AKP-cemaat kavgası ve “FETÖ’yle mücadele” demagojisi

Onları bir araya getiren de, tersinden aralarının açılmasına yol açan da yine çıkardır. Dolayısıyla cemaatle mücadele dedikleri şey de bir palavradan ibarettir. Bu mücadele(!) sürecini belirleyen iki klik arasındaki güç dengesidir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Aralık 2017
  • 13:34

AKP ile cemaatin ilişkisi herkesçe bilinen bir gerçek. Şimdilerde ise, bir dönemin “hizmet hareketi” terör örgütü, “gel artık, bitsin bu hasretlik” diye seslenilen kişi de terör örgütü lideri. Dinleri para, kâbeleri ABD olanların ortaklığı da bu kadar oluyor ancak, tıpkı dünün “hayırsever iş adamı”nın bugün “İran ajanı” ilan edilmesi gibi. 1960’lı yıllarda birlikte Amerikan filolarını kıble yapıp namaza duranlar, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde buluşup anti-emperyalist gençliğe saldıranlar, bugün artık birbirleriyle açıktan bir savaş halindeler.

1960’larda artan sosyal hareketlilikle beraber, bizzat ABD tarafından devrimci mücadeleye karşı ortaya çıkarılan bu gerici odaklar, 12 Eylül darbesiyle iyice önleri açılarak adım adım iktidara taşındı. 2002 yılında gericiliğin çatı partisi olarak hükümet olan AKP, zaman içinde -cemaatle ortak hareket ederek- devlet bürokrasisinde karşısında olan tüm kesimleri tasfiye ederek tek güç haline geldi. Süreç içinde emperyalistlerin ve işbirlikçi büyük burjuvazinin bir dediğini iki etmeyen bu has düzen partisi, bir yandan da yandaş sermayeyi semirttikçe semirtti. Ancak bu gerici ittifakın önündeki pasta büyüdükçe anlaşmazlıkları o oranda arttı. 17-25 Aralık operasyonları ile iyice açığa çıkan bu çatırdama, 15 Temmuz darbe girişimi ile doruk noktasına ulaştı. Bu tarihin ardından “FETÖ” bahanesiyle kelimenin tam anlamıyla bir cadı avı başlatan AKP dizginsiz bir şekilde devlet terörü uyguluyor. “FETÖ ile mücadele” bahanesiyle ilan edilen OHAL’in ardından, bu sopanın sivri ucu yine ilerici ve devrimci güçlere dokunuyor. Bu süreçte yüzlerce ilerici-devrimci dernek kapatıldı, muhalif kamu emekçileri işinden edildi, basın üzerindeki sansür inanılmaz boyutlara tırmandırıldı.

Hal böyleyken geçtiğimiz günlerde bütçe görüşmelerinde konuşan Berat Albayrak, yüz binlerce kişi gibi cemaat okullarında okuduğunu ancak kendisini onlara “satmadığını” söyledi. Berat Albayrak’ın bu açıklaması kirli geçmişlerini reddedemediklerinin bir göstergesi. Üstelik bu ilk itiraf da değil. 17-25 Aralık’ın ardından Erdoğan’ın “ne istediler de vermedik” diye yakınması, “kandırıldık” temalı hezeyanları bir gerçeği ifade ettiği gibi, bir itiraf niteliği de taşıyor. Aynı bataklıkta türeyenler, ortak bir geçmişe sahipler. Bu geçmişi karartmak, hiç değilse işçi ve emekçileri “kandırıldık” masalına inandırabilmek için yargı oyunlarını da devreye sokuyorlar. Sermaye devletinin yargı mekanizmasını tamamen tekeline alan AKP,  yazdığı senaryo üzerinden cemaatin, 17 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonları öncesinde “terör örgütü” olmadığına hükmetmişti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bu kararına göre cemaat, “sonradan terör örgütüne dönüşen dini bir kült, bir ahlak ve eğitim hareketi” olarak ifade edildi.

AKP ve cemaat ortaklığı su kadar yalın bir gerçekken, bu kirli ittifakı “kandırıldık” diyerek geçiştirmeye çalışanlar, milyonların aklıyla adeta alay ediyorlar. Bir yandan OHAL’in verdiği nimetlerle hapishaneler ilerici ve devrimcilerle doldurulurken, diğer taraftan “FETÖ”den tutuklu bulunan eski ortak ve işbirlikçilerin de çeşitli “hastalık” bahaneleriyle salıverildiği hatırlanacaktır. Ali İsmail Korkmaz’a son tekmeyi vuran polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan “FETÖ” iddiasıyla tutuklanmıştı. 6 yıl 3 ay hapis cezası alan Karayılan, kararın verildiği duruşmadan 2 gün önce, “varis” ameliyatı olacağı bahanesiyle tahliye edilmişti. Yine “FETÖ” davasından yargılanan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı da “uyku apnesi” ve “epilepsi” rahatsızlıkları nedeniyle tahliye edilmişti.

Bu tek tek veriler dahi AKP-cemaat ikilisinin kirli geçmişlerini ve “’FETÖ’ ile mücadele” söyleminin sahteliğini ortaya koymaya yeter. Sonuçta onları bir araya getiren de, tersinden aralarının açılmasına yol açan da yine çıkardır. Dolayısıyla cemaatle mücadele dedikleri şey de bir palavradan ibarettir. Bu mücadele(!) sürecini belirleyen iki klik arasındaki güç dengesidir. Bu tabloda işçi ve emekçilerin yapması gereken bu mücadele(!) aldatmacasına kanmamak, düzen içi çatışmalara yedeklenmeden kendi bağımsız sınıf çıkarları etrafında kenetlenmektir.