Düzen siyasetinin temel gündemini oluşturan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin ülke çapında siyasi boy ölçüşmeye dönüştüğü biliniyor. 31 Mart seçimleri öncesinde “dünyanın en güvenilir seçim sistemi burada” mesajı veren AKP şefi Erdoğan, İstanbul’u kaybettikten sonra seçimlerde şaibe var diyerek İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini iptal ettirdi.
AKP şefinin cumhurbaşkanlığı koltuğundan yerel seçimlere darbe tarzı müdahalesinin nedeni bellidir. İstanbul’un kaybı, meşruiyeti çoktandır sorgulanan Erdoğan/AKP iktidarının siyasi ve ekonomik açmazlarını daha da derinleştirecek bir sonuçtur. Daha da önemlisi, din istismarcısı faşist iktidar, özellikle bugüne kadar yaptıkları yolsuzlukların ve rant operasyonlarının tümden patlamasından, belediyecilik anlayışlarının tamamen hırsızlık, talan, yandaş kayırma vs.ye dayalı olduğunun daha fazla teşhir olmasından korkmaktadır.
CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu siyaseten uzlaşma dili kullanması, nefret içerikli-kavgacı söylemlerden kaçınması, keza başkanlığı 18 gün sürdüğü halde söz verdiği bazı vaatlerin yerine getirilmesine yol açması ile İstanbul’da ve tüm ülkede büyük bir ‘umut’ dalgası yarattı. Erdoğan’ın hesap edemediği bu yeni gelişme sonrası seçimi iptal etmesi burjuva demokrasisinin/anayasasının gerektiğinde yok sayılabileceğinin yeni bir örneği oldu.
AKP seçim iptali için itiraz ettiği zamanlardan bugüne üst düzey yöneticilerinden ilçe başkanlarına, sanal trollerden yandaş medyaya tüm gücünü kullanarak yalan rüzgarı estirip, baskı kurarak çalışmasını yürütüyor. Milyonlara seçimlerin neden iptal edildiğinin gerekçesini açıklamak zorunda olsalar da toplumsal muhalefetin zayıflığından dolayı alenen yalan söyleyip, mevcut yasaları yok sayıyorlar.
“Kısıtlı seçmene oy kullandırıldı, sahte seçmen çoktu, geçersiz oylar dahil edildi” gibi AKP’nin çok iyi bildiği yöntemler ile düzen muhalefetine yüklenildi ama bu iddialar çürütüldü. Sandık kurulu başkanları için “FETÖ”cü denildi, karşılık bulamayınca bu suçlamaya devam edemediler ama YSK gibi karar mercilerine gerekli mesajı iletmiş oldular. “Ülkenin bekası” tartışmalarını açmışlardı, beka sorunu nasıl olduysa birden geride kaldı. Şimdi de “Çünkü çaldılar”, “Hırsızlar, video kayıtları var” vb. gibi suçlamalara sarıldılar.
Öte yandan Tayyip Erdoğan yalan ve çirkef üzerine kurulu kampanyasını her zamanki gibi yine din istismarı eşliğinde yürütüyor. Ramazan ayında, cami çıkışında ve yanında Diyanet İşleri Başkanı ile görüntüyü tamamlayıp “hırsızlar”dan bahsediyor. Binali Yıldırım “halk dilinde yani” diyerek suçlamayı yumuşatmaya çalışsa da yalan korosunun ahengini bozmuyor. Sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlar ile algıyı yönetmeye çalışsalar da nerede hangi yalanı söylediklerini takip edemediklerinden kimi isimler birbirleriyle çelişkiye düşebiliyorlar. Binali Yıldırım bir açıklamasında sandık başkanının seçmenin tipine bakıp, AKP seçmeni olduğuna karar verirse büyükşehir pusulasını vermediğini iddia etmişti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise bu iddianın aksine zarflarda ve pusulalarda sorun olmadığını, zarflar açıldıktan sonra yanlışlıkların yapıldığını dile getirmişti. Bu örneklerin 23 Haziran seçim gününe kadar daha da çoğalacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.
İnsanların sorgulama kabiliyetleriyle dalga geçebileceklerini sansalar da aslında Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in ünlü taktiğini kullanarak kitleleri maniple etmeyi hesap ediyorlar. Bu taktik, insanların beyin tembelliğini kullanmak, vicdansız bir medya yaratmak, yargıyı devletin politikaları için kullanmak ve en önemlisi büyük yalanları tekrar etmek, bu sayede insanların inanmalarını sağlamak biçiminde özetlenebilir.
Yalan söylemesine rağmen bir kişi sık sık o yalanı tekrar ediyorsa bir zaman sonra kendi de o yalana inanır hale gelir. Tersinden gerçekler açığa çıktığında, önceki süreç hemen unutulur. Tarihte bu defalarca kanıtlandı. Şimdi de yeni birine tanık oluyoruz. Çalmaktan bahsediyorlardı ama YSK’nın iptale dair açıkladığı gerekçeli karar “sandık kurulu başkanlarının kamu çalışanı olması zorunluluğu” üzerinden şekillenmiş. Oyların çalındığına dair kanıt yok, seçim iptali de bu nedenle değil. Hatta YSK Başkanı Sadi Güven, kamu çalışanı olmadıkları halde 754 sandıkta sandık kurulu başkanlığı yapanların 750’sinin AKP üyesi olduğunu açıkladı. Nasıl bir algı yaratmaya çalıştıkları ortada, arada kendi üyelerini dahi çiğneyebilirler.
Geliştirdikleri bu söylemler dışında İSMEK’te, belediyede çalışanlara baskı kurarak işten atma tehditleri savuruyorlar. Aynı zamanda İmamoğlu kazanırsa işsiz kalacaklarına dair propaganda yapıyorlar. İşçi ve emekçilere ise bu seçimler vesilesiyle burjuva siyasetinin kirli-çirkin yüzünü bir kez daha etraflıca görme olanağı doğuyor.
U. Aze