Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla düzen partileri yoksulların “gönlünü çelmek”, oyunu çalmak amacıyla vaatler sıralıyorlar. İşçi ve emekçiler için yine bir “son şans” olarak gösterilen 31 Mart yerel seçimleri de tıpkı öncekiler gibi gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını gösteren bir süreç olarak yaşanıyor. Ancak mücadele ile değişebilecek olan düzen gerçekliği, sermaye partilerinin kurdukları tezgâhlarla işçi ve emekçilerin gözünden gizlenmeye çalışılıyor.
Yalan ve çarpıtmalarda ustalaşmış olan AKP şefi Erdoğan kuşkusuz bu alanda da liderliği kimseyle paylaşmıyor. Son olarak seçim mitingi düzenlediği Sivas’ta, 1974 yılında kurulmuş olmasına rağmen kendilerinden önce üniversite olmadığını, bu kente üniversiteyi kendisinin kurduğunu iddia etti. Bu kadarını yapabilmek sadece düşünülmeden hazırlanmış bir propaganda metniyle alakalı değildir. Tıpkı AKP iktidara gelmeden 4 yıl önce hizmete girmiş olan Adıyaman havaalanıyla ilgili “Adıyaman’da havalimanı var mıydı? Biz yaptık biz” demesi gibi... Böylesine örneklere dair gerçekler basit bir internet araması ile kolayca bulunabilir. Keza tarım ve hayvancılığın emperyalist politikalar sonucu neredeyse bitirildiği Türkiye’de sınırlı yerde, geçici tanzim satış konduları kurmak da bu yalan zincirinin bir diğer halkasıdır.
Diğer taraftan, açılmasıyla övünülen yatırımlardan yoksulların ne ölçüde faydalanabildikleri, bilinçli olarak gözlerden gizleniyor. Yerli ve yabancı sermayenin daha fazla palazlanması için açılan otoyollar, havalimanları, köprülerle gurur duyuyorlar. Fakat hepsinin faturası işçi ve emekçilere kesiliyor. Övünç kaynağı sayılan yatırımlardan biri şehir hastaneleriydi ve TTB’nin hazırladığı son rapor şehir hastanelerinin ibretlik durumunu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
Erdoğan ve AKP için bitmeyen bir dizi haline gelmiştir bu “yalan rüzgârı.” Ancak burada asıl önemli olan, azımsanmayacak bir toplum kesiminin bu yalanlara nasıl kandığı, inandığıdır. Sosyolojik bir vaka haline gelen bu durumun arkasında yatan nedenler ise bilinmesi çok da imkânsız bir sır değildir.
İzlenen yöntem ilk defa hayata geçirilen, Erdoğan’a münhasır bir icat değil, bilindiği üzere. İnsanın insan tarafından sömürülmeye başlandığı günden bu yana, her çağın kendi imkânları ölçüsünde bu ve benzeri çabalar hep olmuş, başarıya ulaşmıştır. En popüleri Hitler’in propaganda bakanı olan Paul Joseph Goebbels’in yaptıklarıdır. Kendinden önceki deneyimleri de süzgeçten geçirmiş olan Goebbels, kendinden sonrakilere önemli bir deneyim bırakmıştır.
Goebbels’e göre “Bir yalanı ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”
Hitler’in propaganda bakanına göre, sürekli yalan söylenen insanlar zamanla o söylemin nereden geldiğini unutacak, kendi fikri gibi benimseyip savunacaklardır. Aynı zamanda destekleri istenen halk katmanları her zaman ateşlenmeli, asla soğutulmamalı ve ateşinin düşmesine izin verilmemelidir.
Bunlar, sömürü üzerine kurulu bir düzenin ve o düzeni ayakta tutanların yapılacaklar listesinin başında gelmektedir. Amerika’sından ötekilerine günümüzün emperyalist kapitalist dünyasında bu yöntemlerin nasıl kullanıldığını gösteren çokça örnek vardır. Portekiz’de 1932’den 1968’e kadar diktatörlüğünü sürdüren Salazar’ın 3F’si de (Fado, Futbol ve Fatima) örnek alınan bir başka yöntemdir. (Salazar’ın formülünde Fado, kaderine razılık ve tevekkül demekti. Futbol ise politikayla ilgilenmek yerine apolitizmin zemini, Fatima ise “göklerden gelen bir emir” olarak dinsel bir örtüydü.)
İşçi ve emekçileri kontrol altında tutmak için toplumsal yozlaşma bir başka önemli yöntemdir. Kadın bedeni üzerinden gerici ideolojilerini yayan ve kadınlara saldıranların düzeninde, kadın bedeninin meta olarak kullanılmasına devam edilmektedir. İşine geldiğine “haram” diye fetva veren Diyanetin gelirleri arasında genelevlerden, şans ve kumar oyunlarından kesilen vergiler bulunmaktadır. AKP iktidarı boyunca fuhuşun, adli vakaların, kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin çocukları ve dahi hayvanları da içerecek şekilde artmış olması, uyuşturucu kullanım yaşının ilkokul çağındaki çocuklara kadar düşmüş olması tesadüf değildir.
Tüm bunlar kadar önemli olan bir başka gerçek ise bilinçli bir cahilleştirme politikasıdır. Başta eğitim sistemi olarak tüm devlet imkanları bunun için seferber edilmiştir. Konuyla ilgili zaman zaman yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı gerçek, cahil bırakılmış bir toplumun yaratıldığıdır. Son yapılan TÜİK araştırmasına göre şu zaman diliminde yaşadıklarından mutlu olduklarını söyleyenlerin okuma yazma bilmeyen, eğitim durumu düşük, cehalete mahkum edilmiş insanlar olması oldukça kayda değerdir. Netice itibariyle yozlaşmanın pençesinde, cehaletin esiri olmuş, dini-milli duyguları kullanılarak yoksulluğa kader diye razı edilmiş bir toplum kümesi için Erdoğan, uzun bir süre tek kurtarıcı olarak görülebilmiştir.
Ancak bu büyüyü bozacak sihir de mevcuttur bu düzende. Dayatılan toplumsal eşitsizlikler ve adaletsizlik sürekli öfke biriktirmekte, tepkilere yol açmaktadır. Dolayısıyla egemenler hiçbir politikalarını baskı ve devlet terörü olmaksızın tümüyle hayata geçiremiyorlar. Son raddede en büyük kozları ellerindeki baskı aygıtlarıdır. Eşitlik isteyen Kürt halkına, devrimci-demokrat muhalefet odaklarına, Alevilere yönelen bu şiddet sarmalının, sadece daha iyi bir ücret ve çalışma koşulları isteyen işçileri, gericiliğe karşı baş kaldıran kadınları, doğasına sahip çıkan çevrecileri, ürettiği ürününe sahip çıkan köylüleri de kolaylıkla sarmalayabilmesinin tek nedeni budur.
Erdoğan AKP’si, kendisine ayrılan sürede kitleleri uyuşturma yöntemlerini baskı ve terörle birlikte çok iyi kullanabildiği için iktidarını sürdürebilmiştir. İşçi ve emekçileri kuşatan, bunaltan, çürüten bu karanlıktan çıkış kapısı ise toplumsal eşitsizliklere karşı verilecek sınıf mücadelesiyle açılacaktır.