AKP, salgın hastalıklar ve “biyolojik silahlar”

Türk Tabipleri Birliği’nin geçen hafta yayınladığı “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri” başlıklı rapor, Türk sermaye devletinin amacının hiç de “insani” olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 31 Ocak 2014
  • 08:57

Türk sermaye devleti Suriye’ye yönelik savaş kışkırtıcısı politikasını sürdürüyor. Savaşta bizzat taraf olan AKP hükümeti “insani yardım” adı altında cihatçı çetelere silah ve bomba yüklü yardımlar sunuyor. Bununla birlikte savaşın ortaya çıkardığı sığınmacıların yaşam koşulları ise gün geçtikçe daha kötüye gidiyor.

Türk Tabipleri Birliği’nin geçen hafta yayınladığı “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri” başlıklı rapor, Türk sermaye devletinin amacının hiç de “insani” olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Daha önce de insan hakları kuruluşlarının yayınladığı raporlarda ve Suriye sınırında bulunan gazetecilerin verdiği bilgiler, Türk sermaye devletinin kamplarda ya da kampların dışında Suriyeli sığınmacıları insanlık dışı koşullara mahkum ettiğini gösteriyordu.

 

İnsan sağlığına büyük tehdit

Bir yandan savaşı kışkırtarak “Suriye halkının dostuyum” diyen sermaye iktidarı, savaşın tahmin ettiğinden uzun sürmesi ve yaşadığı hayal kırıklıkları ile birlikte sığınmacıları ölüme terk etmeyi sürdürdü. Öyle ki uzun yıllardır Suriye’de ve Türkiye topraklarında görülmeyen bulaşıcı hastalıklar tekrar hortladı ve insan sağlığını kitlesel olarak tehdit eder bir hale geldi. TTB’nin konuya ilişkin raporu Türk sermaye devletinin bölge halkları için salt askeri anlamda değil, sağlık anlamında da tehdit olduğunu ortaya koydu.

Raporunda Suriye iç savaşının emperyalist müdahale ile kışkırtıldığını ifade eden TTB, Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Gaziantep, Kızıltepe ve Nusaybin’in yanı sıra Rojova’da sağlık çalışanları tarafından, Mayıs-Kasım 2013 tarihleri arasında sığınmacılara yönelik araştırmalar yapıldığını aktardı.


Felaket gözardı ediliyor

Raporda, kamp dışında kalan sığınmacıların, yani sığınmacıların büyük çoğunluğunun uzun süredir sağlık hizmetlerinden faydalanamadığı, buna bağlı olarak sınırdaki iller başta olmak üzere tüm ülkede çok boyutlu sağlık sorunlarının yaşanabileceği söyleniyor. Ayrıca bu felaketin devlet tarafından önemsenmediği ve gözardı edildiği dile getiriliyor.

Sığınmacıların sağlık sorunları haricinde sosyal yaşamlarının da felaket boyutunda olduğu vurgulanan raporda, dil sorunu nedeniyle kişilerin iş ve eğitim alanında sıkıntılar yaşadığı, barınma koşullarının ise tek kişilik odalarda kalabalık ya da yıkıntı binalar ve parklarda sağlanmaya çalışıldığının altı çiziliyor. Bu koşullar da hijyen anlamında önemli sıkıntılar yaratıyor.


Sorumsuzluk kızamık ve çocuk felcini hortlattı

Beslenme yetersizliği de sığınmacılar için temel sorunların başında geliyor. Suriyeliler mutfak gereçlerinden de öte pişirilecek besin maddelerine ulaşma konusunda büyük sıkıntı yaşıyor, bu durum özellikle bebek ve çocuklar için büyük tehditler oluşturuyor, hastalıklara davetiye çıkarıyor.

Türk sermaye devletinin kamp dışında aşılamaya önem vermediği için birçok salgın hastalığın ortaya çıktığı belirtilen rapora göre bebek ve çocuklar kızamık hastalığı kapıyor. Ayrıca medyanın söyleminin aksine kızamık hastalığının hasta sığınmacı çocuklar ile birlikte gelmediği, çocukların aşılanmadıkları için bu hastalığa yakalandıklarına dikkat çekiliyor. Büyük risk taşıyan hastalıklar ile ilgili şunlar ifade ediliyor: “Başta kızamık olmak üzere, şark çıbanı, ASYE, gastroenteritler, sıtma olmak üzere polio gibi eredike edilen hastalıkların görülme tehdidi vardır. Geçen yıl görülen kızamık olguları, sıtma ve şark çıbanı olguları haberci niteliğindedir.”


