilekleri var mı, bu insanların ileriye dönük yazılı, hukuki metinleri var mı, bunlar aileye bildirilmiş mi? Bu konuda en son karar verecek yer iktidardır. Sağlık politikası yürütücüleridir. Zorla tıbbi müdahaleyi, sağlık emekçilerinden istemeleri etik olarak ihlaldir. Sağlık emekçilerinin de bunu yapacağını da hiç tartışmak istemiyoruz. O yüzden de bu konunun içine girmiyoruz. Bu durum bizim etik sınırlarımız içerisinde olan bir şey değil.
-ATO sonuçta sağlık alanında çalışma yürüten bir meslek örgütü. Biz yine de şu soruyu size yöneltelim: Ohal’in son bulması, KHK ile işinden olan emekçilerin çalışma haklarını tekrar kazanmaları ve Nuriye ve Semih’in yaşaması için ne yapmak gerekir?
Dr. Onur Naci Karahancı: Sonuçta biz hekimiz ve bu KHK’lar hepimizi vurdu. Hekim arkadaşlarımızı da vurdu, Barış Akademisyenlerini vurdu. Zaten savunulacak yanı olsa bu işten atmaları mahkemeler üzerinden yaparlar. Veya KHK ile değil, açığa alırdı, soruşturmasını yaparlardı. Bunun savunulacak bir yanı varsa zaten getirsinler ortaya. Biz aynı zamanda bir demokratik kitle örgütüyüz. Bu demokratik kitle örgütünde de demokrasinin “ama”sını “veya”sını tartışacak durumda değiliz.
Prof Dr. Vedat Bulut: Benim görüşlerim de benzer şekilde ancak biraz daha uluslararası ölçekte bakmak gerekiyor. Uluslararası arenada açlık grevleri nasıl yapılmıştır, nasıl sonlanmıştır, bunlara bakalım. Son dönemde Filistinlilerin cezaevinde yaptıkları açlık grevlerinin talepleri vardı. Uzun süren ve olumsuz sonuçları da olan bir açlık grevi süreci… Çok sayıda kişi katıldı. Sonuç olarak hapishane koşullarının iyileştirilmesi talebi ve gereksiz tutuklanmaların tahliyelerine karar verildi. Şimdi burada açlık grevcilerin talepleri bellidir. “Biz haksız ve hukuksuz olarak işimizden atıldık, işimize iade edilmek istiyoruz” diyorlar. Bunun üzerinden bakmak lazım. Bu taleplerinin karşılanmasının önünde bir engel yok. İnsani bir yanı yok. Çünkü bu kadar mağdur yarattığınız bir ortamda çok sayıda tepkiler olacaktır, değişik değişik tarzlarda barışçıl eylem olacaktır. Bir süre sonra intiharlar da oldu. Şu ana kadar 13 intihar gerçekleşmiş. Yöneticilerimiz bunun farkını da bilmiyor. Bunu gördük bu süreçte. Sonuçta bu şahısların talepleri son derece insani, ahlaki ve hukuki. 8 ay önce OHAL ile ilgili nasıl çalışacağının halen belli olmadığı bir komisyon kuruldu. Yarın öbür gün başvurular kabul edilecek denildi. Oraya ikiyüz küsür tane memur atandı, yedi kişilik bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun 100 bin dosyayı ne zaman, nasıl işleyeceği de belli değil. 140 bin kadar kamu çalışanı tasfiye edildi. Dikkat ederseniz elinde silahı, tankı, topu, tüfeği olan darbecileri savunacak halimiz yok. Ancak 100 bin kadar kişi silah görse tanımayacak kişiler, hele ki hekimler, öğretmenler, akademisyenler, bunların ne darbe ile ilişkilendirilmesi doğrudur ne de herhangi bir örgütle ilişkileri nedeni ile veya sendikal bağları nedeni ile, ki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için dikkat ederseniz sendika üyesi olmaları temel sebep olmuştur. Onların bu şekilde cezalandırılmaları ya da hükümetin “bizim partimizden olmayanların kamu memuriyeti yapmaları uygun değildir” yaklaşımı, son derece insani ve hukuki olmaktan uzak, vatandaşlık kavramına aykırı davranıştır.
Dr. Onur Naci Karahancı: Belki şunu söylemek gerekir; açlık grevi hekimlerce kesinlikle desteklenir bir yerde değildir. Açlık grevi ve vücuda zarar veren barışçıl eylem biçimlerine karşıyız. Ancak şu anki durumda da bunu yaşayan insanların sağlık kalitesini, yaşam süresini, yaşamını devam ettirmesini, bırakma kararı aldığında da yaşamını tekrar sağlıklı bir şekilde devam ettirmeleri için çırpınan bir yerdeyiz. Ama ne başlatıcı ne de bitirici bir durumumuz var. Bitirilmesi için gücü olanlar bellidir, bu kişilerin bu sorumluluğu alması lazım. Yani bu insanların yaşadıkları sadece şu oldu; yaşanan bu hukuksuzluk artık üstü örtülemeyecek kadar ortaya çıktı. Bunu örtmeye çalışmanın bir anlamı yok. Bu insanlar artık yaşamlarını kaybetmek üzere çok ciddi bir risk dönemindeler. Onun için bir an evvel bu insanların açlık grevini bitirecekleri sözler söylenmeli. Sonrasında da ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı. Bu insanların öncelikle yaşama dönmeleri lazım. İş “bunları aldım tecrit ettim”le çözülseydi, bu insanlardan sonra üç insan daha açlık grevine başlamazdı. Onların süreçlerini de Tabip Odası olarak biz yürütüyoruz. Son gözaltılara bakıyoruz, Acun Karadağ açlık grevine başlamış, ki Acun Karadağ ciddi kalp sorunları olan bir insan. Bu insanın açlık grevine başlaması başlı başına bir sorun. Demek ki iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor, böyle de çözemeyeceklerini görmeleri lazım.
-Bir emek örgütü olarak toplumsal muhalefete bu açıdan söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Dr. Onur Naci Karahancı: Sivil itaatsizlik eylemlerinin en önemli yanı da şudur; eğer demokrasi ölçütü içerisinde olduğunu iddia eden bir iktidarsa bu sivil itaatsizlik eylemi orayı güçlendirir, demokrasiyi güçlendirir. Ama bu sivil itaatsizlik eylemleri despotizme giden bir ortamda yapılıyorsa kesinlikle o sistemi çökerten bir yerde durur.
Kızıl Bayrak / Ankara