Kadınlar alınıp-satılıyor

Raporda kadınların durumunun da içler acısı olduğu söyleniyor. İstenmeyen gebelikler, bebek ölümleri ve anne ölümlerinin artmasının şaşırtıcı olmadığı belirtiliyor ve kadınların sosyal yaşamdan koptuğu, Türkiyeli erkeklerin bu kadınlar ile 2. ve 3. evliliklerini yaptığı, “başlık parası” adı altındaki kadın ticaretinin, umutsuzluk ile birlikte yaygınlaştığı kaydediliyor.

Sorunlar için çözüm önerilerini sunan TTB, Türkiye’nin sorumluluklarına dikkat çekerek şu önerileri sunuyor: “Yasal düzenlemelerle sığınmacıların asgari ücretin altında ve sigortasız çalıştırılmasının yasaklanması; çocuk işçiliğine yönelik sıkı denetimlerin yapılması; insani bir çalışma koşulu, yeterli ücret, iş güvencesi sağlanmasına yönelik çabalar yoğunlaştırılmalıdır.”

 

Sığınmacıya da tek dil dayatması

Bir başka dikkat çekici öneri ise eğitim alanında dile getiriliyor. Türk sermaye devleti anadili Arapça ya da Kürtçe olan çocuklar için eğitimin Türkçe de eklenerek çok dilli uygulanmasını ve uzun zamandır eğitimden kopan çocuklar için bu sürecin bir an önce başlatılmasını savunuyor.

Tüm bunların ikincil görevler olduğunun altı çizilen raporda ilk görev olarak halkların gerici, yağmacı savaşların önüne geçebilmesi gösteriliyor.

Raporun son kısmında ise Rojava’daki gözlemler aktarılıyor. Bilindiği gibi Rojava halkı örgütlü bir tutum göstererek Türk ve Suudi devleti tarafından desteklenen cihatçı çeteleri topraklarından kovmuştu. Bu sebeple Rojava’nın nüfusunda da çok büyük artışlar yaşandı ve bölge çok büyük iç göçlere sahne oldu. Nüfusun aniden artması, zaman zaman Barzani, Türk devleti ve çeteler tarafından uygulanan ambargo nedeniyle sağlık hizmetlerinin, tıbbi malzemelerin kıt olduğu Rojava’da, sağlık sorunları ve bulaşıcı hastalık tehlikelerinin ortaya çıktığının altı çiziliyor.


Aşılar “biyolojik silah”, anestezik “uyuşturucu”

Beslenme bozukluğu ve toplu yaşama, uzun yıllardır görülmeyen hastalıkları Rojava halkının da başına bela ediyor. BAAS rejimi tarafından da kısıtlı gönderilen aşıların bu defa Türk sermaye devleti tarafından “biyolojik silah” nitelemesiyle engellenmesi sıtma, şark çıbanı, tifo, kolera, dizanteri, brusella, kızamık, su çiçeği, hepatit B, polio (çocuk felci), kuduz, olgularında artışı beraberinde getiriyor. Bölgede bu hastalıkların bir kısmı ‘60’lı yıllardan bu yana görülmemiş.

“Aşı ile ilgili ciddi bir engel de sınırların kapalı olması nedeniyle ülke dışından alımlar ve yardımlara gösterilen engellerdir. Türkiye’nin aşıyı ‘biyolojik silah’ kabul ederek geçişine izin vermediği ifade edilmiştir” sözleri Türk devletinin savaş kışkırtıcılığının yanında Ortaçağ zihniyeti ile hastalıklarının hortlamasına sebep olabileceğini gayet açıklıkla ortaya koyuyor.

Anestezik ilaçlara “uyuşturucu”, hayati öneme sahip aşılara “biyolojik silah” diyerek Rojava’ya geçişlerine izin vermeyen Türk sermaye devleti savaşın askeri boyutundan da öte boyutlarda savaş suçları işliyor. MİT, insani yardım diyerek Suriye’ye tonlarca silah sevkiyatı yaparken ve sevkiyat dünyanın gözleri önünde, kendi hukukları bile ayaklar altına alınarak gerçekleştirilebiliyorken Rojava’ya gönderilen yardımların alçakça bir tutumla “Biyolojik silah” ve “uyuşturucu” gibi söylemlerle engellenmesi açıkça insanlık suçudur. Ve bu suçun hesabını da ancak halklar soracaktır.